Сборник материалов международной научной конференции кипчаки евразии: история, язык и


MOĞOLLARIN ÇİNCE TARİHİNDE KIPÇAK KELİMESİ



Pdf көрінісі
бет13/41
Дата15.03.2017
өлшемі4,03 Mb.
#9979
түріСборник
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   41

MOĞOLLARIN ÇİNCE TARİHİNDE KIPÇAK KELİMESİ 

 

 

Konuralp ERCİLASUN  

Gazi Üniversitesi, Doç. Dr. 

 

Kıpçaklar,  kaynaklarda  tespit  edildikleri  zamandan  itibaren  geniş  yayılma  ve 

faaliyet sahalarıyla Türk ve dünya tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Kaynaklarda 

8.  yüzyılda  Kıpçak  adı  geçmesinden  itibaren  Çingiz  devrine  kadar,  bugünkü 

Kazakistan’ın  güney  doğusundan  bugünkü  Ukrayna’nın  batısına  kadar  uzanan 

geniş sahada bazen dağınık bazen toplu hâlde faaliyet göstermişlerdir. Bu sebeple 

de, geniş bir coğrafyaya isimlerini verdiler ve Deşt-i Kıpçak ismi Rus yayılmasına 

kadar yukarıda belirtilen bölgenin adı olarak kullanıldı. Çingiz devri ve devamında 

ise başta Altın Orda olmak üzere Kazak ve Şiban hanlıkları gibi hanlıklarda halkın 

büyük  bir  bölümünü  oluşturmakla  kalmadılar,  aynı  zamanda  Çingiz  soylu  hanlık 

yöneticilerini  de  Türkleştirdiler  veya  bir  başka  deyişle  Kıpçaklaştırdılar.  Ayrıca 

âdeta bir insani güç ihracı yoluyla nüfus olarak azınlıkta olmalarına rağmen Batı 

Asya  ve  Kuzey  Doğu  Afrika  bölgesinde  de  çok  önemli  bir  rol  oynayarak  Mısır 

Memlüklüleri  hâkimiyetini  kurdular.  Kıpçak  adı  bugün  Kazak,  Kırgız,  Özbek  ve 

Başkurtların alt boyları arasında görülmektedir (Togan, 1981:29). Terimin varlığı 

olarak değil de köken olarak bakıldığında ise bugün, doğu Türklerinin önemli bir 

bölümü Kıpçak menşelidir.  

 Bu  araştırmada  Moğolların  Çin’de  kurmuş  oldukları  hanedanın  tarihini  konu 

alan  Yüen  Tarihi  (Yüen  Şı

48

)  adlı  kaynakta  geçen  Kıpçak  kelimesi  üzerine  bazı 



düşünceler  ortaya  konulacaktır.  Yazıda,  öncelikle  Yüen  Tarihi  hakkında  bilgi 

verilecek ve dolaylı da olsa bu kaynaktaki Kıpçaklara temas etmiş araştırmalardan 

bahsedilecektir. Sonra Kıpçak kelimesi ve bu kelimenin Çincedeki şekli üzerinde 

durulacak; üçüncü olarak Yüen Tarihi’nde Kıpçak kelimesinin geçtiği yerlerin bir 

tasnifi yapılarak önemli olanlarının tercümeleri verilecektir. Nihayet, bu kayıtların 

bize ne gösterdiği hakkında bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır. 



Yüen Tarihi: Çin’ eki Moğolların Devlet Tarihi 

Bilindiği  gibi,  Çinliler  tarihlerine  tek  devlet  ve  bu  tek  devlette  hüküm  süren 

farklı  sülâleler  nazarıyla  bakar.  Bu  bakış,  Çin  tarih  yazımının  da  geleneklerini 

oluşturur. Bu bakış açısına göre M.Ö. 221’den M.S. 1912’ye  kadar Çin’de farklı 

sülâleler  kurulmuş  ve  bunlar  devleti  kendi  hâkimiyetlerinde  birleştirmek  için 

çabalamıştır.  Her  sülâle  kendi  meşruiyetini  kanıtlamak  için  bir  önceki  sülâlenin 

tarihini  yazmış  ve  olayların  yeni  bir  sülalenin  kurulmasını  gerektirdiğini 

ispatlamak istemiştir. Bu şekilde yazılan sülale tarihleri için ülkemizde Çin Resmî 

