MOĞOLLARIN ÇİNCE TARİHİNDE KIPÇAK KELİMESİ
Konuralp ERCİLASUN
Gazi Üniversitesi, Doç. Dr.
Kıpçaklar, kaynaklarda tespit edildikleri zamandan itibaren geniş yayılma ve
faaliyet sahalarıyla Türk ve dünya tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Kaynaklarda
8. yüzyılda Kıpçak adı geçmesinden itibaren Çingiz devrine kadar, bugünkü
Kazakistan’ın güney doğusundan bugünkü Ukrayna’nın batısına kadar uzanan
geniş sahada bazen dağınık bazen toplu hâlde faaliyet göstermişlerdir. Bu sebeple
de, geniş bir coğrafyaya isimlerini verdiler ve Deşt-i Kıpçak ismi Rus yayılmasına
kadar yukarıda belirtilen bölgenin adı olarak kullanıldı. Çingiz devri ve devamında
ise başta Altın Orda olmak üzere Kazak ve Şiban hanlıkları gibi hanlıklarda halkın
büyük bir bölümünü oluşturmakla kalmadılar, aynı zamanda Çingiz soylu hanlık
yöneticilerini de Türkleştirdiler veya bir başka deyişle Kıpçaklaştırdılar. Ayrıca
âdeta bir insani güç ihracı yoluyla nüfus olarak azınlıkta olmalarına rağmen Batı
Asya ve Kuzey Doğu Afrika bölgesinde de çok önemli bir rol oynayarak Mısır
Memlüklüleri hâkimiyetini kurdular. Kıpçak adı bugün Kazak, Kırgız, Özbek ve
Başkurtların alt boyları arasında görülmektedir (Togan, 1981:29). Terimin varlığı
olarak değil de köken olarak bakıldığında ise bugün, doğu Türklerinin önemli bir
bölümü Kıpçak menşelidir.
Bu araştırmada Moğolların Çin’de kurmuş oldukları hanedanın tarihini konu
alan Yüen Tarihi (Yüen Şı
48
) adlı kaynakta geçen Kıpçak kelimesi üzerine bazı
düşünceler ortaya konulacaktır. Yazıda, öncelikle Yüen Tarihi hakkında bilgi
verilecek ve dolaylı da olsa bu kaynaktaki Kıpçaklara temas etmiş araştırmalardan
bahsedilecektir. Sonra Kıpçak kelimesi ve bu kelimenin Çincedeki şekli üzerinde
durulacak; üçüncü olarak Yüen Tarihi’nde Kıpçak kelimesinin geçtiği yerlerin bir
tasnifi yapılarak önemli olanlarının tercümeleri verilecektir. Nihayet, bu kayıtların
bize ne gösterdiği hakkında bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.
Yüen Tarihi: Çin’ eki Moğolların Devlet Tarihi
Bilindiği gibi, Çinliler tarihlerine tek devlet ve bu tek devlette hüküm süren
farklı sülâleler nazarıyla bakar. Bu bakış, Çin tarih yazımının da geleneklerini
oluşturur. Bu bakış açısına göre M.Ö. 221’den M.S. 1912’ye kadar Çin’de farklı
sülâleler kurulmuş ve bunlar devleti kendi hâkimiyetlerinde birleştirmek için
çabalamıştır. Her sülâle kendi meşruiyetini kanıtlamak için bir önceki sülâlenin
tarihini yazmış ve olayların yeni bir sülalenin kurulmasını gerektirdiğini
ispatlamak istemiştir. Bu şekilde yazılan sülale tarihleri için ülkemizde Çin Resmî
Hanedan Kayıtları, Çin (Hanedan) Yıllıkları veya benzeri terimler
kullanılmaktadır. Çin’de genel olarak bu külliyatın 24 sülalenin tarihini kapsadığı
48
Çince’nin yazımında bugüne kadar tam anlamıyla bir birlik sağlanamamıştır. İngilizce yazan dünyada en yaygın iki
transkripsiyon sistemi, Wade-Giles sistemi ile Pinyin sistemidir. Ülkemizde de ağırlıklı olarak, birbirine benzemeyen ve
Türkçeye de uymayan bu iki sistem kullanılır. Bunun yanında Fransa’da, Almanya’da ve Rusya’da Çince sesleri ifade etmek için
her ülkenin kendi diline uygun sistemler kullanıldığı görülür. Buradan hareketle bu makalede Çince kelimelerin yazımında w
eklentili Türk alfabesini kullandım. Böylece kelimeler nasıl yazılıyorsa o şekilde telâffuz edilecek, okuyucu aynı işaretleri farklı
seslerde okumak zorunda kalmayacaktır. Söz konusu kelimelerin diğer transkripsiyon sistemleri ile yazılışlarını ve Çince
şekillerini ise makalenin sonundaki ekte listeledim. Bakınız: Ek – Çince Kelimeler Tablosu.
