KAYNAKLAR:
1.
Hacıeminoğlu, Necmettin. 2000. Karahanlı Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları.
2.
Hüseyinov, Gaysa. 1999. “Bir Sistem Olarak Eski Türk Edebiyatı ve Kâsgarlı Mahmud’un
Dîvânü Lûgati’t Türk Adlı Eseri”. Dîvânü Lûgati’t-Türk Bilgi Söleni Bildirileri. Ankara: TDK Yayınları.
s.s 78-84
3.
Kasgarlı, Mahmud. 1986. Divan-ü Lûgat’it-Türk. Çev. Besim, ATALAY. Ankara: TDK
Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
4.
Çelik Savk, Ülkü. 2002. Kırgız Atasözleri. Ankara: TDK Yayınları Ankara Basımevi
AHMET BAYTURSUNOĞLU
Ауелбекова Шынар
Сулейман Демирел университеті
PhD. Аға оқытушы
Сайдешов Султанбек
Экономика факультеті
Қаржы бөлімінің 1 курс студенті
Түйіндеме: Ахмет Байтұрсынұлының өмірі мен шығармашылығына тоқталдық. Әсіресе А.
Байтұрсынұлының қазақ тілі мен әдебиеті саласындағы еңбектерінен тереңірек мағлұмат беруге тырыстық.
Сонымен қатар журналистика саласында атқарған қыруар еңбектерінде мақаламызға арқау еттік.
Ahmet Baytursunoğlu 28 (15) Ocak 1873 tarihinde, Torgay bölgesindeki Sarıtübek’te (şimdiki
Kostanay Vilayeti, Torgay bölgesi, A. Baytursunoğlu köyünün bulunduğu yer) dünyaya gelmiştir.[1,8]
Bazı makalelerde A. Baytursunoğlu’nun doğum tarihi bazen 1870, bazen de 1872 olarak
gösterilmektedir. Kendisi hayattayken yazdığı özgeçmişinde doğduğu yılı 1973 olarak belirtiyor. Alimin
50. yıl dönümünü 1923 yılında kutlandığına göre, A. Baytursunoğlu’nun doğum tarihini 1873 olarak
kabul etmemiz doğru olur) [2,4] . Babası Baytursunoğlu Şoşakoğlu, Arğın soyuna mensup olup, meşhur
Kazak kahramanı Ümbetey Batır’ın torunudur. Baytursunoğlu Şoşakoğlu bölgede tanınan saygın bir
insan olup, topraklarının Ruslar tarafından işgâl edilmesine tahammül edemediği için ilçenin idarecisi
Albay Yakovlev’e karşı sürekli mücadele halindedir. Ahmet’in çocukluk yılları böyle bir mücadele
dönemine rastlar. Nihayet, 1885 yılında babası ve amcası, bir kavgada Albay Yakovlev’i yaraladıkları
için, tüm mallarına el konularak Sibirya’ya sürgün edilirler. Böylece Ahmet daha on üç yaşındayken
babasız kalmıştır. Babasının Sibirya sürgünü tam on beş yıl sürmüştür.[3,280]
A. Baytursunoğlu okuma yazmayı doğduğu köyünde öğrenmiştir. Orta öğrenimini Torgay
şehrindeki Rus-Kazak Mektebinde 1886-1891 yılları arasında yapmıştır. 18911-1895 yıllar arasında
Orenburg'taki Rus öğretmen okulunu bitirmiştir. Öğretmen okulundan mezun olur olmaz öğretmenliğe
başlamış; 1895-1909 yılları arasında Kostanay, Aktöbe ve Karkaralı şehirlerindeki okullarda çalışmıştır.
Çalışma yıllarında hayatı yakından tanır, adâlet için mücâdele eder, halkın sırtından zengin olanlara karşı
çıkar. Çarlık Rusyasının sömürgeci siyasetini eleştirir. Bir taraftan köy ve kasaba okullarında, sonraları
iki yıllık yüksek okullarda öğretmenlik yapar. Öğretmenlik yıllarında, çeşitli kitaplar okur, edebiyatla
ilgilenir, ders kitapları yazar, tercümeler yapar, şiir yazar ve sözlü halk edebiyâtı verimlerini toplar.
Okumuş bir insan olmasının yanı sıra serbest tabiatı, cesareti ve düşünür olmasıyla halk arasında ünü
yayılmaya başlar. Polis muhbirlerinin iftirâsına binâen suçlanır. Böylece Karkaralı’daki iki yıllık okulun
müdürü A. Baytursunoğlu, Rus askerî vâlisi Troynitçki’nin emriyle 1 Temmuz 1909 tarihinde Semey
hapishânesine hapsedilir ve mahkemesiz, hükümsüz, haksız yere sekiz ay yatar. Sonunda, Kazakistan’da
ikamet etme hakkı elinden alınarak 21 Şubat 1910 tarihinde hapishâneden çıkarılır. Aynı yılın Mart
ayında Orenburg şehrine gider. Burada 1910-1917 yılları arasında halkını aydınlatmak, kalkındırmak ve
Rusya’nın sömürge siyasetine karşı mücadele etmek yolunda çeşitli çalışmalar yapar. Bunlardan en
önemlisi, 1913-1917 yılları arasında “Kazak” gazetesinin yazı işleri müdürlülüğünü yürütmesidir. A.
Baytursunoğlu “Kazak” gazetesinde yazdığı makalelerde özellikle dil ile ilgili problemleri ele aldı.