Hanedan  Kayıtları,  Çin  (Hanedan)  Yıllıkları  veya  benzeri  terimler 

kullanılmaktadır. Çin’de genel olarak bu külliyatın 24 sülalenin tarihini kapsadığı 

                                                           

48

  Çince’nin  yazımında  bugüne  kadar  tam  anlamıyla  bir  birlik  sağlanamamıştır.  İngilizce  yazan  dünyada  en  yaygın  iki 



transkripsiyon  sistemi,  Wade-Giles  sistemi  ile  Pinyin  sistemidir.  Ülkemizde  de  ağırlıklı  olarak,  birbirine  benzemeyen  ve 

Türkçeye de uymayan bu iki sistem kullanılır. Bunun yanında Fransa’da, Almanya’da ve Rusya’da Çince sesleri ifade etmek için 

her  ülkenin  kendi  diline  uygun  sistemler  kullanıldığı  görülür.  Buradan  hareketle  bu  makalede  Çince  kelimelerin  yazımında  w 

eklentili Türk alfabesini kullandım. Böylece kelimeler nasıl yazılıyorsa o şekilde telâffuz edilecek, okuyucu aynı işaretleri farklı 

seslerde  okumak  zorunda  kalmayacaktır.  Söz  konusu  kelimelerin  diğer  transkripsiyon  sistemleri  ile  yazılışlarını  ve  Çince 

şekillerini ise makalenin sonundaki ekte listeledim. Bakınız: Ek – Çince Kelimeler Tablosu.

 


kabul  edilir

49

.  Makalede  temel  kaynak  olarak  kullanılacak  Yüen  Tarihi  işte 



bunlardan biridir.  

Yüen Tarihi, başlangıçta Temuçin’in atalarından başlayarak büyük bir hâkimiyet 

kuruluşunu,  Ögeday,  Kiyuk  ve  Möngge  devirlerini  anlatır.  Kubilay  devri  ile 

birlikte  Çin’deki  Yüen  devletinin  tarihini  anlatmaya  geçer  ve  bu  devletin  son 

hükümdarı Togan Temür’ün ölüm tarihi olan 1370’e kadarki olayların dökümünü 

verir.  Yüen  Tarihi,  klasik  Çin  hanedan  tarihlerinde  alışılan  şekilde  bir  tarih 

yazıcılığı yapmıştır. Buna göre kaynaktaki ilk ana bölümü Hükümdar Biyografileri 

oluşturur.  Bu  ana  bölüm  hükümdarlara  hasredilmiş  olmasının  yanında,  aynı 

zamanda  söylediğimiz  devir  içerisinde  meydana  gelen  olayların  kronolojik  bir 

sıralamasını da içermesi bakımından önemlidir. İkinci ana bölüm, Kayıtlar olarak 

adlandırılabilir. Bu ana bölümde astronomi, takvim, coğrafya, ekonomi ve hukuk 

gibi  çok  çeşitli  konular  işlenmiştir.  Üçüncü  ana  bölüm  Tablolar  adını  taşır.  Bu 

bölümde hanedan ailesi mensuplarının ve önemli devlet memurlarının bulundukları 

görevler ve bunların tarihleri tablolar hâlinde listelenir. Son ana bölümün başlığına 

ise  dilimizde  Biyografi  ve  Monografiler  demek  uygun  düşecektir.  Burada  büyük 

ölçüde  sülalenin  başlangıcından  sonuna  kadar  önemli  görevlerde  bulunmuş  veya 

çeşitli  yararlıklar  göstermiş  kişilerin  hayat  hikâyeleri  anlatılır.  Sonlara  doğru  ise 

Çin’in komşu memleketlerindeki halklar hakkında bilgiler verilir.  