kabul edilir
49
. Makalede temel kaynak olarak kullanılacak Yüen Tarihi işte
bunlardan biridir.
Yüen Tarihi, başlangıçta Temuçin’in atalarından başlayarak büyük bir hâkimiyet
kuruluşunu, Ögeday, Kiyuk ve Möngge devirlerini anlatır. Kubilay devri ile
birlikte Çin’deki Yüen devletinin tarihini anlatmaya geçer ve bu devletin son
hükümdarı Togan Temür’ün ölüm tarihi olan 1370’e kadarki olayların dökümünü
verir. Yüen Tarihi, klasik Çin hanedan tarihlerinde alışılan şekilde bir tarih
yazıcılığı yapmıştır. Buna göre kaynaktaki ilk ana bölümü Hükümdar Biyografileri
oluşturur. Bu ana bölüm hükümdarlara hasredilmiş olmasının yanında, aynı
zamanda söylediğimiz devir içerisinde meydana gelen olayların kronolojik bir
sıralamasını da içermesi bakımından önemlidir. İkinci ana bölüm, Kayıtlar olarak
adlandırılabilir. Bu ana bölümde astronomi, takvim, coğrafya, ekonomi ve hukuk
gibi çok çeşitli konular işlenmiştir. Üçüncü ana bölüm Tablolar adını taşır. Bu
bölümde hanedan ailesi mensuplarının ve önemli devlet memurlarının bulundukları
görevler ve bunların tarihleri tablolar hâlinde listelenir. Son ana bölümün başlığına
ise dilimizde Biyografi ve Monografiler demek uygun düşecektir. Burada büyük
ölçüde sülalenin başlangıcından sonuna kadar önemli görevlerde bulunmuş veya
çeşitli yararlıklar göstermiş kişilerin hayat hikâyeleri anlatılır. Sonlara doğru ise
Çin’in komşu memleketlerindeki halklar hakkında bilgiler verilir.
Kaynağın yazılış sürecini incelediğimizde ise 1368’de Yüen devletinin
yıkılmasıyla yerine kurulan Ming sülalesinin ilk hükümdarı tarafından yazılması
emri verilmiş olduğunu görürüz. Bunun üzerine o devir edebiyatçılarından Song
Lien, tarihçi Wang Yi’yi de yanına alarak toplam 210 bölüm (4678 sayfa) tutan bu
kaynağı 1369-1370 yıllarında yazar (Orsoy, 2002: 570). Dikkat edildiği takdirde
kaynağın yazımının aceleye geldiği görülecektir. Çin tarihçiliğinde genel olarak bu
kaynağın hızlıca yazılıp bitirildiği söylenir ve bu sebeple içinde birçok yanlış ve
eksikliklerin bulunduğu belirtilir. Nitekim, Sema Orsoy’un da değindiği üzere
kaynak kitaplaştırılırken çok sayıda bölüm hatalı olmasından dolayı çıkarılmıştır
(2002: 570). Mançu devrinde de (1644-1912), saray entellektüelleri arasında Yüen
Tarihi, yazımı açısından çok tutulmayan bir kaynaktır (T’ang, 1970:I). Nitekim, bu
düşünce Çin’in cumhuriyet devrine de sirayet etmiş ve nihayet Çin Cumhuriyetinin
ilk yıllarında Yeni Yüen Tarihi adlı bir başka kaynak eser kaleme alınmıştır. Her ne
kadar eleştiriler olsa da, Yüen Tarihi, yazıldığı devrin bilgi birikimi, bakış açısı ve
psikolojisini yansıtmaktadır ki bizi de bu makalede daha çok bu konular
ilgilendirmektedir. Diğer yandan, yeni yazılanı değerlendirecek olursak Yeni Yüen
Tarihi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmış olması hasebiyle dönemin ortamından
