1) Bu vasiyet çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade,onların da
içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni
gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve
Resulüne perçinli herkes. Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı
işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek
sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese.
2) Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle,
mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde
toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü; başka herşey hiç ve batıl" demekten ibarettir.
3) "Büyük Doğu Yayınları" kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında
mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten
mahrum ve ne varsa - isterse nokta veya virgül olsun - onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve
bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere
bağlıyorum. İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir, arkamdan
gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslama pazarlıksız ve
sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri
eser çerçevem dışına çıkarıldığı, herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için
nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek
isteyeceklere - çok denenmiştir - şu cevap verilmelidir: "Koca Hz. Ömer bile Allahın Resulünü
öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç
ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuşmudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte
faziletlerin en büyüğü vardır." Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla
benim değil; sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan, yani nasip olursa tarafımdan
bütünleştirildikten sonra benim. Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu
ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirascılarımın ve manevi mirasçım
gençliğin. Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü
hafifçe bile olsa örselerse, tezgahını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına
geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.
4) Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!
Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım: 1935 yılında, Mürşidim ve
Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini
tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve
Türkün tarih muhasebesini İslami tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar,
kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı" buyurdular. İşte hususi zarfında duran bu
kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler.
5) Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkan aleminde en küçük pay
bulundukça, biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına
defnedilmektir. Elden gelen yapılsın.
6) Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle
bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak
gerektiği de beni sevenlerce malum. Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna.
7) Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede, kim olursa olsun,
kadın. Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! Ve "bid'at" belirtici hiçbirşey! Başucumda ne nutuk, ne
şamata, ne medh, ne şu, ne bu. Sadece Fatiha ve Kur'an.
8) Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz
bulunmayacak. Mevlid de istemem! Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'an.
9) Şimdi sıra en büyük dileğimde. Müslümanlardan, eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan
varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhengi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "Necip
Fazıl'ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit) namaz kılması ve yine birgün oruç
tutması. Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce
de rahmettir. Her ferdin, en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi. 70
bine dolması lazım. Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri. Ölünceye dek,
üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek
azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı
müslümanlardan bekliyorum. "Şey'en lillah"tabiriyle bana Allah için birşey veriniz! Yardımınızı
esirgemeyiniz!
10) Allahı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! Olanca sevgi ve
nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
11) Benide Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi
olarak arada bir hatırlayınız![2]
KAYNAKÇA
1. M. Orhan Okay “Edebiyat ve kültür dünyamızdan: makaleler, denemeler, sohbetler” sf. 162,
Akçağ (1991)
2. www.tr.wikipedia.org
3. Mehmet Nuri Şahin “Doğumunun 100. yılında Necip Fazıl Kısakürek” T.C. Kültür Bakanlığı
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Yayınları (2004)
4. Ayşe Hür, Necip Fazıl’ın Öteki Portesi, Radikal Gazetesi, 06.01.2013
5. Halan Gülseven, Türk Sağının Mümtaz Lideri! , Yurt gazetesi, 07.01.2013
6. Doğan Hızlan, Bir Anlık Heyecan Hayatını Değiştirdi, Hürriyet gazetesi, 28.01.2006
7. Arif Demirer, Adnan Menderes Necip Fazıl’a 147 bin lirayı neden ödedi-1, Anayurt Gazetesi,
14.08.2012
YAHYA KEMAL’İN ŞİİRLERİNDE İSTANBUL
Dilek Eren
Süleyman Demirel Üniversitesi
Türkoloji Bölümü
Ayşe Çiftçi
Süleyman Demirel Üniversitesi
İki Yabancı Dil Bölümü,
Türk şair, yazar, bürokrat, siyaset adamı.. Milli Edebiyat anlayışına destek vermek için, illa ki dilin
arılaştırılması gereğini kabul etmemiş; "Servet-i Fünun" edebi akımının etkisinde yazmaya başladığı,
sonrasında ise kendine özgü üslubunu bulduğu, musiki tadındaki şiirleriyle, edebiyatın müzik notalarıyla
hayat bulabileceğini göstermiştir.
1884 yılında Üsküp'te dünyaya gelmiştir. Annesi; ünlü divan şairi Leskofçalı Galip’in yeğeni Nakiye
Hanım; babası dönemin Üsküp Belediye Başkanı İbrahim Naci Bey'dir. Asıl adı "Ahmed Agâh"'tır.