 Kaynağın  yazılış  sürecini  incelediğimizde  ise  1368’de  Yüen  devletinin 

yıkılmasıyla  yerine  kurulan  Ming  sülalesinin  ilk  hükümdarı  tarafından  yazılması 

emri  verilmiş  olduğunu  görürüz.  Bunun  üzerine  o  devir  edebiyatçılarından  Song 

Lien, tarihçi Wang Yi’yi de yanına alarak toplam 210 bölüm (4678 sayfa) tutan bu 

kaynağı  1369-1370  yıllarında  yazar  (Orsoy,  2002:  570).  Dikkat  edildiği  takdirde 

kaynağın yazımının aceleye geldiği görülecektir. Çin tarihçiliğinde genel olarak bu 

kaynağın hızlıca  yazılıp  bitirildiği  söylenir  ve  bu  sebeple içinde  birçok  yanlış  ve 

eksikliklerin  bulunduğu  belirtilir.  Nitekim,  Sema  Orsoy’un  da  değindiği  üzere 

kaynak  kitaplaştırılırken  çok  sayıda  bölüm  hatalı  olmasından  dolayı  çıkarılmıştır 

(2002: 570). Mançu devrinde de (1644-1912), saray entellektüelleri arasında Yüen 

Tarihi, yazımı açısından çok tutulmayan bir kaynaktır (T’ang, 1970:I). Nitekim, bu 

düşünce Çin’in cumhuriyet devrine de sirayet etmiş ve nihayet Çin Cumhuriyetinin 

ilk yıllarında Yeni Yüen Tarihi adlı bir başka kaynak eser kaleme alınmıştır. Her ne 

kadar eleştiriler olsa da, Yüen Tarihi, yazıldığı devrin bilgi birikimi, bakış açısı ve 

psikolojisini  yansıtmaktadır  ki  bizi  de  bu  makalede  daha  çok  bu  konular 

ilgilendirmektedir. Diğer yandan, yeni yazılanı değerlendirecek olursak Yeni Yüen 



Tarihi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmış olması hasebiyle dönemin ortamından 

çok  uzakta  kalmıştır.  Ayrıca,  artık  bu  kaynak  yazıldığı  tarihte  birçok  modern 

kaynak  da  Çin  entellektüelleri  tarafından  bilinmektedir.  Dolayısıyla  modern  Batı 

terminolojisinin  yeni  yazılmış  esere  sirayet  etmesi  gibi  bir  tehlike  mevcuttur.  Bu 

                                                           

49

 Çin’in devlet tarafından yazılmış kayıt  ve  kaynakları bunlardan ibaret değildir. İlk zamanlardan başlayarak sarayda tutulmuş 



birçok kayıt vardır. Meselâ, Tang devri (618-905) gibi erken bir zamandan beri sarayda belgelerin toplandığı Gerçek Kayıtlar adı 

verilen bir arşiv türü oluşmuştur (İ. Togan, 2008:25). Geç devirlere gelindikçe bu kayıtlar çoğalır ve çeşitlenir. Ülkemizde, Çin 

kaynakları  denince  ilk  akla  gelen  bu  Resmî  Hanedan  Kayıtları  ise  her  sülale  zamanındaki  bu  farklı  kayıt  ve  belgelerden 

önemlileri  toplanarak  oluşturulmuş  ve  özetlenmiş  kaynaklardır.  Yazıda  da  belirttiğim  gibi  külliyatta  genel  olarak  24  hanedan 

tarihi olduğu kabul edilse de farklı tasniflerde başka kaynakların da bu külliyat içinde düşünülerek bu sayının 25 veya 27 olarak 

kabul edildiğine rastlamak mümkündür. 

 


sebeple, bu yazıda kaynakları suni olarak çeşitlendirmeden doğrudan doğruya 14. 

yüzyılda yazılmış olan Yüen Tarihi’ni esas aldım.  

 Kendi  tarihimiz  açısından  baktığımızda,  Yüen  Tarihi’nin  kapsadığı  devrin, 

Türklerin ana kütlesinin batıya doğru kaydığı ve tarihimizdeki temel olayların daha 

batıda  cereyan  ettiği  bir  döneme  denk  geldiği  görülür.  Esasında,  10.  yüzyıldan 

itibaren  gerek  nüfus  hareketleri  sebebiyle,  gerekse  kaynakların  çeşitlenmesi 

sebebiyle Çince kaynakların üzerinde o kadar durulmaz. Bir başka deyişle eskiçağ 

tarihimiz için âdeta tek yazılı başvuru kaynağı olan Çince kaynaklar, özellikle 9-