çok uzakta kalmıştır. Ayrıca, artık bu kaynak yazıldığı tarihte birçok modern
kaynak da Çin entellektüelleri tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla modern Batı
terminolojisinin yeni yazılmış esere sirayet etmesi gibi bir tehlike mevcuttur. Bu
49
Çin’in devlet tarafından yazılmış kayıt ve kaynakları bunlardan ibaret değildir. İlk zamanlardan başlayarak sarayda tutulmuş
birçok kayıt vardır. Meselâ, Tang devri (618-905) gibi erken bir zamandan beri sarayda belgelerin toplandığı Gerçek Kayıtlar adı
verilen bir arşiv türü oluşmuştur (İ. Togan, 2008:25). Geç devirlere gelindikçe bu kayıtlar çoğalır ve çeşitlenir. Ülkemizde, Çin
kaynakları denince ilk akla gelen bu Resmî Hanedan Kayıtları ise her sülale zamanındaki bu farklı kayıt ve belgelerden
önemlileri toplanarak oluşturulmuş ve özetlenmiş kaynaklardır. Yazıda da belirttiğim gibi külliyatta genel olarak 24 hanedan
tarihi olduğu kabul edilse de farklı tasniflerde başka kaynakların da bu külliyat içinde düşünülerek bu sayının 25 veya 27 olarak
kabul edildiğine rastlamak mümkündür.
sebeple, bu yazıda kaynakları suni olarak çeşitlendirmeden doğrudan doğruya 14.
yüzyılda yazılmış olan Yüen Tarihi’ni esas aldım.
Kendi tarihimiz açısından baktığımızda, Yüen Tarihi’nin kapsadığı devrin,
Türklerin ana kütlesinin batıya doğru kaydığı ve tarihimizdeki temel olayların daha
batıda cereyan ettiği bir döneme denk geldiği görülür. Esasında, 10. yüzyıldan
itibaren gerek nüfus hareketleri sebebiyle, gerekse kaynakların çeşitlenmesi
sebebiyle Çince kaynakların üzerinde o kadar durulmaz. Bir başka deyişle eskiçağ
tarihimiz için âdeta tek yazılı başvuru kaynağı olan Çince kaynaklar, özellikle 9-
10. yüzyıllardan itibaren bu özelliğini kaybederek birçok kaynaktan biri hâline
dönüşür. İslam medeniyeti ile karşılaştığımız ilk dönemlerden neredeyse
Osmanlı’nın kuruluşuna kadar gerek bizim kendi bıraktığımız kaynaklar, gerekse
Arapça ve Farsça kaynaklar ön plana geçmiştir. Bunların yanında Rusça, Ermenice
ve Gürcücede de bizim hakkımızda yazılmış eserler verilmeye başlanmıştır.
Böylece İslamî dönem için Çince kaynaklar biraz daha arka planda kalmış ve
onlardan faydalanış sınırlı olmuştur. İşte bu makalede, başka dillerdeki kaynaklar
vasıtasıyla artık daha net bildiğimiz bir tarihin Çin’den nasıl göründüğü ve orada
nasıl algılandığı üzerinde de durmuş olacağım.
Yüen Tarihi üzerinde bugüne kadar yapılan araştırmalara gelince bu kaynaktan
bazı bölümlerin çeşitli vesilelerle Batı dillerine tercüme edildiği görülür (Gaubil,
1739; Remusat, 1829; Bretschneider, 1888; Ratchnevsky, 1937-85; Cleaves, 1956;
Schurmann, 1956; Hsiao, 1978). Bunlardan konumuzla ilgili birkaç kaydı ilk
farketmiş olan Bretschneider’in eseri üzerinde durmak faydalı olacaktır.