Kazak dilini koruyup, geliştirmenin gerektiğini ileri sürdü. Bundan dolayı Kazak çocukları kendi ana
dilinde okuması gerektiğini, okullardaki eğitim işlerinin yola konulması gerektiğini sık sık dile
getirdi.[1,9-10]
Bu gazetede ve başka yayın organlarında yazdığı makalelerde Kazak halkının çeşitli meselelerini ele
alıp onlara çözümler getirmeye çalıştı. İleri sürdüğü fikirlerle o devir Kazak aydınlarının manevî lideri
oldu. 1917 yılında kurulan ve gayesi Kazakları Rus idaresinden kurtarmak olan millîyetçi Alaş Orda
Partisi’nin kurucuları ve liderleri arasında yer aldı. Bu partinin öncülüğünde kurulan Alaş Orda
Hükûmeti’nin Millî Eğitim bakanlığını yaptı. (1917-1919). [4,263]
A. Baytursunoğlu 1920 yıllardan başlayarak çeşitli devlet dairelerinde yöneticilik işlerini yaparken
de, öğretmenlik işlerine ara vermedi. O 1921-1926 yılları arasında Orenburg’taki Eğitim Enstitüsünde,
1926-1928 yılları arasında Taşkent Kazak Pedagoji Enstitüsünde Kazak Dili ve Edebiyatı derslerini
verdi. 1928 yılının Eylül ayında Almatı’da Kazak Millî Üniversitesi açıldı. Bu üniversitede A.
Baytursunoğlu Kazak Dili ve Edebiyatı bölümünde Profesör olarak çalıştı.
A. Baytursunoğlu 1929 yılında millîyetçi, Turancı ve Sovyet idaresine karşı olduğu gerekçesiyle
tutuklanarak hapse atıldı. 1934 yılında serbest bırakıldıysa da 1937 yılında tekrar tutuklandı ve öldürüldü.
Eserleri 1929 yılından itibaren 1988’e kadar yasak idi.
A. Baytursunoğlu eğitimcilik işini kendisinin vatandaşlık vazifesi ve hayatının gayesi olarak saydı.
Şiirlerinde halkını uyanmaya, cehâletten kurtulmaya, hür ve bağımsız olmaya çağırır. Bununla birlikte
Kazak bozkırlarındaki okulların durumunu, çocuk eğitiminin nasıl olması gerektiği konusundaki
makaleleri gazete ve dergilerde yer aldı. [1,13] 1913 yılında “Kazak” gazetesinde “Oku Jayı” (Eğitim
Durumu) adlı makalesi yayımlandı. [5,26]
Çocuk eğitiminde en mühim basamak, ilk okuldur. Bundan dolayı A. Baytursunoğlu eğitimin bu
safhasına dikkat çekmiş, gereken önemi vermiştir. Bu konudaki görüşlerini 1914 yılında yazdığı
“Bastauış Mektep” (İlk Okul) adlı makalesinde ele aldı. [5, 10]
Ahmet Baytursunoğlu 1910 yılından itibaren Kazak alfabesi ile uğraşmaya başlar. Bu güne kadar
diğer Türk halkları gibi Kazakların da kullandığı Arap alfabesinin Kazak dili için uygun olmadığını fark
ederek, onu Kazak dilinin ses sistemine uygun olarak islah etme konusunu ele aldı. Onun için ilk önce
Kazak dilinin ses sistemini araştırmaya başladı.
Kazak dilinin ses sistemi ve onları simgeleyen harfler hakkındaki fikirlerini 1912 yılından itibaren
“Aykap” dergisi ve “Kazak” gazetelerinde yayımlamaya başlar.
A. Baytursunoğlu’nun Arap yazısını Kazak diline uygun hâle getirmek üzere hazırladığı alfabesini
Kazak toplumu, özellikle öğretmen cemiası hiç tereddütsüz kabul etti. Çünkü Baytursunoğlu’nun
hazırladığı yeni alfabe, Kazak Türkçesinin yapısına uygun ilmî esaslara dayanan bir yazı sistemiydi.
Bununla birlikte 1912 yılından itibaren onun hazırladığı yeni yazı kullanılmaya başladı. Sadece 1915
yılında bu yeni yazı ile yaklaşık on beş kitap neşredildi. 1912 yılından itibaren bu yazıyı Müslüman
okulları ve Kazak-Rus okullarında kullanmaya başladı.
Böylece Arap alfabesi esas alınarak yapılan yeni Kazak yazısı 1924 yılında Orenburg’ta Haziran
ayının on ikisi günü başlayan Kırgız (Kazak) alimlerinin ilk toplantısında ele alındı. Toplantıda A.
Baytursunoğlu, alfabe meselesini ele aldığı “Elipbi takırıptı” konulu semineri verdi. O tebliğinde Türk
halklarının kullandığı yazısının olduğunu, onu bırakıp başka yazıya geçmenin kolay olmadığı fikrini bu
toplantıda ispat eder.
A. Baytursunoğlu 1926 yılında Bakû şehrinde yapılan Uluslar arası Birinci Türkologlar toplantısında
islah edilen Kazak yazısını tanıtarak, Kazakların Lâtin harfine geçmesine karşı çıkar. Eskiden kullanılan
milletin diline uygun olarak yeniden düzenlenen Kazak yazısını bırakıp, Lâtin harflerine geçmenin
siyasî-ideolojik ve ekonomik bakımdan anlamsız olduğunu ileri sürer. Aksine, yazı sistemi değiştirildiği
takdirde, asırlarca yaşatılan mirastan, yazı geleneğinden uzaklaşma tehlikesini dile getirdi.