10.  yüzyıllardan  itibaren  bu  özelliğini  kaybederek  birçok  kaynaktan  biri  hâline 

dönüşür.  İslam  medeniyeti  ile  karşılaştığımız  ilk  dönemlerden  neredeyse 

Osmanlı’nın kuruluşuna kadar gerek bizim kendi bıraktığımız kaynaklar, gerekse 

Arapça ve Farsça kaynaklar ön plana geçmiştir. Bunların yanında Rusça, Ermenice 

ve  Gürcücede  de  bizim  hakkımızda  yazılmış  eserler  verilmeye  başlanmıştır. 

Böylece  İslamî  dönem  için  Çince  kaynaklar  biraz  daha  arka  planda  kalmış  ve 

onlardan faydalanış sınırlı olmuştur. İşte bu makalede, başka dillerdeki kaynaklar 

vasıtasıyla artık daha net bildiğimiz bir tarihin Çin’den nasıl göründüğü ve orada 

nasıl algılandığı üzerinde de durmuş olacağım.  

 Yüen Tarihi üzerinde bugüne kadar yapılan araştırmalara gelince bu kaynaktan 

bazı  bölümlerin  çeşitli vesilelerle  Batı  dillerine tercüme  edildiği görülür  (Gaubil, 

1739; Remusat, 1829; Bretschneider, 1888; Ratchnevsky, 1937-85; Cleaves, 1956; 

Schurmann,  1956;  Hsiao,  1978).  Bunlardan  konumuzla  ilgili  birkaç  kaydı  ilk 

farketmiş  olan  Bretschneider’in  eseri  üzerinde  durmak  faydalı  olacaktır. 

Bretschneider  iki  ciltlik  eserinde  13-16.  yüzyıllarda  Asya  ve  Avrupa’nın  çeşitli 

bölgeleriyle  ilgili  Çince  kaynaklardan  seçme  tercümeler  yapmış  ve  bunları  Batılı 

seyahatnameler  ve  İslâm  kaynakları  ile  karşılaştırmıştır.  Bunlar  arasında 

Kıpçaklarla ilgili tercümeler de bulunmaktadır  (Bretschneider, 1888, II: 68-73).

 

 Ülkemizde  ise  Bahaeddin  Ögel’in  Sino-Turcica  adlı  eserinde  Yüen  Tarihi’nin 



Biyografiler bölümünün detaylı olarak incelediğini ve bu bölümden yeri geldikçe 

parça  parça  çeviriler  yaptığını  görürüz  (Ögel,  2002).  Ögel’in  amacı,  Moğolların 

Çin’de  kurmuş  oldukları  devletin  bürokrasisinde  görev  alan  Türkler  hakkındaki 

bilgileri  bir  araya  toplayabilmektir.  Bu  sebeple,  kaynağın  Biyografiler  bölümüne 

yoğunlaşmakla  kalmamış,  ayrıca  yine  Yüen  devri  hakkında  Çin’de  yazılmış  ve 

kaynak  niteliği  taşıyan  birçok  eski  eserle  de  karşılaştırma  yapmıştır.  Bu  sayede, 

Yüen  devletinde  görev  yapmış  Uygur,  Karluk,  Kanglı,  Kıpçak,  As,  Öngüt,  Kara 

Hıtay ve Müslümanlardan 130’dan fazla kişiyi tespit etmiş ve bunların kökenlerini 

araştıran  bilgiler  vermiştir.  Bunlardan  10  kişinin  Kıpçak  olduğunu  görürüz. 

Konumuzla ilgili diğer bir kayda değer eser T’ang Ch’i’nin eseridir (T’ang, 1970). 