Bretschneider iki ciltlik eserinde 13-16. yüzyıllarda Asya ve Avrupa’nın çeşitli
bölgeleriyle ilgili Çince kaynaklardan seçme tercümeler yapmış ve bunları Batılı
seyahatnameler ve İslâm kaynakları ile karşılaştırmıştır. Bunlar arasında
Kıpçaklarla ilgili tercümeler de bulunmaktadır (Bretschneider, 1888, II: 68-73).
Ülkemizde ise Bahaeddin Ögel’in Sino-Turcica adlı eserinde Yüen Tarihi’nin
Biyografiler bölümünün detaylı olarak incelediğini ve bu bölümden yeri geldikçe
parça parça çeviriler yaptığını görürüz (Ögel, 2002). Ögel’in amacı, Moğolların
Çin’de kurmuş oldukları devletin bürokrasisinde görev alan Türkler hakkındaki
bilgileri bir araya toplayabilmektir. Bu sebeple, kaynağın Biyografiler bölümüne
yoğunlaşmakla kalmamış, ayrıca yine Yüen devri hakkında Çin’de yazılmış ve
kaynak niteliği taşıyan birçok eski eserle de karşılaştırma yapmıştır. Bu sayede,
Yüen devletinde görev yapmış Uygur, Karluk, Kanglı, Kıpçak, As, Öngüt, Kara
Hıtay ve Müslümanlardan 130’dan fazla kişiyi tespit etmiş ve bunların kökenlerini
araştıran bilgiler vermiştir. Bunlardan 10 kişinin Kıpçak olduğunu görürüz.
Konumuzla ilgili diğer bir kayda değer eser T’ang Ch’i’nin eseridir (T’ang, 1970).
T’ang Ch’i, yine Çince kaynaklara dayanarak Çingiz devletinde görev yapan
yüksek dereceli memurların biyografileri üzerinde durmuştur. Yazar, Ögel’den
farklı olarak Türk soyluların yanında Moğol soyluları da incelemiştir. T’ang Ch’i,
Kıpçak soylu 12 kişinin biyografisini tercüme etmiş olup bunlardan beşi Ögel’in
tespit etmiş olduğu kişilerdir. Ögel, eserinde daha çok kökenle ilgilendiği için
biyografilerin genellikle kökenle ilgili kısımlarını tercüme etmiştir. T’ang Ch’i ise
Ögel’in tercümelerinden de faydalanmış, ancak biyografileri bir bütün olarak
tercüme etme yoluna getmiştir. Makalede yeri geldiğinde her iki araştırıcının
verdiği bilgiler de değerlendirilecektir.
Kıpçak Kelimesi ve Çincenin Yapısı
Kıpçak boyundan tarihte net olarak ilk bahis, 9. yüzyıl Arap kaynaklarındadır
(Buharalı, 1995:744; Şeşen, 1998:184). Ancak, bunlardan önce 760 tarihinde
dikilmiş olan Şine-Usu yazıtında geçen, harfleri silinmiş bir ifadeyi Klyaştornıy
“Tür(k) (Kı)bçak” olarak restore etmiştir (Ercilasun, 2010: 135). Kelime elimizde
bütünüyle mevcut olmasa da Klyaştornıy’nin bu restorasyonu birçok araştırıcı
tarafından kabul görmüştür. Ahmet B. Ercilasun, Şine-Usu’daki metni Arapça
kaynaklarla karşılaştırarak Kıpçakların Doğu Gök-Türklerinde hâkim boy olması
ihtimali üzerinde ciddi bir şekilde durmuş ve bu konuda güçlü deliller getirmiştir
(Ercilasun, 2010: 355-356). Bu durumda Kıpçak boy adının ilk yazılışına 760
yılında rastlandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bilindiği üzere Çince ne bizim, ne de Batı’nın dillerine benzemeyen bir şekilde
heceye dayanan bir dildir. Bu sebeple, yabancı dilden Çinceye giren kelimelerin
telaffuzu bazen ciddi ölçüde farklılaşır. Çincenin neredeyse tek kaynak olduğu en
eski tarihimizi araştırırken bu durum büyük zorluklar yaratır. Neyse ki, İslami
dönemden itibaren kaynakların çeşitlenmesiyle bu Çince telaffuzların önemli bir
kısmının tespiti daha rahat bir şekilde yapılabilmektedir.