A. Baytursunoğlu, Kazak çocuklarının kendi ana dilinde okuyabilmesi için çok emek veren kişidir.
Bundan dolayı, Kazakça okuma yazma öğretmek amacıyla elifba kitabını yazdı. Bu “Oku Kuralı”
(Okuma kitabı), ilk defa Orenburg’ta neşredildi. Bu kitap 1912-1925 yılları arasıda yedi kez tekrar
basıldı. Baytursunoğlu, 1926 yılında “Elifbenin” yeni baskısını hazırladı. Bu, günümüzde yazılan resimli
ders kitabı idi. Baytursunoğlu, sadece okul öğrencilerine değil, büyükler için de okuma yazma öğretme
gayesindeki “Elip-bi” kitabını yazdı. Bu kitap 1924, 1926 yıllarda yayımlandı. [1,16-20]
18 Mart 1929 tarihinde Ahmet Baytursunoğlu, kendisinin kaleme aldığı hayat hikâyesinde şu
bilgileri verir: “Orenburg’a geldikten sonra, ilk olarak Kazak dilini, ses bilgisi, şekil bilgisi ve cümle
bilgisi açılarından inceledim. İkinci olarak, yazmayı kolaylaştırmak için Kazak alfabesi üstünde
çalışmalar yaptım onu geliştirdim. Üçüncü olarak, Kazak yazı dilini yabancı dillerin sultasından
kurtarmak için çalışmalar yaptım. Dördüncü olarak da, yazışma dilini, gazete dilini, resmî yazışma dilini
ve ilim dilini, edebî dil açısından inceleyip yanlışlıkları düzeltmeye çalıştım. Terimlerin Kazakçalarını
bularak bunları belli bir sisteme koymaya çalıştım. Bütün bunlar, kendi yazdığım ders kitapları ve yazı
işleri müdürlüğünü yaptığım Kazak gazetesi vâsıtasıyla gerçekleştirildi. [6,15]
1912 yılında yayımlanan “Oku Kuralı” (Okuma kitabı) kitabından sonra A. Baytursunoğlu Kazak
Türkçesinin ses, kelime, cümle sistemini öğretmek amacıyla “Til Kuralı” (Dil Kitabı) adlı üç bölümden
oluşan ders kitabını yazmaya başlar. Bu kitabın birinci bölümü, yani fonetik kısmı 1915 yılında ilk defa
neşredilir. Bundan sonra da bu bölüm birkaç defa eksiklikleri giderilerek tekrar basılır. Kazak
Türkçesinin morfolojisi ile ilgili ikinci bölümü ise, 1914 yılında neşredilir. Bu bölüm de birkaç defa
tekrar basılır. Sentaksla ilgili üçüncü bölümü ise, 1916 yılından itibaren altı defa basılır. [1,20]
A. Baytursunoğlu “Til-Kural” kitabının ön sözünde şöyle diyor: “Dil insanı insan yapan unsurlardan
en önemlisi ve insanın kullandığı vâsıtalardan biridir. Yeryüzündeki insanlar dilsiz kalsalar, konuşmaz
hâle gelseler ne kadar bir kötü duruma düşerlerdi. Bugün insanlar yazmayı unutsalar, yazamaz olsalardı,
bu da en az dilsizlik kadar acı ve çekilmez bir hâl olurdu. Çağımız, yazı çağı; yazı ile anlaşmanın dille,
ağızla anlaşma ve söyleşmeden daha önemli olduğu bir çağ” [1,141-142]
Bundan sonra yazar, yazı ve yazıyı öğretmede karşılaşılan problemlere değinir. Kazak okullarındaki
eğitim sistemini ele alır; eğitimde karşılaşılan zorlukları dile getirir. Problemleri dile getirmekle kalmaz,
kendi fikir ve tekliflerini de ortaya koyar.
“Dünya dilleri aslında üçe ayrılır: 1. Tübirşek til (Tek heceli diller), 2. Jalğamalı til (Eklemeli diller),
3. Koparmalı til (Bükümlü diller). Tek heceli dillerde kelime, yeni mânâları ifâde ederken hiçbir şekil
değişikliğine uğramaz. Çin ve Japon dilleri gibi. Eklemeli dillerde yeni kelimeler eklerle yapılır. Türk dili
ve Fin dili gibi. Bükümlü dillerde ise yeni kelimeler, kelime kökünün bükülmesi ile yapılır. Rus dili ve
Arap dili gibi. [1,143]
Biz de dilimizi korumak istiyorsak, önce başka topluluklar gibi kendi dilimizle eğitim yapmalıyız;
ondan sonra başka dilleri öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz. İlk okullarda diğer derslerle beraber Kazak dili
dersi de okutulmalıdır.
“Til-Kuralı” adlı ders kitabı şu bölümlerden oluşmaktadır:
1.
Söz başı (1-3 s)
2.
Dilin unsurları: Konuşma ve cümle, cümle ve kelime, kelime ve heceler, hece ve ses (3-10
s)
3.
Kazak Dilindeki sesler ve bu sesleri karşılayan işaretler (11-14 s)
4.
Kelime gövdeleri (15-16 s)
5.
Kelimeyi yazmanın başlıca kâideleri (17-18 s)
6.
Ekler (yapım ekleri) (19-26 s)
7.
İsim, sıfat, zamir, fiil (27-33 s)
8.
Edatlar (34-37 s)
9.
Zarf, Bağlaç, Ünlem (38 s)
10.
Satır sonuna sığmayan kelimelerin yazılışı (39 s )
Kitapta her konu için gerekli açıklamalar örneklerle yapılmış ve konu sonunda alıştırmalar
verilmîştir.