T’ang  Ch’i,  yine  Çince  kaynaklara  dayanarak  Çingiz  devletinde  görev  yapan 

yüksek  dereceli  memurların  biyografileri  üzerinde  durmuştur.  Yazar,  Ögel’den 

farklı olarak Türk soyluların yanında Moğol soyluları da incelemiştir. T’ang Ch’i, 

Kıpçak soylu 12 kişinin  biyografisini  tercüme  etmiş  olup  bunlardan  beşi  Ögel’in 

tespit  etmiş  olduğu  kişilerdir.  Ögel,  eserinde  daha  çok  kökenle  ilgilendiği  için 

biyografilerin genellikle kökenle ilgili kısımlarını tercüme etmiştir. T’ang Ch’i ise 

Ögel’in  tercümelerinden  de  faydalanmış,  ancak  biyografileri  bir  bütün  olarak 

tercüme  etme  yoluna  getmiştir.  Makalede  yeri  geldiğinde  her  iki  araştırıcının 

verdiği bilgiler de değerlendirilecektir. 

 


 Kıpçak Kelimesi ve Çincenin Yapısı  

 Kıpçak  boyundan  tarihte  net  olarak  ilk  bahis,  9.  yüzyıl  Arap  kaynaklarındadır 

(Buharalı,  1995:744;  Şeşen,  1998:184).  Ancak,  bunlardan  önce  760  tarihinde 

dikilmiş  olan  Şine-Usu  yazıtında  geçen,  harfleri  silinmiş  bir  ifadeyi  Klyaştornıy 

“Tür(k) (Kı)bçak” olarak restore etmiştir (Ercilasun, 2010: 135). Kelime elimizde 

bütünüyle  mevcut  olmasa  da  Klyaştornıy’nin  bu  restorasyonu  birçok  araştırıcı 

tarafından  kabul  görmüştür.  Ahmet  B.  Ercilasun,  Şine-Usu’daki  metni  Arapça 

kaynaklarla  karşılaştırarak  Kıpçakların  Doğu  Gök-Türklerinde  hâkim  boy  olması 

ihtimali üzerinde ciddi bir şekilde durmuş ve bu konuda güçlü deliller getirmiştir 

(Ercilasun,  2010:  355-356).  Bu  durumda  Kıpçak  boy  adının  ilk  yazılışına  760 

yılında rastlandığını söylemek yanlış olmayacaktır.  

Bilindiği üzere Çince ne bizim, ne de Batı’nın dillerine benzemeyen bir şekilde 

heceye  dayanan  bir  dildir.  Bu  sebeple,  yabancı  dilden  Çinceye  giren  kelimelerin 

telaffuzu bazen ciddi ölçüde farklılaşır. Çincenin neredeyse tek kaynak olduğu en 

eski  tarihimizi  araştırırken  bu  durum  büyük  zorluklar  yaratır.  Neyse  ki,  İslami 

dönemden  itibaren  kaynakların  çeşitlenmesiyle  bu  Çince  telaffuzların  önemli  bir 

kısmının tespiti daha rahat bir şekilde yapılabilmektedir.  

Bugünkü  Çincede  Kıpçak  kelimesi  karşılığı  olarak  “Çin-ça”  kullanılmaktadır. 

İşin ilgi çeken ve biraz da beni bu araştırmaya iten yönü ise Altın Orda Hanlığının 

Çincede “Çin-ça Han-guo”, yani Kıpçak Hanlığı olarak anılmasıdır. Görünüşe göre 

Çin  tarihçiliği,  sınırlı  sayıdaki  Moğol  yöneticiyi  dikkate  almamış,  hanlığın  genel 

halkını,  yapısını  ve  idaresinde  yer  alan  topluluğu  daha  önemli  görmüştür. 

Araştırmamda  bu  sebeple  14.  yüzyılın  ikinci  yarısında  yazılmış  olan  Yüen 

Tarihi’nde  “Çin-ça”  kelimesinin  incelenmesi  üzerine  odaklandım.  Genel  olarak 

söylemek gerekirse kaynakta Kıpçaklardan bu telaffuzla bahsedilmektedir. Ancak, 

Kıpçak Hanlığı diye bir tabir yoktur.  