Bugünkü Çincede Kıpçak kelimesi karşılığı olarak “Çin-ça” kullanılmaktadır.
İşin ilgi çeken ve biraz da beni bu araştırmaya iten yönü ise Altın Orda Hanlığının
Çincede “Çin-ça Han-guo”, yani Kıpçak Hanlığı olarak anılmasıdır. Görünüşe göre
Çin tarihçiliği, sınırlı sayıdaki Moğol yöneticiyi dikkate almamış, hanlığın genel
halkını, yapısını ve idaresinde yer alan topluluğu daha önemli görmüştür.
Araştırmamda bu sebeple 14. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan Yüen
Tarihi’nde “Çin-ça” kelimesinin incelenmesi üzerine odaklandım. Genel olarak
söylemek gerekirse kaynakta Kıpçaklardan bu telaffuzla bahsedilmektedir. Ancak,
Kıpçak Hanlığı diye bir tabir yoktur.
Yüen Tarihi’n e Kıpçak Kelimesi
Kaynakta geçen Kıpçak kelimesinin temelde, dört tür kullanıma işaret ettiğini
söylemek mümkündür. Birinci kullanım Kıpçak boy adı ile ilgilidir. Genellikle baş
kısımlarda geçer ve batı seferi sırasında Kıpçaklarla olan savaşları ve onların itaat
altına alınışları ile ilgili cümleler bu kavramı anlatır. İkinci tür kullanım Çin’deki
özel Kıpçak askerî birliğini ve bu boydan olanlara hasredilmiş memuriyetleri ifade
eder. Üçüncü tür bu boydan olan insanları ifade eder. Dördüncüsü ise Kıpçak
kelimesinin kişi adı olarak kullanılmasıdır. Bunların yanında 1322-1349 yılları
arasında Kıpçaktay isimli bir kişiden de sık olarak bahsedilmiştir. Burada Kıpçak
kelimesinin dört farklı kullanımı üzerinde durulduktan sonra Kıpçaktay ile ilgili
yorumlar da yapılacaktır.
Kıpçak Boy A ı
Kıpçak boyunu ifade eden kullanım, genellikle erken tarihlerdeki batı seferi
anlatılırken kullanılmıştır. Kaynakta Kıpçak kelimesi ilk olarak karşımıza Ögeday
Biyografisindeki kısa bir kayıtla çıkar. Buna göre Möngge, Kıpçak boyuna sefer
yapmış ve onları yenerek liderleri Ba-çı-man’ı (Baçman) esir etmiştir (YT,
1370:35; Bretschneider, 1888, I:310).
Möngge’nin biyografisinde ve Coğrafya Bölümünde Kıpçakların hâkimiyet
altına alınması, daha ayrıntılı anlatılır. Burada anlatılanlara göre Çingiz orduları,
1237’de Hazar Denizi kıyısına ulaşır ve Kıpçaklara saldırır. Kıpçak lideri
Baçıman, kaçarak bir adaya sığınır. Bu sırada büyük bir rüzgâr çıkmıştır. Möngge
Biyografisine göre bu rüzgâr Hazar’ın suyunu sığlaştırmışken, Coğrafya
Bölümündeki kayıtta, deniz suyunun tamamen çekildiği ve adaya doğru kuru bir
yer açıldığı yazılmıştır. Möngge bu duruma sevinerek “Gök, yolu açarak bana
yardım etti” der. Böylece Baçman canlı olarak yakalanır ve diz çökmesi emredilir.
Ancak Baçman “ben bir ülkenin lideriyim, nasıl olur da hayatım kurtulsun diye
yalvarabilirim, ayrıca deve değilim ki bir insana karşı diz çökeyim” diye karşı
koyar. Bunun üzerine hapsedilir. Bu sırada Baçman, kendisini yakalayanlara
“benim denize kaçmamın balıktan bir farkı yok, ancak şimdi yakalandım, kader
buymuş; bugün su eski yerine gelecek, ordunun erken geri dönmesi daha kolay
olur” der. Möngge bunu duyunca hızla geri döner. Ancak su artık yükselmiştir. Bu
sebeple arkada kalan askerlerin bir kısmı yüzmek zorunda kalır (YT, 1370:43,
1570; Bretschneider, 1888, I:311-312).
Kıpçaklar üzerine yapılan diğer bir sefere ait kayıtlar, Subutay’ın biyografisinde
bulunmaktadır. Kaynak Subutay’ın kökenini Moğol Urenghaylardan diye verir.
Subutay, 1219’da Merkitlerle yapılan savaşta Merkit liderinin Kıpçaklara
sığınması üzerine onu takip ederek Kıpçaklarla da savaşmış ve onları mağlubiyete
uğratmıştır. Bu, belki de Çingiz ordularının Kıpçaklarla ilk çatışmasıydı. Daha
sonra 1223’te Subutay’ın kumandasındaki bir ordu Kıpçaklar üzerine sefer yapar.
Ordunun ilerleyişi şu şekilde anlatılır:
Subutay, Kıpçak seferi için izin istedi ve izin verildi. Ordularının başında
Guan-ding-ci-sı Denizinin (Hazar Denizinin – KE) etrafından dolaştılar,
daireler çize çize Tay-hı Tepesine (Kafkaslar – KE) ulaştılar, kayaları
oyup yol açtılar. Oradan çıkmak kolay olmadı (YT, 1370:2976).
Bu sefer sonucunda Kıpçaklar mağlubiyete uğratılır ve bazı beyleri kaçar. Ordu,
devamla her ikisi de Mstislav adını taşıyan Kiev ve Galiç knezleriyle, ayrıca
As’larla da çarpışarak hepsini yener. Bu arada, Kıpçakların köleleri gelip kaçmış
olan beyleri ihbar eder. Subutay onları azat etse de dönüşte Çingiz Han “kendi
sahibine sadık olmayan köleler başkasına nasıl sadık olur!” diyerek hepsini idam
ettirir (YT, 1370:2976). Görüldüğü üzere burada öncesi ve sonrasıyla birlikte Kalka
Savaşı anlatılmaktadır. Uzaktaki bu savaşla ilgili Çin kaynağındaki bilgiler, bu
şekilde sınırlıdır. Dolayısıyla savaşın ayrıntılarını anlatan daha geniş bilgiye ancak
Rus kaynakları vasıtasıyla ulaşılabilmektedir (Kurat, 1972:92-96).
1223 seferi sonrası Çingiz Han, bir fermanla yeni itaate alınmış Merkit, Nayman
ve Kıpçak gibi boyların komutanlarının kumanda etmeleri için ordular kurmuştur
(YT, 1370:2976). Subutay’ın biyografisinde geçen bu tek cümlelik kayıt, Çingiz
Han’ın savaşarak ele geçirse de Moğol ve Türk boylarını devlet ve asker sistemine
nasıl entegre ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bir savaşla itaat altına
alınan boy, süratle galiplerin bir ordusu hâline getirilmektedir. Bozkırda bu
entegrasyonu başarıyla uygulayan liderler, büyük hâkimiyetler kurabilmişlerdir.
Kıpçaklar hakkında ilginç kayıtlardan biri, Tutkak (Tuk Toka)’ın
50
biyografisidir. Tutkak’ın soyuyla ilgili ilk satırlar şu şekildedir:
50
Çince olarak Tu-tu-ha şeklinde kaydedilen bu ismi Ögel, Tuq Toqa; T’ang Ch’i ise Tutqaq olarak restore etmiştir. Ögel, bu
kişinin biyografisinin başından itibaren önemli bir kısmını neşretmiş, T’ang Ch’i ise baş kısımdaki Ögel’in neşrini de alarak
biyografiyi kalan kısmıyla birlikte tamamen neşretmiştir (Ögel, 2002: 275-281; T’ang, 1970:343-354). T’ang Ch’i, eserini daha
sonra yazmış ve Ögel’in eserinden de faydalanmış olmasına rağmen ismin restorasyonunu farklı yapmıştır. Bu sebeple, T’ang
Ch’i’nin restorasyonunun her ne kadar açıklanmasa da belli bir temele dayandığı düşünülebilir.