“Esrar” takma adı ile şiirler yazar. [1] Okuduğu Fransızca romanların etkisi ve ve Jön Türkler’e duyduğu
ilginin etkisiyle [2] 1903 yılında[3] II. Abdülhamit baskısı altındaki İstanbul’dan kaçarak Paris’e gitti.
İstanbul’a 1912’de geri döndü.
Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Yakup Kadri gibi şahsiyetlerle tanıştı. 1916’da Ziya Gökalp’in tavsiyesi ile
Darülfünun’a Medeniyet Tarihi müderrisi olarak girdi. Sonraki yıllarda Garp Edebiyatı Tarihi, Türk
Edebiyatı Tarihi derslerini de okuttu.[2.2]
Türkçeyi mısralarına birer musiki notası gibi işlemiş; milli edebiyatın "kelime sihirbazı" olarak kabul
edilmiştir. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Beyatlı, hiçbir zaman kitap yayımlamamıştır.
Edebiyatımızın son büyük üstatlarından olan Yahya Kemal Beyatlı tam bir İstanbul aşığıydı. Yahya
Kemal’in İstanbul’u bu kadar sevmeye iten sebepler nelerdi? Bu sevgisi ne zaman ve hangi koşullarda
başlamıştı? Yahya kemalin şiirlerine sığdıramadığı İstanbul nasıl bir İstanbul’du? Bu durumu açıklayacak
olursak:
Yahya kemal hayatının ilk yıllarını Üsküp'te geçirir. İstanbul ile ilk tanışması sirkeci garında
gerçekleşir. Bu ilk tanışma Yahya kemalin hoşuna gitmez. Garda yol tezkerelerinin muayene eden
komiserin taşralılara davranışı hoşuna gitmez. can sıkıntısı ile arabaya binen genç şairimiz, akrabası olan
İbrahim beyin konağının yolunu tutar. Basının ‘’Yeni Osmanlılar’’ taraftarı olması sebebiyle, daha
Üsküp'te bu fikrin savunucularına sempati duyan şairimiz, ilk münasebetinin tatsız başlamasını sultan II.
Abdülhamit in usul_ı iradesine bağlar. O günlerde propaganda edilen fikirlerin etkisiyle, sultan II.
Abdülhamidin idaresine karşı aleyhte düşünceler beslemeye başlar. Yahya kemal bu siyasi ortamdan
ürkmüş ve daha çocuk denecek yaşta Paris’e gönüllü olarak gitmiştir. Çünkü hasta adam olarak tabir
edilen Osmanlı devletinin son dönemlerine tanıklık eden Yahya kemal; yeni ufuklara ve hayallere yelken
açarak o karamsarlıktan kurtulmayı amaçlar ve yıl 1903’te İstanbul’dan ayrılır. Paris’e farklı duygularla
yerleşen şairimiz Albert Sorel’in dolaylı da olsa teşvikiyle tarihimizle tanışır. Bu tanışma Yahya Kemal’i
adeta kendisiyle buluşturan ona kimliğini öğreten bir tanışmadır.
•Bu tanışmayla çocukluğu gözünün önüne gelir: annesinin vasiyeti kulaklarında başka bir yankı
bulur.
Çocukken
okuduğu
Battal
Gazi
destanı
ruhuna
farklı
seslenir.
•Her yaz şimale doğru koşan Türk akıncıların öksüz bıraktıkları topraklar hasretle yüreğini yakar.
Bunu şu mısralardan kolaylıkla anlayabiliriz.
Elli bin atlı koymamak azmiyle kına
Dolu dizgin koşuyorlardı akından akına…
Milliyetçilik akınının Yahya kemalin ruhuna Albert Sorel’in teşvikiyle yavaş yavaş girdiğini biliyoruz.
Aslında bu ilhamı tetikleyen o dönemde önemli olayların etkisi yadsınamayacak kadar mühimdir
Yahya Kemal tarih araştırmasıyla başladığı çalışma ona kültürümüzü ve kimliğimizi tanıma imkanı
vermiştir. Yahya Kemal Türk tarihini maddi ve manevi bütün yönleriyle ele almış bir şairdir.
Dolayısıyla Yahya Kemalin yapmış olduğu bu araştırmalar onu dünyanın yedi harikasından biri olan
İstanbul’a götürmüştür. İstanbul birçok kültürü ve medeniyeti bünyesinde barındıran bir şehirdir.