Yüen Tarihi’n e Kıpçak Kelimesi 

Kaynakta  geçen  Kıpçak  kelimesinin  temelde,  dört  tür  kullanıma  işaret  ettiğini 

söylemek mümkündür. Birinci kullanım Kıpçak boy adı ile ilgilidir. Genellikle baş 

kısımlarda geçer ve batı seferi sırasında Kıpçaklarla olan savaşları ve onların itaat 

altına alınışları ile ilgili cümleler bu kavramı anlatır. İkinci tür kullanım Çin’deki 

özel Kıpçak askerî birliğini ve bu boydan olanlara hasredilmiş memuriyetleri ifade 

eder.  Üçüncü  tür  bu  boydan  olan  insanları  ifade  eder.  Dördüncüsü  ise  Kıpçak 

kelimesinin  kişi  adı  olarak  kullanılmasıdır.  Bunların  yanında  1322-1349  yılları 

arasında Kıpçaktay isimli bir kişiden de sık olarak bahsedilmiştir. Burada Kıpçak 

kelimesinin  dört  farklı  kullanımı  üzerinde  durulduktan  sonra  Kıpçaktay  ile  ilgili 

yorumlar da yapılacaktır. 

 Kıpçak Boy A ı 

 Kıpçak  boyunu  ifade  eden  kullanım,  genellikle  erken  tarihlerdeki  batı  seferi 

anlatılırken  kullanılmıştır. Kaynakta Kıpçak kelimesi ilk olarak karşımıza Ögeday 

Biyografisindeki  kısa  bir  kayıtla  çıkar.  Buna  göre  Möngge,  Kıpçak  boyuna  sefer 

yapmış  ve  onları  yenerek  liderleri  Ba-çı-man’ı  (Baçman)  esir  etmiştir  (YT

1370:35; Bretschneider, 1888, I:310).  

Möngge’nin  biyografisinde  ve  Coğrafya  Bölümünde  Kıpçakların  hâkimiyet 

altına  alınması,  daha  ayrıntılı  anlatılır.  Burada  anlatılanlara  göre  Çingiz  orduları, 

1237’de  Hazar  Denizi  kıyısına  ulaşır  ve  Kıpçaklara  saldırır.  Kıpçak  lideri 


Baçıman, kaçarak bir adaya sığınır. Bu sırada büyük bir rüzgâr çıkmıştır. Möngge 

Biyografisine  göre  bu  rüzgâr  Hazar’ın  suyunu  sığlaştırmışken,  Coğrafya 

Bölümündeki  kayıtta,  deniz  suyunun  tamamen  çekildiği  ve  adaya  doğru kuru  bir 

yer  açıldığı  yazılmıştır.  Möngge  bu  duruma  sevinerek  “Gök,  yolu  açarak  bana 

yardım etti” der. Böylece Baçman canlı olarak yakalanır ve diz çökmesi emredilir. 

Ancak  Baçman  “ben  bir  ülkenin  lideriyim,  nasıl  olur  da  hayatım  kurtulsun  diye 

yalvarabilirim,  ayrıca  deve  değilim  ki  bir  insana  karşı  diz  çökeyim”  diye  karşı 

koyar.  Bunun  üzerine  hapsedilir.  Bu  sırada  Baçman,  kendisini  yakalayanlara 

“benim  denize  kaçmamın  balıktan  bir  farkı  yok,  ancak  şimdi  yakalandım,  kader 

buymuş;  bugün  su  eski  yerine  gelecek,  ordunun  erken  geri  dönmesi  daha  kolay 

olur” der. Möngge bunu duyunca hızla geri döner. Ancak su artık yükselmiştir. Bu 

sebeple  arkada  kalan  askerlerin  bir  kısmı  yüzmek  zorunda  kalır  (YT,  1370:43, 

1570; Bretschneider, 1888, I:311-312). 

 Kıpçaklar üzerine yapılan diğer bir sefere ait kayıtlar, Subutay’ın biyografisinde 

bulunmaktadır.  Kaynak  Subutay’ın  kökenini  Moğol  Urenghaylardan  diye  verir. 

Subutay,  1219’da  Merkitlerle  yapılan  savaşta  Merkit  liderinin  Kıpçaklara 

sığınması üzerine onu takip ederek Kıpçaklarla da savaşmış ve onları mağlubiyete 

uğratmıştır.  Bu,  belki  de  Çingiz  ordularının  Kıpçaklarla  ilk  çatışmasıydı.  Daha 

sonra 1223’te Subutay’ın kumandasındaki bir ordu Kıpçaklar üzerine sefer yapar. 