Tutkak’ın ilk soyu Wu-ping’in kuzeyinde Cı-lien (T’ang Ch’i’de Cilagun)
Nehrinin yanındaki An-da-han Dağı boyları soyundandır. Çü-çu (T’ang
Ch’i’de Köçü) zamanında kuzey batıya göç ederek Ü-li-bay-li Dağında
oturdular. Bu sebeple (bu dağın adı) onların aile lakabı oldu. Kendi
memleketlerine Kıpçak adını verdiler. Onların yerleri, Çin’den 30.000 li’den
fazla (yaklaşık 15.000 km veya daha fazla – KE) uzaklıktadır. Yazın geceler
çok kısadır. Güneşin batmasıyla çıkması bir olur. Köçü’den Somona, ondan
da İnas doğdu. Nesillerce Kıpçak memleketinin reisi oldular (Ögel, 2002:275;
T’ang, 1970:343; YT, 1370:3131).
Tutkak’ın atalarını konu eden bu efsanevî metinde âdeta Kıpçakların ortaya çıkış
hikâyesi anlatılmıştır. Metnin dönemin anlayışıyla yazılmış olduğunu kabul etmek
gerekir. Ögel, Kıpçakların ortaya çıkışının bağlanmaya çalışıldığı bölgenin Moğol
boylarının bölgesi olduğunu dikkate alarak hikâyeyi gerçekçi bulmaz (Ögel,
2002:277-278). Bu konuda İslâm kaynaklarında verilen bilgiler daha gerçeğe yakın
olmalıdır. 11. yüzyıl kaynağı olan Gerdizî, Kıpçakların kökenini Kimeklere
bağlamıştır (Şeşen, 1998:73; Buharalı, 1995:737-739).
Diğer yandan, Yüen
Tarihi’nde göç sonrası yerleşilen yerle ilgili bilgiler ise Kıpçak memleketi ile
bağdaştırılabilir. Yaklaşık 15.000 km’lik uzaklık, şüphesiz ki çok abartılıdır; ancak
ifade göç sonrası Kıpçak ülkesinin Çin’den çok uzak olduğunu göstermektedir.
Ayrıca yazın gecelerin kısa olması da memleketin kuzeyde olduğunu belirtir.
Bu giriş kısmından sonra biyografide yukarıda da değinilen 1219 olayları
anlatılır. Merkit liderinin İnas’a sığınması üzerine Moğol ordularıyla Kıpçaklar
karşı karşıya gelir. İnas’ın oğlu Çurusman elçi göndererek teslim olacağını bildirir.
Gelen orduyu Çurusman’ın oğlu Balduça karşılar ve tâbi olur. Balduça’nın kendi
isteğiyle bağlanması, etkisini gösterir ve Balduça Çingiz ordularında komutan
olarak görev alır. 1252’de Kubilay’ın komuta ettiği bir seferde yüzbaşıdır. Daha
sonra Song devletine karşı yapılan taarruzda cesaret ve kahramanlığıyla ün kazanır.
Böylece yükselen Balduça, sarayda at işlerine bakmaya memur olarak tayin edilir.
Ögel, bu memuriyetin adını Agtaçı şeklinde vermektedir:
[Bu görevde iken] her yıl imparatora at sütü sundu. Bu sütün rengi
berrak, kokusu da çok güzeldi. İsmi hey-ma-ru idi. Bu sebeple ona
mensup olup bu işe bakanlara Karaçı dendi (Ögel, 2002:276; T’ang,
1970:344; YT, 1370:3132).
Hey-ma-ru kelimesinin sözlük anlamı “kara atın sütü”dür. Balduça’nın yaptığı
görevin yağız atlara bakmak olduğu ve Karaçı unvanının buradan geldiği
düşünülebilir. Metindeki ifade de bunu çağrıştırmaktadır. Bunun yanında Ögel,
hey-ma-ru sesinin kımız sesi ile benzerliğine de dikkat çekmiş, ancak bu konuda
kesin bir yorum yapmamıştır. Buradan itibaren bu biyografinin başlığındaki
Tutkak’ın hayatı ve faaliyetleri anlatılır. Balduça oğlu Tutkak’la ilgili bilgilere yeri
geldiğinde tekrar dönülecektir.
Достарыңызбен бөлісу: |