Ceddimiz nurlu mührünü 1453 yılında kostantine vurduğundan beri milletimizin kalbi yıllarca, asırlarca
bu şehirde atmıştır. Kalp atışlarımız bu şehrin her tarafına nakşedilmiştir. İşte bu duyguları bünyesinde,
ruhunda hisseden şairimiz(1912) İstanbul’a döndükten sonra İstanbul’u herhangi bir şehir gözüyle
görmemiştir. O adeta İstanbul un aşkıyla yanıp tutuşan bir sevgili bir mecnun olmuştur. Onun İstanbul
sevgisinin temelinde ‘mazi’özlemi yatar.Osmanlı devletinin içinde bulunduğu sosyal,kültürel ve siyasi
bunalım onu mazinin ruh iklimlerine gönderir.
‘Bin atlı akınlı çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle!
Bir yaz günü geçtik Tunadan kafilelerle… Mısralarıyla şairlerimiz adeta o günlerin fetih sevincini
yeniden duyuyordu.
Manzum ve mensur eserleriyle Yahya Kemal, edebiyatımızda İstanbul’ un en iyi işleyen ustadır.
Ona göre İstanbul: Türk milletinin karakterinin simgesidir.
O İstanbul’un her semtinde bu yüce milletin başka başka karakterlerini keşfetti. Her keşfediş onu
milletine biraz daha bağladı. Milletini yücelten kültür değerlerini anlamaya çalıştı.
Yahya Kemale göre İstanbul mazisi Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u Türk diyarı yapmasıyla
başlamıştır. Yahya Kemal bu durumun İstanbul için bir bahtiyarlık olduğunu öne sürmüştür. İstanbul’u
önemli kılanın Müslüman Türk düşüncesi ve medeniyetidir. Yahya Kemal İstanbul’u Bizans’tan aldığımız
bir şehir olarak görmemiş, İstanbul’u vatanın timsali olarak kabul etmiştir. Ona göre İstanbul Türklüğün
ve Türk vatanının bir özeti bir bütünüdür.İstanbul’u tanımak Türk milletini ve Türk medeniyetini
tanımakla eşdeğer durumdadır.
Yahya kemalden önce İstanbul’u konu alan şairlerde olmuştur. Baki, Nedim, Atayı vs… fakat bu
şairler İstanbul’u kısım kısım işlemişlerdir. Yahya Kemal ise şiirlerinde İstanbul’u bir bütün olarak ele
almıştır. Bu özelliği ise onu diğer İstanbul şairlerinden ayrı kılan bir özelliktir.
Sanat diye sevgi diye, zevk diye
Ruhumuzun kulağımızın küpesi
Fuzuli, Naili, Neşati, Nedim
Bu akşam alnından bir bir öpesi
O,yedi tepeyi en iyi gören İstanbul’unun sekizinci tepesi!..
Behçet Kemal bu dizelerle Yahya Kemalin Türk şiirine dört büyük hizmeti olduğunu söyler:
Birincisi: Divan edebiyatında eskimeyecek, modası geçmeyecek ne varsa onu aldı,yeni şiirimize,yeni
zevkimize getirdi ve ekledi.
İkincisi: Batı şiirinin örneği, tek konulu (poem)uzun, derin şiiri Türkçe ile gerçekleştirmiştir.
Üçüncüsü: Namık kemalden Ziya Gökalp’e kadar Fikretlerin ve Akiflerin hep birer maksat uğruna
harcadıkları alet ettikleri şiir haysiyetini seviyesini iade etmek onu halis şiir saflığına ve niteliğine
yükseltebilmek, bu meyli ve yolu bütün yeni nesillere telkin etmek olmuştur.
Dördüncü büyük hizmet ise: Türk ilinin en güzel şehri olan İstanbul’u semt semt, mahalle mahalle,tepe
tepe gezerek şiirlerine tabiat güzelliğini de katarak konu almasıdır.
Örneğin İstanbul’un en ücra, en fakir kısmı için mısralar:
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada
O kadar komşu ki adım atsa da birinden birine
Kavuşur karşıda, kaybettiği bir sevdiğine
Serviliklerde sükun, yolda sükun, evde sükun;[4]
İstanbul’a dönmek isterim ben
Bin bir tepe yükselen boğazdan, Baktıkça vatan görünsün engin; Her yıl, bir ömür oyunca,yazdan[5]
Vatanın engin bir şekilde göründüğünü söylediği mısrada aynı zamanda vatanın aynası olarak
İstanbul’u gördüğünü ileri sürmektedir.
Yahya kemal Nihat Sami Banarlı ile yapmış olduğu bir konuşmasında şunları söyler.’’ O kadar ki İstanbul,
bütün Türk tarihinin,Türk coğrafyasının bir terkibi, hülasası tecellisi olmuştur.bu idrak beni gün geçtikçe
sarmaya ve İstanbul’a bağlamaya başladı.anladım ki hakiki vatan ve insan mesut edecek tek yer,bütün
vatanın ruhunu teşkil eden bu şehirdir…’’[6]
Yahya kemalin şiirlerinde İstanbul’un hemen her semti, boğaz, Üsküdar, Koca Mustafa Paşa, Adalar,
Erenköy, Moda, Çamlıca ve daha nice semtler; gezip görmediği köşe bucak bırakmamış. her birinde
başka bir güzellik başka bir tat bulmuş,halkıyla camisiyle,mescitleriyle, baharı,güneşiyle İstanbul’un her
halini görmüş ve sevmiştir. Bu durumu ise bize şu dizelerle aktarmaktadır:
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul;
Görmediğim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrün oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul.
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.[7]
Yahya kemal bir başka şiirinde yine İstanbul’a bakarken rüya gibi bir yaz akşamında bir Türk kızının
güzelliğinde, bütün bir Türk tarihinin izlerini bulmuş ve hele sesinde, konuşmasında İstanbul’un ahengini
duymuştur. Yine bu açıklamaya bir örnek verecek olursak şu dizeleri dile getirmek uygun olacaktır
sanırım.
Rüya gibi bir akşamı seyretmeğe geldim.
Çok benzediğin memleketin her köşesinden
Baktım: konuşurken daha bir kere güzeldin
İstanbul’u duydum daha bir kere sesinde[8]
Yahya kemalin şiirlerinde Üsküdar’ın daha özel bir yeri vardır. Bunu şiirlerinde gördüğümüz kadar
nesirlerinde de görmek mümkündür.
Ötmekte fecre karşı horozlar birer birer,
Geçtikçe her dakika belirmektedir seher.
Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında biz,
Görmekle şimdi bir yaşayan vecd içindeyiz.
Etrafı okşuyor mayısın taze rüzgârı,
Karşımda köhne Üsküdar’ın dost ışıkları.[9]
Üsküdar asıl İstanbul fethi rüyasını gören şehir olarak gıptayla hatırlanacak yerdir.Üsküdar tam elli
üç gün nefes almadan gözleri dolmuş,tepelerden bu büyük hadiseyi bir sinema şeridi gibi seyretmiş,
türkün İstanbul’un asıl fethettiğini görmüş.o tarihte Üsküdar’da yaşayanlar
‘’kadı_erkek,genç_ihtiyar’’aynı heyecan içinde bu muazzam sahneyi izlemiştir.
Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der:hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!...[10]
Yahya kemalin İstanbul’u semt semt gezmiş olduğunu daha önce söylemiştik. işte Yahya kemalin iftar
vakti halkın boş bıraktığı semtlerden biri olan ‘’Antik Valide’’ semti üzerine yazmış olduğu bir şiiri:
İftardan önce gittim antik valide semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, fakat ramazan maneviyatı
Bir tatlı intizara çevirmiş,sükuneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler.
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer….[11]
Şairimiz Çamlıca semtini de ayrı bir sevgiyle sevmektedir.Öyle ki bu sevgi Yahya kemal’in gazeline
adını verecek kadardır. Yahya Kemal gazeline Çamlıca adını verir.
Biz şi’ri böyle söyledik ağyar söylesün
Hem dost söylesün bunu hem yar söylesün[12]
Çamlıca, şairimizin bir başka şiirinde, onun gurbetten dönerken İstanbul’la duyduğu özlemi,
sabırsızlığını anlatan ‘’Karnaval ve Dönüşte’’ belirgin bir imge olarak kullanılır.
Ben yolcuyum bugün,
Nis karnavalda eğlence dursun
Ben yolcuyum bugün, yolun ufkunda çamlıca
Hala görünmüyor;
Hala görünmüyor diyerekten sabırsızım
Yıllarca sevdiğim adalar, sevdiğim deniz
Artık görünseler…
Görsem Erenköy’ündeki leylaklı bahçede
Cananla bir zamanlar buluşup içtiğim yeri [13]
Çamlıca semti gibi ‘’bebek’’ semti d şairimizin gazelinin ismi olur.
Cihanda olmadı bir hisse_i verasetimiz
Bebek Koyu’nda temaşa_yı abdan başka
Yahya kemal İstanbul’u tarihi yapılarıyla da şiirlerinde işlemiştir.İşte buna bir örnek:
Rumeli Hisarı:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisar’dan mı? Kavaklar’dan mı?[14]
Yahya Kemal, Rumeli hisarını mevzu edinen eserleri daha çok nesirlerinde işlemiştir.
Emirgan, İstinye, Kalender, Sarıyer:
Emirgan ve İstinye semtleri şairimizin şiirlerine konuk olurken; Tarabya,Büyükdere,Sarıyer gibi semtler
ise düzyazılarında daha çok yer alır.
Birden kapandı birbiri ardına perdeler…
Kandilli,Göksu,kanlıca,İstinye neredeler?[15]
Yahya kemal şiir ve musikinin ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmuştur.
Yahya kemal şiirlerini adeta bir musiki eşliğinde yazmış diyebiliriz. Aşağıdaki dizelerde boğaz Yahya
Kemalin mısralarında musikileşen mısralarla anlatılmıştır.
Dün bezminizm bir ezeli neş’esi vardı,
Saz sesleri ta fecre kadar Körfezi sardı;
Vaktaki sular şarkılar inlerken ağardı,
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden![16]
Bestesiyle hatıralarda tazeliğini yitirmeyen, etkisini hala devam ettiren bir şarkısında musikiyle birleşen
‘Körfez’ zaman teminde genişler. Şairimizin bir başka şiiri olan Geçmiş Yaz şarkısında ,doğanın güzelliğini
aşk ve hatıra motifiyle tamamladığını görebilmekteyiz.
Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtab…iri güller…..ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rü’ya duruyor yerli yerinde![17]
Klasik Türk musikisi sevgisini ve özlemini büyük bestekâr ITRİ’ de sembolleştiren şairimiz,
‘’boğazdan’’ bütün vatan sularına bu musikiyle seslenir.
Musikisinde bir taraftan din,
Bir taraftan bütün hayat akmış;
Her taraftan, boğaz, o şehrayin
Mavi Tuncuyla gür Fırat akmış.[18]
Yahya kemal şiirlerinde büyük önem vermiş olduğu Boğaziçi’ne, nesirlerinde de aynı önemi vermiştir.
Buna örnek sunacak olursak: Aziz İstanbul adlı kitabında güzellik öğeleri çerçevesinde ele aldığı mekanı
(boğaz), aynı zamanda eski konumuyla karşılaştırır.
‘’Boğaziçi, iki sahil boyunca köy köy, Kavaklardan Marmara’ya kadar yalı mimarisiyle süslenmiş,
yeryüzünde yalnız kendine benzer, başka bir şehir olmuştur.’’[19]
Tevfik Fikret ‘istibdat’ yönetimine lanet ederek ‘sis’ adlı şiiri yazar. Fakat Yahya Kemal’in bu duruma
canı sıkılır ve ruhu daralır ve ‘sis’adlı şiire şu şekilde yanıt verir:
Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre göller.[20]
Bu dizeleriyle Yahya Kemal İstanbul’un eşsiz güzelliğini vurgularken aynı zamanda batı edebiyatının
dilinden düşürmediği, dillere destan ettiği İsviçre gölleri bile ancak Boğaz’ın sisle kapanıp bulanık bir
duman halini almış olduğu ana benzeyebilir.İstanbul hiçbir şehirle ,hiçbir ülkeyle karşılaştırılamayacak
kadar güzel bir memlekettir.
Yahya Kemal’in şiirleri kadar düz yazılarında da İstanbul’u konu aldığını daha önce söylemiştik.İşte bu
semtlerden birisi ‘’Eyüp’’ile Saatler ve Manzaralar’’ başlıklı makalesinin üçüncü kısmındaki ‘’Eyüp’de
Namaz Saati’’ Aziz İstanbul adlı kitabında yer almıştır.[21]
Yahya kemal Koca Mustapaşa mahallesine de şiir yazmıştır.bu şiir semtle aynı adı paylaşır ve koca
mustapaşa şiiri bir orkestranın bütünlüğünü bozmadan,birbirini kovalayan temlerin yakaladığı sembol ve
motiflerle kaynaşan ve sonra yine özüne dönen melodilerini tekrar dinlemekten daima zevk
alabileceğimiz bir senfoni gibidir.bu yönden bu manzume ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ formunda bir
senfonik şiir olarak nitelendirilmektedir.
Kuru ekmekle,bayat peyniri lezzetle yiyen
Çeşmeden her su içerken ‘’Şükür Allah’a diyen[22]
Koca Mustapaşa adlı şiirin çok önemli bir özelliği vardır. Açıklayacak olursak;Yahya Kemal’in İstanbul
sevgisinin yanında bu şehrin tarih ve sosyal unsurlarından semtinin, çok özel tasvirlerini buluşturup bir
araya getiren kendine has tek eseri bu eserdir.
Yahya kemalin yaşamında bir süre yer edinen adlar, onun yalnızca ikamet ettiği mekan olarak
değil,sevdiği ve birçok konuya ilham olan doğa güzelliklerini unutamadığı bir yerdir. Öyle ki adalar Yahya
Kemal’in şarkılarından birisine nakarat olacak kadar yazarımıza ilham vermiştir.
Sen şarkıların duruğu bir lahza kenarda,
Yadet ki sevişdikti ilahi Adalarda!
İçten!soğuk ellerle hazin alnını sar da,
Yadet ki!sevişdikti ilahi Adalarda[23.1]
Yahya Kemal’in şiirlerinde İstanbul adlı konuyu buraya gelene kadar şairimiz Yahya Kemal’in kaleme
almış olduğu şiirleriyle incelemiş bulunuyoruz.görüyoruz ki Yahya Kemal İstanbul’un her semtini
gezmiş,dizelerinde ilmek ilmek işlemiş,adeta sözcüklerle bir bina kurmuştur. Yahya Kemal İstanbul aşığı
İstanbul hayranıdır. İstanbul’u okuyucuya yeniden keşfettirir.İstanbul ,Yahya Kemal için vazgeçilmez bir
‘’tema’’dır.
Sonuç olarak Yahya Kemal’in eserlerini manzum ve mensur olarak ele aldığımız zaman tarihi, siyasi,
edebi konuya, müzik ve sahne sanatlarından şehircilik ve güzel sanatlara açılan bir yelpazede İstanbul,
onun şiir ve düz yazılarının bazen başlığı, ana düşüncesi,bazen asıl tem ve motiflerinin içeriğinde
tasvirlerinin en güzel örneklerini oluşturmuş olduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz.
Yahya Kemal ve şiirlerini okuyanlar İstanbul’u ve Türk tarihini daha iyi kavrayacaklar ve kendi
kültürlerini ilelebet yaşatacaklardır. Çünkü Yahya Kemal şiirlerinde İstanbul sevgisini aşılarken aynı
zaman da yurt sevgisini aşılamaktadır.
Yapmış olduğum araştırmalar sonucu Yahya Kemal’i en iyi yorumlayan öğrencisi ve yakın dostu olarak
karşıma çıkan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1950 yılında yayımlanmış olan bir yazısından alınmış ve
araştırmacılar tarafından Yahya Kemal’i bir parça da olsa tanıtmaya çalışan eser olarak karşıma çıkan
yazıdan alıntı yaparak son sözü söylemiş olacağım.
Birgün bizden çok sonra
Yahya Kemal’i hatırlayacak olanlar, bu körfezde ve şehrin her kuytu köşesinde ve bütün rüzgarlara
açık her tepesinde O’nun sesini duyarak, aynı derin saadeti, sanatın bize ikrar ettiği ve hayat planımızı
değiştirdiği,onlarda duyduğumuz o ilahi saadeti tadacaklardır.Onun dikkati bize öğrettiği için artık
biliyoruz ki,şehirlerin ve ülkelerin bir sesi vardır.O halde tereddütsüz söyleyelim,Yahya Kemal vatanın ve
İstanbul’un sesidir.[24.1]
KAYNAKÇA
Достарыңызбен бөлісу: |