Ordunun ilerleyişi şu şekilde anlatılır: 

Subutay, Kıpçak seferi için izin istedi ve izin verildi. Ordularının başında 

Guan-ding-ci-sı Denizinin (Hazar Denizinin – KE) etrafından  dolaştılar, 

daireler  çize  çize  Tay-hı  Tepesine  (Kafkaslar  –  KE)  ulaştılar,  kayaları 

oyup yol açtılar. Oradan çıkmak kolay olmadı (YT, 1370:2976).  

Bu sefer sonucunda Kıpçaklar mağlubiyete uğratılır ve bazı beyleri kaçar. Ordu, 

devamla  her  ikisi  de  Mstislav  adını  taşıyan  Kiev  ve  Galiç  knezleriyle,  ayrıca 

As’larla da çarpışarak hepsini yener. Bu arada, Kıpçakların köleleri gelip kaçmış 

olan  beyleri  ihbar  eder.  Subutay  onları  azat  etse  de  dönüşte  Çingiz  Han  “kendi 

sahibine sadık olmayan köleler başkasına nasıl sadık olur!” diyerek hepsini idam 

ettirir (YT, 1370:2976). Görüldüğü üzere burada öncesi ve sonrasıyla birlikte Kalka 

Savaşı  anlatılmaktadır.  Uzaktaki  bu  savaşla  ilgili  Çin  kaynağındaki  bilgiler,  bu 

şekilde sınırlıdır. Dolayısıyla savaşın ayrıntılarını anlatan daha geniş bilgiye ancak 

Rus kaynakları vasıtasıyla ulaşılabilmektedir (Kurat, 1972:92-96).    

1223 seferi sonrası Çingiz Han, bir fermanla yeni itaate alınmış Merkit, Nayman 

ve Kıpçak gibi boyların  komutanlarının kumanda etmeleri için ordular kurmuştur 

(YT,  1370:2976).  Subutay’ın  biyografisinde  geçen  bu  tek  cümlelik  kayıt,  Çingiz 

Han’ın savaşarak ele geçirse de Moğol ve Türk boylarını devlet ve asker sistemine 

nasıl  entegre  ettiğini  göstermesi  bakımından  önemlidir.  Bir  savaşla  itaat  altına 

alınan  boy,  süratle  galiplerin  bir  ordusu  hâline  getirilmektedir.  Bozkırda  bu 

entegrasyonu başarıyla uygulayan liderler, büyük hâkimiyetler kurabilmişlerdir.  

 Kıpçaklar  hakkında  ilginç  kayıtlardan  biri,  Tutkak  (Tuk  Toka)’ın

50

 



biyografisidir. Tutkak’ın soyuyla ilgili ilk satırlar şu şekildedir: 

                                                           

50

  Çince  olarak  Tu-tu-ha  şeklinde kaydedilen  bu  ismi  Ögel,  Tuq  Toqa;  T’ang  Ch’i  ise  Tutqaq  olarak  restore  etmiştir.  Ögel,  bu 



kişinin  biyografisinin  başından  itibaren  önemli  bir  kısmını  neşretmiş,  T’ang  Ch’i  ise  baş  kısımdaki  Ögel’in  neşrini  de  alarak 

biyografiyi kalan kısmıyla birlikte tamamen neşretmiştir (Ögel, 2002: 275-281; T’ang, 1970:343-354). T’ang Ch’i, eserini daha 

sonra yazmış ve  Ögel’in eserinden de faydalanmış olmasına rağmen ismin restorasyonunu farklı yapmıştır. Bu sebeple, T’ang 

Ch’i’nin restorasyonunun her ne kadar açıklanmasa da belli bir temele dayandığı düşünülebilir. 

 


      Tutkak’ın ilk soyu Wu-ping’in kuzeyinde Cı-lien (T’ang Ch’i’de Cilagun) 

Nehrinin  yanındaki  An-da-han  Dağı  boyları  soyundandır.  Çü-çu  (T’ang 

Ch’i’de  Köçü)  zamanında  kuzey  batıya  göç  ederek  Ü-li-bay-li  Dağında 

oturdular.  Bu  sebeple  (bu  dağın  adı)  onların  aile  lakabı  oldu.  Kendi 

memleketlerine Kıpçak adını verdiler. Onların yerleri, Çin’den 30.000  li’den 

fazla (yaklaşık 15.000 km veya daha fazla – KE) uzaklıktadır. Yazın geceler 

çok  kısadır.  Güneşin  batmasıyla  çıkması bir olur.  Köçü’den  Somona,  ondan 

da İnas doğdu. Nesillerce Kıpçak memleketinin reisi oldular (Ögel, 2002:275; 

T’ang, 1970:343; YT, 1370:3131).  