A. Baytursunoğlu dil öğretme amacıyla yazılan “Oku Kuralı” ve “Til – Kuralı” çalışmalarının
dışında, gramer alıştırmalarının yer aldığı bir çalışması da vardır. Bu çalışmasını, “Til Jumsar”
(konuşma) adı ile iki bölümden oluşan iki kitap hâlinde 1928 yılında Kızılorda’da neşretmiştir. Yazar, bu
çalışmasının üç bölümden oluşacağını belirtmiş, fakat bitiremeden 1929 yılında tutuklanmış. “Til
Jumsar” çalışmasının 35 sayfadan oluşan birinci bölümü “konuşma, okuma, uygulamalı yazı dili”
bölümlerinden meydana gelmektedir. İkinci bölümünde ise, birinci bölümdeki konular genişleterek
verilmîş. Ayrıca bu bölümde, çeşitli metinler, alıştırmalar, sorular vardır. Yazarın bunlardan başka
“Bayanşı” (beyan eden) adlı kitabı vardır. Bu çalışması harfleri anlatmaktadır. Kitap, 1912 yılından
itibaren birkaç kez yayımlanmıştır.
Bununla birlikte yazarın okuma yazma metodları ile ilgili çalışmaları da bulunmaktadır. Bu konu ile
ilgili “Elip-bi Astarı” (Okuma Yazmanın Temeli) çalışması bulunmaktadır. 1927-1928 yılları arasında
“Jana Mektep” (Yeni Okul) dergisinde “Ana Tilinin Edisi” (Ana Dilinin Metodları), “Zertteu men
Sügiretşilik Edisi Turalı” ( Araştırma ve Resim ile İlgili Metodlar), “Kay Edis Jaksı” (Metodların Hangisi
İyidir) adlı metotla ilgili problemlerden bahseden birçok makale yayımlar.
Ahmet Baytursunoğlu’nun Kazak Edebiyatı Araştırmaları
A. Baytursunoğlu’nun edebiyatla ilgili çalışmaları da bulunmaktadır. Yazar, 1895 yılında
“Turgayskaya Gazeta” dergisinin Eylül 24, 39 sayılarında “Kirgizcky Primetı i Poslovitsı” (Kırgızların
İnançları ve Atasözleri) adlı makalesini yayımlamıştır. Bu makalesinde, tarımla ilgili, mevsimlerin,
günlük hava durumunu tahmin eden halk arasında söylenen otuz altı atasözünden bahsetmektedir. 1923
yılında “Er Sayın” destanını Moskova’da neşreder. 1926 yılında “23 joktau” (23 ağıt) adlı eserini
hazırlayıp Moskova’da yayımlar. Bu çalışmasında da halk edebiyatından örnekler vermiştir. Kazakların
400 senelik tarihini kapsayan böyle örnekleri yayımlamasının gerekçelerini kitabının ön sözünde
açıklamıştır.
Edebiyatla ilgili fikirlerini “Kazak” gazetesinin 1913 yılında yayımlanan 39-41 sayılarında
“Kazaktın Bas Akını” (Kazakların Baş Ozanı) adlı geniş kapsamlı makalesinde neşretmiştir. Bu makale,
ulu Abay’ın eserleri ile ilgili yazılan ilk ilmî çalışmadır. A. Baytursunoğlu’nun “Edebyat Tanıtkış”
(Edebiyat Tanıtıcısı) adındaki geniş kapsamlı çalışması, edebiyat tarihi ile ilgili ilk ilmî çalışma
sayılmakta ve bugün de edebiyat araştırmalarının ilk önemli örneği sayılmaktadır.
Ahmet Baytursunoğlu’nun müzik konusunda da bilgisi vardır. Millî sazları ve piyanoyu iyi şekilde
çalardı. Kazak müzik sanatını ilk araştıran, dünyaya tanıtan ünlü A. Zatayeviç “Kazak Halkının Mın Eni”
(Kazak Halkının Bin Şarkısı) isimli 1925 yılında Orenburg’ta basılan kitabında Ahmet
Baytursunoğlu’nun kendi millî şarkılarını çok iyi bildiğini ve bu şarkıları çok güzel yorumlayabildiğini
hem de ustaca saz çalabildiğini yazmıştır.
Ahmet Baytursunoğlu’nun sadece dil ve edebiyat alanıyla değil, etnografi ve tarih konuları ile de
ilgilendiğini belirtmeliyiz. Muhtar Awezov 1923 yılında yazdığı makalesinde şöyle demektedir:
“Baytursunoğlu, 1923 yılında “Madeniyet Tarihi” (Kültür Tarihi) isimli kitabı yazmış. Fakat ne yazık ki
bu kitap zamanında yayımlanmamış ve günümüzde elimize ulaşmamıştır. [7,270]
Ahmet Baytursunoğlu’nun şâirliği
1927 yılında Smağul Saduakasov, “ Ahmet Baytursunoğlu’a profesyonel şair demektense, onu
büyük dava adamı ve âlim olarak tanımlamak daha doğrudur”, diye yazmıştır. Bu, büyük bir ihtimalle
son 10-15 yıl boyunca (1927 yılına kadar) Baytursunoğlu’nun şiir yazmamasından, yayımlanan eserinin
veya kitabının olmamasından dolayıdır. Yoksa, Ahmet Baytursunoğlu’nun şairlik yeteneği, geride
bıraktığı şiir kitapları onun büyük şair olduğunun kanıtıdır. Ahmet Baytursunoğlu’nun şiirleri, “Masa”
(Sivrisinek) “Kırık Mısal” (Kırk Misal) isimli kitaplarında 1912-1922 yıllar arasında Sank-Petersburg,
Kazan, Orınbor şehirlerinde birkaç defa basılmıştır.
“Kırık mısal” (Kırk Misal) ünlü Rus edibi İ. Krylov’un şiirlerinin tercümesi ve o tarzda yazılan
şiirlerdir. Baytursunoğlu’nun edebî eserlerinde bu tarzı seçmesinde büyük bir anlam vardır. Fabıl tarzının
Kazak halkı için de yabancı olmadığını bilerek ve böylece halkı iyiliğe davet etmek, kötülüklerden uzak
durmayı öğütlemek için en kolay yol olarak düşünmüştür.
“Masa” adıyla topladığı şiir kitabında yer alan şiirler, şâirin temel eserleridir. Zamanında, Muhtar
Awezov “Kırık Mısal”ı “Kalın Kazak halkının devrim ruhunda duyduğu ilk kelimeler” diye
değerlendirmiştir. “Masa” kitabını ise Kazak okurlarına duyurulan ikinci millîyetçi slogan olarak
nitelendirmiştir.
Ahmet Baytursunoğlu’nun Gazeteciliği ve Yazarlığı
Ahmet Baytursunoğlu, döneminin önemli yayın organlarından “Kazak” gazetesinin Genel Yayın
Yönetmenliğini yapmış, “Aykap” dergisinin sayfalarında sayısız yazılar yazarak görüşlerini ortaya
koymuş, toplumun yapısını tanıyabilen onun için endişelenen bir gazeteci yazar olarak hafızalarda
kalmıştır.
Baytursunoğlu, genel olarak makale yazmıştır. 1911 yılında Aykap (2.sayı) dergisinde yayımlanan
“Kazak Ölkesi” (Kazak Diyarı) başlıklı makalesi ile başlayarak, 1912-1914 yılları arasında Kazak
gazetesin ve Aykap dergisine yazdığı “Oku Jayı” (Eğitim Durumu), “Bastauış Mektep” (İlk Okul),
“Kazak Jerin Alu Turasındağı Nizam” (Kazak Yerlerini İstila Etme Öncesi Nizamlar), “Kazak Hem Tört-
Duma” (Kazak Hem Dört Duma), “Jauap Hat” (Janşa Seydalin mırzağa) (Janşa Seydalin Bey’e Cevap
Mektubu), “Şarua Jayınan” (Köy Hayatı), “Bul Zamannın Soğısı” (Bu Zamanın Savaşı) gibi baş
makalelerde gündeme getirdiği konular, toplumsal önemi açısından tam anlamıyla bir gazetecilik
eseridir.
Ahmet Baytursunoğlu’nun gazete yazıları sadece Kazakça değil Rus dilinde de yayımlanmıştır.
“Jizn Natsiyonalnostey” (Milletlerin Hayatı) isimli dergide “Revolyutsia jane Kazaktar” (İhtilal ve
Kazaklar) (1919,sayı 29 (37)), “Tağı da Kazakstandağı Aştık Jayında” (Bir Kez Daha Kazakistan’daki
Açlık Hakkında) (1921, sayı 23 (121)) gibi makaleleri yayımlanmıştır.
Böylece, Ahmet Baytursunoğlu ilk olarak Kazak alfabesi islahatçısı ve okul kitaplarının yazarı,
ikinci olarak Arap alfabesinin temel alındığı Kazak yazı dili reformcusudur. Bu yazı dili, yirminci yüz
yılın ilk on yıllarından itibaren 20. yılların sonuna kadar Kazak kültürüne ve eğitimine hizmet etmiştir.
Baytursunoğlu’nun alfabesi, bu güne kadar kullanılmaktadır: Çin Halk Cumhuriyeti, Afganistan, İran
gibi ülkelerde yaşayan Kazak kardeşlerimiz ilk eğitimlerini bu alfabe ile alarak yazılarında da bu yazı
türünü kullanmaktadırlar. Üçüncü olarak Ahmet Baytursunoğlu, Kazak dili ve edebiyatını, kültür ve
tarihini araştıran ilk filolog, Kazakistan ilmînin temelini atan tarihçi ve âlimlerdendir.
KAYNAKÇA
1.Baytursunoğlu A. Til Tağlımı, (haz) Enesov, Mektepov. Almatı, 1992.
2.Sızdıkova R. Ahmet Baytursunoğlu, Almatı 1990.
3.Budak, Kazakistan Dünü Bugünü Yarını, Ankara 1999.
4.Güneşe uçan Kartal, (haz) Kayhan, Muhyayeva. Ankara 2000.
5.Kazak gazeti, Orınbor, 1913.
6.Özdemir A. Kazak Türklerinin Büyük Edebi Milliyetçi Aydın A. Baytursunoğlu,Erzurum 1995.
7.Auezov M. “Ahannın 50 jıldık toyı” Ak Jol gazeti, 1923.
Ahmet Necip Fāzıl Kısakürek’ in Hayatı ve Eserleri
Ауелбекова Шынар
Сулейман Демирел университеті
PhD. Аға оқытушы
Ергалиев Асхат
Экономика факультеті
Қаржы бөлімінің 1 курс студенті
Түйіндеме: Мақаламызда атақты түрік ақыны Ахмет Нежип Фазыл Кысакүректің өмірі мен
шығармашылығына тоқталып өттік. Ақынның өмірі мен еңбектерін кезең кезеңге бөліп оқырман
қауымға түсінікті болатындай етіп беруге тырыстық.
Ahmet Necip Fāzıl Kısakürek - Türk ve İslamcı şair, yazar ve fikir adamıdır. Necip Fazıl, 24
yaşındayken yayımladığı ikinci şiir kitabı Kaldırımlar ile tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak
tanınmış ve o devirde Türk basınının merkezi olan Bâb-ı Âli'nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır.
1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşayan Kısakürek, 1943-1978
arasında 512 sayı yayımlanan Büyük Doğu Dergisi yoluyla İslamcı görüşlerini kamuoyuna duyuran ve
Büyük Doğu Hareketi'ne önderlik eden bir siyasi eylemcidir. [1,162]
Ailesi ve ilk yılları 1904 yılında İstanbul'da Maraşlı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası o
sırada hukuk öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve
Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit muhacirlerinden bir
ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailenin tek çocuğu idi. Ailesi ona "Ahmet Necip" adını verdi. Necip
adını, babasının büyükbabası Necip Efendi'den aldı.
Çocukluğu dönemin ünlü hakimlerinden olan büyükbabası Mehmet Hilmi Bey'in Çemberlitaş'taki
konağında geçti. 15 yaşına kadar önemli hastalıklar geçirdi. 4-5 yaşlarında iken dedesinden okumayı
öğrendi ve büyükannesi Zafer Hanım'ın da etkisi ile tutkulu bir okuyucu haline geldi.
İlköğrenimini pek çok farklı okulda aldı. Kısa bir süre Gedikpaşa'daki Fransız Frerler Mektebi'nde
okudu. 1912 yılında Amerikan Koleji'ne kaydedildi ancak yaramazlıkları nedeniyle bu okuldan atıldı;
eğitimine önce Büyükdere'deki Emin Efendi Mahalle Mektebi 'nde, ardından yatılı bir okul olan ve Raif
Ogan'ın yönettiği "Rehber-i İttihat Mektebi"’nde devam etti. Sonraki yıllarda yakın dostu olacak olan
Peyami Safa'yı bu okulda tanıdı. Rehber'-i İtihat Mektebi'nde de fazla kalmayıp Büyük Reşit Paşa
Numûne Mektebi’ne ve daha sonra seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı Köyü'nün ilk
mektebine yazıldı. Kız kardeşi Sema'nın beş yaşında ölümünden sonra annesi vereme yakalanınca ailes
Heybeliada'ya taşındı ve böylece Necip Fazıl ilk öğrenimini, Heybeliada Numûne Mektebi'nde
tamamladı.
Bahriye Mektebi 1916 yılında, Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane'ye (bugünkü adı ile Deniz Harp
Okulu'na imtihanla girdi. Beş yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi
Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce
hayatının Necip Fazıl'a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte
öğrenci idi. Necip Fazıl, Bahriye Mektebi'ndeki öğrencilik döneminde şiirle ilgilenmeye başladı, tek
nüsha elle yazılmış "Nihal" isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine başladı. Okulda
iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini
orijinal dilden okuma imkanını buldu. Ahmet Necip olan adının "Necip Fazıl" olması bu okulda
gerçekleşti. Bahriye Mektebi'nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra ilave edilen dördüncü sınıfı
bitirmedi ve okuldan ayrıldı. İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki dayısının yanına
giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok genç yaşta olan babasını kaybetti.
Darülfünun yılları 1921 yılında İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi'ne girdi.
Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faru Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile
tanıştı. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde ilk şiirlerini yayımladı. 1924
yılında Maarif Vekaleti’nin Avrupa ülkelerine eğitim hayatlarının devamı için gönderilecek lise ve
Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup için açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki
eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi.
Paris yılları Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu okulda sezgici ve mistik
filozof Henri Bergson ile tanıştı. Paris'te bohem bir yaşam sürdü, kumar sevdasına tutuldu. Bir yılın
sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda kaldı .[2]
1934 yılına kadar yaşamı Paris'teki bohem hayatına bir süre İstanbul'da da devam etti. 1925'te ilk
şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştı. Bir
Hollanda bankası olan "Bahr-i Sefit Bankası"'nda başladığı bankacılığa Osmanlı Bankası'nda devam etti.
Kısa sürelerle Ceyhan, İstanbul, Giresun şubelerinde çalıştı. 1928 yılında ikinci şiir kitabı olan
"Kaldırımlar" yayımlandı. Kitap, büyük bir ilgi ve hayranlık topladı. Kumar, içki ve kadın tutkusu devam
eden Necip Fazıl'ın bu dönemde anılarında "Beyza Hanım" diye kodladığı kokain ile tanıştığı iddia edilir.
1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, İş Bankası'na "Umum Muhasebe Şefi" olarak girdi.
Bu kurumda 9 yıl çalışmış ve müfettişliğe kadar yükselmiştir. Ankara'daki yaşamı sırasında siyasal elit
ve aydınlar ile yakın ilişki kurdu; Falih Rıfkı ve Yakup Kadri ile sürekli birlikte idi.
1931-1933 arasında askerlik yaptı. Askerlik hayatının 6 ayı Taşkışla'nın 5. Alayının Zâbit kıtasında
neferlik; 6 ayı Harbiye’de İhtiyat Zâbit Mektebi’nde öğrencilik, 6 ay aynı yerde subaylık yaptı.
Askerliğini yaptıktan sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi"'nin yayınlanmasından
sonra ününün zirvesine ulaştı. Dergilerdeki hikaye yazılarını "Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil" adlı kitapta
topladı.
1934-1943 yılları arasındaki yaşamı 1934 tarihi, Necip Fazıl biyografisinde bir dönüm noktası oldu.
O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştı. Ahmet Arvasi ile Eyüp Sultan'daki Pierre Loti
Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet
dönüşümü yaşadı. Ahmet Arvasi ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl'ın şiirlerinde bu
tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı. Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı
derin fikir buhranın ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan "Tohum" adlı tiyatro
oyununu yazdı (1935). Müslümanlık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser, Muhsin Ertuğrul
tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü
halde halkın ilgisini çekmedi. 1936'da bir kültür –sanat dergisi olan "Ağaç Mecmuası"'nı çıkarmaya
başladı. İlk sayısı 14 Mart 1936'da Ankara'da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan sonra İstanbul’da
çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı
gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı. Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen
derginin yayın hayatı 16 sayı sürdü. 1937 yılında tamamladığı "Bir Adam Yaratmak" adlı piyesi ilk defa
1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye kondu ve
büyük ilgi yarattı. Eser, insanın ve aklın güçsüzlüğünü ortaya koymakta ve pozitivizmi, kuru akılcılığı
reddetmektedir. 1938 yılı başlarında yeni bir milli marş yazılması için "Ulus" gazetesinin açtığı
yarışmaya ile ilgili olarak kendisine yapılan teklifi benimsedi ancak yarışmanın vazgeçilmesi şartını öne
sürmüştü. Bu şartı hemen kabul edildi ve böylece "Büyük Doğu Marşı" şiirini yazdı. Şiire verdiği
"Büyük Doğu" adı, daha sonra çıkaracağı derginin adı oldu. 1938 sonbaharında bankacılıktan ayrılan
Necip Fazıl, Haber Gazetesi'ne girerek gazeteciliğe başladı. Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından
atandığı Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı'nda öğretim üyeliğini kısa süre sonra bıraktı ve kendisine
İstanbul'da bir görev verilmesini istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atanan
Necip Fazıl, Robert Kolej'de edebiyat öğretmenliği yaptı. 1934'te yaşadığı buhranlı dönemini anlatan
"Çile" adlı şiirini 1939'da yayımladı. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir
eser kaleme aldı. Namık Kemal’in 100. doğum yıldönümü dolayısıyla yayımlanan kitapta Namık Kemal'i
şairliği, romancılığı, oyun yazarlığı, fikir adamlığı konularında yerden yere vurdu.
1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendi. Bu evlilikten Mehmed (1943), Ömer (1944), Ayşe
(1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu.
1942 kışında yeniden askerlik yapmak üzere 45 gün için Erzurum'a gönderildi. Askerde iken siyasi
bir yazı kaleme alması nedeniyle mahkum oldu ve ilk kez hapis cezası aldı; Sultanahmet Cezaevi'nde
hapis yattı.
1943-1949 arasındaki yaşamı Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal tavrını ve Türk
modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden
araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı "Büyük Doğu" dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde
çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergide daha
sonra değişik takma adlarla Necip Fazıl'ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Dergi, ilk olarak 1943
yılının Aralık ayında "dinî neşriyat yapmak ve rejimi beğenmemek" gerekçesi ile birkaç aylığına
kapatılırken Necip Fazıl, Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki işinden kovuldu.
Dergi, Şubat’te tekrar yayınlandı ancak "rejime itaatsizliği teşvik" suçlamasıyla Mayıs 1944'te Bakanlar
Kurulu kararıyla kapatıldı. Gerekçe, "Allah'a itaat etmeyene itaat edimez" hadisinin Tek parti yönetimini
işaret ettiğine inanılmasıydı. Necip Fazıl, ikinci defa ikinci askerliğe sevk edilerek Eğirdir'e sürüldü.
2 Kasım 1945’te Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladı. Dergide artık daha çok dini yazılara
yer veriliyordu ve yazıların çoğu, "Adıdeğmez" mahlasını kullanan kendisinin kaleminden çıkmaktaydı.
Dergisinin üst üste kapatılmalarından sonra radikalleşen Necip Fazıl, 4 Aralık 1945 günü gerçekleşen
Tan baskını sırasında Vakit Yurdu denilen binanın penceresinden olayları izledi ve kendisine sevgi
gösterisi yaparak binanın önünden geçen gençleri alkışladı. Büyük Doğu, 13 Aralık 1946 tarihli sayıdaki
yazısı nedeniyle tekrar kapatıldı. Necip Fazıl, dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli
piyesinden dolayı "milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. 1947 baharında
Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya başladı. 6 Haziran'da Rıza Tevfik'e ait "Abdülhamîd'in
Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı bir şiirin yayınlanması sebebiyle dergi mahkeme kararıyla tekrar
kapatılırken Necip Fazıl tutuklandı. Derginin sahibi görünen eşi Neslihan Hanım ile birlikte "Padişahlık
Propagandası Yapmak - Türklüğe ve Türk Milletine Hakaret"ten yargılanan şair, 1 ay 3 gün tutuklu
kaldıktan sonra beraat etti. Bu tarihten sonra dergide sadece İslamcılığı öven yazılar değil; Yahudilik,
Masonluk, komünizm düşmanlığı içeren yazılar yayımladı. 1947 yılı içinde "Sabır Taşı" piyesi "C.H.P.
Sanat Mükâfatı"na lâyık görülse de jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi.
Aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı bir dönemde "Borazan" adlı mizah dergisini üç sayı çıkaran Necip
Fazıl, hakkındaki beraat kararı 1948 yılında Temyiz Mahkemesi tarafından bozulunca geçimini sağlamak
için evindeki tüm eşyaları satmak zorunda kaldı.[3, 35-39]
Büyük Doğu Cemiyeti Sanatçı, 28 Haziran 1949'da Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdu. Başkanı olduğu
dernekte başka yardımcısı Cevat Rıfat Atilhan ve genel sekreter Abdurrahim Rahmi Zapsu idi. 1950'de
derneğin ilk şubesi Kayseri'de açıldı. Necip Fazıl, Kayseri'deki açılıştan İstanbul'a döndükten sonra bir
yazısı nedeniyle tutuklandı; "Türklüğe hakaret davası"'nda verilmiş beraat kararı Nisan ayında temyiz
mahkemesi tarafından bozdurulunca eşi Neslihan Hanım ile birlikte hapse girdi. 1950 genel
seçimlerinden sonra seçimden zaferle çıkan Demokrat Parti’nin çıkardığı Af Kanunu ile hapishaneden
tahliye edilen ilk kişi olarak 15 Temmuz'da serbest kaldı. 18 Ağustos 1950'de Büyük Doğu'yu yeniden
çıkarmaya başladı. Necip Fazıl, dergide Adnan Menderes’e açık mektuplar yayınlayarak partiyi İslam
ekseninde geliştirmesini önermekteydi. O yıl Büyük Doğu Cemiyeti'nin Tavşanlı, Kütahya, Afyon,
Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı.
22 Mart 1951 yılında "Kumarhane Baskını" olarak anılan olay gerçekleşti. Beyoğlu'nda bir
kumarhaneye düzenlenen baskında yakalanan Necip Fazıl, bu olay nedeniyle 18 saat karakolda tutuldu.
O dönemki açıklamalarında röportaj yapmak üzere kumarhanede olduğunu ifade eden; daha sonraki
yıllarda ise Büyük Doğu'yu koruma için bir adam tutmak üzere orada olduğunu açıklayan Necip Fazıl'a
göre bu olay Demokrat Parti'nin bir komplosudur.
30 Mart 1951'de dergisinin 54. sayısını çıkardı. Ancak dergi henüz bayilere dağıtılmadan hakkında
toplatılma kararı çıktı. Bu sayıda yer alan imzasız bir yazısı nedeniyle tutuklanan Necip Fazıl, 19 gün
tutuklu kaldı. 9 ay 12 günlük mahkumiyet kararı çıkınca mahkumiyetini dört ay erteletti; ardından
hastaneden 3 aylık bir tecil raporu aldı.
Necip Fazıl, başkanı olduğu Büyük Doğu Cemiyeti'ni ani bir kararla 26 Mayıs 1951'de feshetti.
Örtülü ödenekten aldığı paraya karşılık cemiyeti kapattığı iddia edilir. Kurmayı düşündüğü Büyük Doğu
Partisi'nin ana nizamnamesini 15 Haziran 1951'de Büyük Doğu Dergisi'nde yayımladı. Öngördüğü
düzende CHP'nin Altı ok'una karşılık Büyük Doğu'nun Dokuz Umdesi, Milli Şef'e karşılık İslâmi bir
yüce olan "Başyüce" vardı. Programa göre faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, her türlü keyif
verici maddenin yasak olduğu, suçluların kısas yöntemi ile cezalandırılacağı bir ülke yaratılacaktı. Necip
Fazıl, Haziran 1951'de dergiye ara verdi. Son sayıda “Müslüman Türklerin günlük gazetesi çıkacak”
haberini verdi. Günlük Büyük Doğu Gazetesi 16 Kasım 1951'de yayına başladı.
Necip Fazıl'ın 1951'deki mahkumiyet kararı ile ilgili hastaneden aldığı tecil raporunun süresinin
dolduğu sırada 22 Mayıs 1952'de "Malatya Hadisesi" meydana geldi. O gün Vatan gazetesinin sahibi ve
başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip Fazıl, Hüseyin
Üzmez'i azmettirmekle suçlandı. 1951'deki mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını
çekerken "Maskenizi Yırtıyorum" başlıklı bir broşür yayımlayarak 1943'ten beri başına gelenlerin ve
Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık 1952). Malatya hadisesi
davası halen devam etmekte olduğundan 1951 mahkumiyeti ile ilgili cezası dolduktan sonra bir süre daha
tutuklu kaldı. Malatya Davası'ndan suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı. 1957'de
çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı. 1958'de, Türkiye Jokey
Kulübü'nün ısmarlamasiyle "At'a Senfoni" adlı bir eser kaleme aldı. 1960 darbesinden sonra 6 Haziran'da
evinden alınan Necip Fazıl, 4,5 ay Balmumcu garnizonunda tutuldu. Basın Affı nedeniyle tahliye edilse
de Atatürk'e hakaret suçu içerdiği iddia edilen bir yazısı nedeniyle mahkumiyet kararı o Balmumcu'da
iken kesinleştiği için, tahliye edildiği gün tekrar tutuklandı ve Toptaşı Cezaevi'ne sevkedildi. 1 yıl 65
günlük cezayı doldurduktan sonra 18 Aralık 1961'de serbest kaldı.[4,20]
1960'tan sonraki yaşamı Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal, sonra Son posta gazetelerinde
yazarlığa başladı. 1963-1964'te Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi. 1965'te "b.d. Fikir
Kulübü'nü kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika
etti. 1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet'e "Büyük Doğu Yayınevi"'ni kurdurdu. "Esselâm"
isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli
yayınına başladı 23 Kasım 1975'te Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı
münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek
"Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat
Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli
eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi.
“İman ve İslâm Atlası” adlı eserini yazmak için 1981 yılında Erenköy'deki evinde odasına kapandı.
Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan Turgut Özal'ı sık sık odasına kabul etti, tavsiyelerde bulundu.
Atatürk aleyhinde işlenen suçlar hakkındaki kanuna aykırı fiilinden dolayı 8 Temmuz 1981 tarihinde
Atatürk'ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay 9. ceza dairesi tarafından
onaylandı. Davaya konu olan "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin," adlı kitabın
herhangi bir suç unsuru teşkil etmediği mahkemenin atadığı bilirkişi tarafından rapor edilmişse de Necip
Fazıl "Atatürk'e hakaret etmeye meyilli olmak" gerekçesiyle mahkûm edildi.
25 Mayıs 1983'te evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi.[1,
170]
Necip Fazıl'ın Vasiyeti
Достарыңызбен бөлісу: |