Tutkak’ın atalarını konu eden bu efsanevî metinde âdeta Kıpçakların ortaya çıkış 

hikâyesi anlatılmıştır. Metnin dönemin anlayışıyla yazılmış olduğunu kabul etmek 

gerekir. Ögel, Kıpçakların ortaya çıkışının bağlanmaya çalışıldığı bölgenin Moğol 

boylarının  bölgesi  olduğunu  dikkate  alarak  hikâyeyi  gerçekçi  bulmaz  (Ögel, 

2002:277-278). Bu konuda İslâm kaynaklarında verilen bilgiler daha gerçeğe yakın 

olmalıdır.  11.  yüzyıl  kaynağı  olan  Gerdizî,  Kıpçakların  kökenini  Kimeklere 

bağlamıştır  (Şeşen,  1998:73;  Buharalı,  1995:737-739).

 

Diğer  yandan,  Yüen 



Tarihi’nde  göç  sonrası  yerleşilen  yerle  ilgili  bilgiler  ise  Kıpçak  memleketi  ile 

bağdaştırılabilir. Yaklaşık 15.000 km’lik uzaklık, şüphesiz ki çok abartılıdır; ancak 

ifade  göç  sonrası  Kıpçak  ülkesinin  Çin’den  çok  uzak  olduğunu  göstermektedir. 

Ayrıca yazın gecelerin kısa olması da memleketin kuzeyde olduğunu belirtir.  

 Bu  giriş  kısmından  sonra  biyografide  yukarıda  da  değinilen  1219  olayları 

anlatılır.  Merkit  liderinin  İnas’a  sığınması  üzerine  Moğol  ordularıyla  Kıpçaklar 

karşı karşıya gelir. İnas’ın oğlu Çurusman elçi göndererek teslim olacağını bildirir. 

Gelen orduyu Çurusman’ın oğlu Balduça karşılar ve tâbi olur. Balduça’nın kendi 

isteğiyle  bağlanması,  etkisini  gösterir  ve  Balduça  Çingiz  ordularında  komutan 

olarak  görev  alır.  1252’de  Kubilay’ın  komuta  ettiği  bir  seferde  yüzbaşıdır.  Daha 

sonra Song devletine karşı yapılan taarruzda cesaret ve kahramanlığıyla ün kazanır. 

Böylece yükselen Balduça, sarayda at işlerine bakmaya memur olarak tayin edilir. 

Ögel, bu memuriyetin adını Agtaçı şeklinde vermektedir: 

[Bu  görevde  iken]  her  yıl  imparatora  at  sütü  sundu.  Bu  sütün  rengi 

berrak,  kokusu  da  çok  güzeldi.  İsmi  hey-ma-ru  idi.  Bu  sebeple  ona 

mensup  olup  bu  işe  bakanlara  Karaçı  dendi  (Ögel,  2002:276;  T’ang, 

1970:344; YT, 1370:3132). 

Hey-ma-ru  kelimesinin  sözlük  anlamı  “kara  atın  sütü”dür.  Balduça’nın  yaptığı 

görevin  yağız  atlara  bakmak  olduğu  ve  Karaçı  unvanının  buradan  geldiği 

düşünülebilir.  Metindeki  ifade  de  bunu  çağrıştırmaktadır.  Bunun  yanında  Ögel, 

hey-ma-ru  sesinin  kımız  sesi  ile  benzerliğine  de  dikkat  çekmiş,  ancak  bu  konuda 

kesin  bir  yorum  yapmamıştır.  Buradan  itibaren  bu  biyografinin  başlığındaki 

Tutkak’ın hayatı ve faaliyetleri anlatılır. Balduça oğlu Tutkak’la ilgili bilgilere yeri 

geldiğinde tekrar dönülecektir. 




Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   41




©emirsaba.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет