Iii beynəlxalq türk dünyasi araşdirmalari simpoziumu III. Uluslararasi türk dünyasi araştirmalari sempozyumu ІІІ халықаралық ТҮркі әлемі зерттеулері симпозиумы


BÜTÜN TÜRKLÜK İÇİN MİLLÎ EDEBİYAT



Pdf көрінісі
бет72/102
Дата03.03.2017
өлшемі42,43 Mb.
#6018
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   102

BÜTÜN TÜRKLÜK İÇİN MİLLÎ EDEBİYAT 

Ömer  Seyfettin’e  göre  büyük  Türklüğü  parçalayan  iki  kuvvet  vardı.  Biri  “Rus  pençesi”,  diğeri 

“millî  gaflet”.  Çarlığın  yıkılması  Rus  pençesinin  o  gün  için  kırılmasıdır.  Fakat  asıl  tehlike,  Türk 

aydınlarındaki milli gaflettir. Çünkü kendini aydın sananlar “Millet” kavramının ne olduğunu  bilmediği 

için Türklüğü Türk, Tatar, Mişer, Tiyeter, Başkırt, Kazak gibi parçalara ayırırlar.  

“Türklere lehçe faklarını lisan farkı zannettiren, Rus siyasetidir. Ruslar büyük bir milletin harsça 

[kültürce]  birleşmesini  istemiyorlardı.”  [Oysa]  “İstanbullular,  Anadolulular  ne  kadar  Türk’se 

Buharalılar, Kafkasyalılar ne kadar Türk’se şimal Türkleri de o kadar Türk’tür!” (….) Türklerin 

muhtelif ülkeleri, muhtelif devletleri olabilir. Fakat lisanları, dilleri ve milliyetleri birdir.  

‘Turan’ bir devlet değil harsî, millî bir vatandır. Türklerin oturduğu, ekseriyet teşkil ettiği yerler 

hep Turan’dır. Siyasî hudutlar büyük Turan’ı parçalayamaz. (...)  

Şimdi bütün Türkler bunu bilmelidir: 

1. Dünyada “dini, dili bir” büyük bir Türk milleti vardır. 

2. Ayrı ayrı “Türk devletleri” olabilir. Kırım, Kafkasya, Buhara, Türkistan ve ilh.. Fakat ayrı ayrı 

Türk milletleri olamaz! 

3. Ayrı ayrı “Türk lehçeleri” olabilir. (...) Fakat ayrı ayrı Türkçe olmaz. Umumî Türkçe birdir. O 

da en büyük Türklük merkezinin, hakanının, halifenin oturduğu, Türk darülfünununun bulunduğu 

yerin lisanıdır! Yani İstanbul Türkçesidir! 

Büyük İsmail Bey Tercüman’ını bu umumî lisanla yazıyordu.” (Ömer Seyfettin (1918: 3-5).  


487 

Prof. Dr. Nazım Hikmet POLAT/Ömer Seyfettin ve Türk Dünyası 



Yazarın  Türkiye  Türklüğüne  örnek  gösterdiği  bir  başka  kalem  sahibi  ise  Kazan  Türklerinden 

Abdullah  Tukayef’tir.  Ortak  dil,  yazı  dilinin  konuşma  diline  dayanması  ve  diğer  kültürel 

hususlardaki kanaatlerini tekrarlaması için Tukayef çok yerinde bir örnektir:  

“Şimal  Türklerinden  halka  yabancı  kalmayan  şair  Abdullah  Tukayef...  Gençken,  büyük  ve 

mükemmel bir eser vücuda getirmeden geçen sene öldü. Lâkin şimal kardeşlerimiz onu unutmadı. 

Bu sene de öldüğü gün millî bir bayram gibi ayinler yaptılar. 

Bu genç ve talihsiz şairin ismi en silinmez bir tarih olan milletinin kalbine yazılmıştı. Onun şiirleri 

mekteplerde gençlerin elinde, ailelerde taze kızların narin dizlerinde hâlâ okunuyor, diri duruyor..” 

(Ömer Seyfettin 1914b:11). 

“Umumî ve Hususî Türkçe -1 Abdullah Tukayef ve Lisanı” başlıklı yazısında da ortak yazı dili için 

mahallî lehçe ve İstanbul Türkçesi ile yazmak arasındaki farkı vurgulamaktadır: 

“Rusya'daki Türk kardeşlerimiz bizim gibi hâkim yani mes'ut olmadıklarından, aralarında çok şair 

yetişmemiştir.  (...)  Abdullah  Tukayef  onların  hemen  biricik  millî  şairleridir.  Bu  şair  Ahmediye, 

Muhammediye, Envârü'l-Âşıkîn gibi eski eserleri çok okuduğundan hep o bozuk ve fakat sade olan 

lisanı kullanmıştır. Eğer İstanbul Türkçesiyle şiirler, romanlar, destanlar yazsaydı şüphesiz o da o 

kadar  sevdiği  milletinin  edebî  lisanıyla  terennüm  edecekti.  Bizim  ediplerimiz,  şairlerimiz 

konuştuğumuz  güzel  İstanbul  Türkçesini  ihmal  ederek  Arapça,  Acemce  terkipler  yapmayı  bir 

marifet zannettiklerinden nasıl Türkiye'deki Türkler eserlerini okumamışlarsa bütün Turan halkı da 

okumamıştır. 

Abdullah Tukayef de onların lisanını beğenmemiş ve yazık ki İstanbullu olmadığından güzel Türkçe 

ile  de  şiirlerini  yazamamıştır.  Bununla  beraber  hemen  hiç  terkip  kullanmamış  ve  konuşulan  şimal 

Türkçesiyle yazmıştır. Hâlbuki şimal Türkçesi Türklerin edebî lisanı da değildir. Ancak Türkçenin 

mahallî  bir  şivesidir.  Şimal  halkı  eserlerini  seve  seve  okur.  Fakat  bütün  Türkler  okuyamaz.  Bütün 

Türklerin  seve  seve  okuyacağı,  edebî  lisan  olan  İstanbul  Türkçesidir.  Terkipsiz  ve  tabiî  İstanbul 

Türkçesini  yazmak  yalnız  Türkiye'deki  Türk  şairlerin  vazifesi  değildir.  Millî  vatanın  yani  bütün 

Turan’ın şairleri İstanbul Türkçesini öğrenmeğe gayret etmeli[dir]. (...) 

Milliyet  demek  lisan  ve  millî  maarif  demektir.  Müşterek  edebî  bir  lisanı  olmayan  bir  millet 

rabıtasız  sürüler  sayılır.  (...)  Bu  bağı  örmek  bütün  Turan  edebiyatlarının  en  mukaddes  bir 

vazifesidir. Abdullah Tukayef ihtimal bu hakikati anladığı için İstanbul Türkçesine mümkün olduğu 

kadar yaklaşıyordu.” (Ömer Seyfettin 1914d: 19). 

TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 

Dünya  Türklüğünü  bir  bütün  olarak  gören  Ömer  Seyfettin,  münasebet  düştükçe  bu  fikrini  tekrar 

tekrar dile getirir. “Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı” başlıklı yazısında da  aynı vurgu vardır: 

“Erivanlı Ermeni İstanbullu Ermeni’yi, Atinalı Rum Trabzonlu Rum’u nasıl kardeş tanıyorsa biz de 

Anadoluluyu, Azerbaycanlıyı, Kâşgarlı, Buharalı, Semerkantlı, Kırımlı Türk’ü kardeş tanıyacağız. 

Edebiyatlarını, şiirlerini,  şairlerini  öğreneceğiz.  Sanatların, zevklerini  bileceğiz.  Onları kendimiz 

gibi seveceğiz.” (Ömer Seyfettin 1919: 2). 

Türkiye’nin  haricindeki  Türk  şiirinde  de  hece  vezni  yanında  “Acem  aruzu”nun  yaşadığını, 

Fuzûlî’nin  güçlü  tesirinden  dolayı  yeni,  asrî  türlerin  Türkiye  dışındaki  Türk  memleketlerine  hakkıyla 

giremediğini  belirten  yazarın  gönlünde,  İsmail  Gaspıralı’nın  apayrı  bir  yeri  vardır.  Ona  göre  Türk 

milletinin  varlığını  duyması  onun ülküsüydü.  Fakat   “dilde, fikirde, işte  birlik” şiarını  ortaya  koyan  bu 

büyük  milliyetçiyi  Türkiye’deki  aydınlar  da  Türkiye’nin  haricinde  kalan  kardeşlerimiz  de 

anlayamamışlardı.”  (Ömer  Seyfettin  1919:  2).  Ömer  Seyfettin  nazarında,  Azerbaycan’ın  durumu,  diğer 

memleketlerden epeyce farklıdır. Bu fikrini, üç edibin ismiyle örneklendirir:  



“Kafkasya’nın Azerbaycan’ın şairleri son günlerde bizim gibi milli vezinlere döndüler. “A[hmet] 

Cevat” bugün oraların ‘Yusuf Ziya’sıdır. (...) Azerî kardeşlerimiz kırk elli sene evvel gayet geniş 

bir  sahne  edebiyatı  vücuda  getirmişlerdir  ve  içlerinde  Mirza  Ahundof  gibi  Garp  telâkkisini 

tamamıyla kavramış münevverler yetişti. Meselâ, işte bu zatın  piyesleri birçok Avrupa lisanlarına 

tercüme olunduğu gibi ‘edebiyat mükâfatı’ da kazanmıştır. (...) Azerbaycan’ın mizahî şairi olan bu 

Sâbir  bile  her  an  milliyetle  meşguldür.  Milletinin  ayıplarını  yüzüne  vurur.  Hiçbir  şeyden,  hiçbir 

kuvvetten  çekinmez.  Methiye  filan  ne  olduğunu  bilmez.  Ekmeğinden  olur,  aç  kalır;  cahillerin, 

mutaassıpların hücumuna uğrar. Fakat mesleğini değiştirmez.” (Ömer Seyfettin 1919: 2). 

Ömer Seyfettin’in ölümünden bir ay kadar yayımlanan yazılarından birinin başlığı, “Azerbaycan'ın 

İstiklali  Münasebetiyle”dir.  Makalesine  “Azerbaycan'daki  kardeşlerimizin  istiklâli  Avrupa'da  tasdik 

edildi.  Bu,  bizim  için  çok  büyük  bir  saadettir.”  diye  duygusal  cümlelerle  başlayan  yazar,  daha  sonra 



488 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

Azerbaycan’daki  edebiyatın  iyi  bir  yola  girdiğini  söyleyerek  yukarıdaki  iki  ismi  (Ahundov,  A.  Cevat) 

tekrarlar: 

“Azerî kardeşlerimiz  kırk elli sene evvel  gayet  geniş  bir  sahne edebiyatı  vücuda  getirmişlerdir  ve 

içlerinde  Mirza  Ahundof  gibi  Garp  telâkkisini  tamamıyla  kavramış  münevverler  yetişti.  Meselâ,  işte  bu 

zatın piyesleri birçok Avrupa lisanlarına tercüme olunduğu gibi “edebiyat mükâfatı” da kazanmıştır. (...) 

Azerbaycan milliyetperverleri “millet”in manasını da tam Avrupalılar gibi anlamışlardır. Yani “dili 

bir, dini bir” olan heyete millet  derler.  İçlerinde  İstanbul'un  eski  Divan  lisanını  taklit  edenler de vardır. 

Fakat  gençler  konuşulan  lisanı  kendilerine  numune  ittihaz  etmişlerdir.  “A[hmet]  Cevat”  ismindeki  şairin 



Koşmalar  unvanlı  şiir  kitabı  sanki  İstanbul'da  yazılmış  zannolunur.  Vezinleri  millîdir.”  (Ömer  Seyfettin 

1920:3) 


Ömer  Seyfettin,  yazısının  sonlarında,  istiklaline  kavuşan  Azerbaycan’da  bir  yıl  içinde  başarılan 

önemli kültür işlerinden bahseder: 

“Azerbaycanlılar  küçük  bir  istiklâl  senesi  içinde  bizim  asırlardan  beri  yapamadığımız  şeyleri 

yapmışlardır.  Memleketin  her  tarafını  mekteple  doldurdular.  Türkçe  lisanını  resmî  lisan  ittihaz  ettiler. 

Tiyatro mektebi açtılar. Sonra... ilk Azerbaycan tarihini yazacak muharrire  de büyük bir  mükâfat tahsis 

ettiler.” (Ömer Seyfettin 1920: 3-4) 

Son  satırlarında,  millî  edebiyatı  diğer  Türk  bölgelerine,  Azerbaycan’ın  yayacağı  vurgulanan  bu 

yazı,  yine  duygusal  bir  cümle  ile  biter:  “...  Azerbaycan’ın  istiklâli,  hemen  bütün  Turan’ın  istiklâli 

demektir.” (Ömer Seyfettin 1920: 4) 

TÜRKLÜK VE TİCARET HAYATI 

Ömer  Seyfettin’in  Türk  birliği  konusundaki  dikkat  noktalarından  biri  de  ticaret  hayatıdır.  Yazar, 



Herkes  İçin  İçtimaiyat-Ticaret  Nasip  (1914)  adlı  kitapçığında,  I.  Dünya  Savaşı’na  girmiş  Türkiye’nin 

iktisadî  durumuyla  ilgili  iç  karartıcı  bir  tablo  çizer.  II.  Meşrutiyet’le  beraber  pek  çok  kimsenin  dikkat 

çektiği bu durum gösterilen sebepleri de şöyle sıralar:  

“1. Türklerin iktisat ve hesap işlerinden anlamamaları. 

2. Arz ettikleri mala talep vaki olmadığı. 

3. Şirket teşkil edememeleri. 

4. Teşebbüsçülerden çoğunun iflâsı.” (Ömer Seyfettin 1914c: 5) 

Yazara göre bu sebeplerin hepsi, hâkimiyetten dolayı Türkiye Türklerinin askerlik ve memuriyetle 

maaşçı  yani  devlet  hazinesinden  geçinmeye  alışmış  olmasındandır.  Hâlbuki  “Rusya’daki  kan 

kardeşlerimiz  siyasî  hâkimiyetten  mahrum  olduklarından  hesapçı  ve  tüccardırlar.  Hatta  Ruslara  bile 

tefevvuk ederler [üstünlük sağlarlar].” (Ömer Seyfettin 1914c: 6).  

Ömer  Seyfettin,  Türkiye  Türklerinin  reklama  önem  vermelerini,  şirketleşerek  tek  başlarına 

yapamayacakları  şeyleri  başarabileceklerini,  bu  işlerde  daha  tecrübeli  olan  Kırım,  Kazan  Türklerinden 

eleman getirtmelerini tavsiye eder.  

Türk  teşebbüsçülerinin  çoğunun  iflas  ettiğine  dair  şayialarında  Rumlar  tarafından  uydurulmuş 

yalanlarla haksız rekabet olduğunu söyler.  



EDEBİYAT VE TİCARET HAYATI 

Yazarın  bu  arada  yaptığı  ilginç  bir  tespitten  söz  etmek  gerekir.  Ona  göre  roman  hayattır;  hayatı 

gösterir ama aynı zamanda roman hayatı yapar teşvik eder. Bizim romancılarımızın ticareti özendirici bir 

tavrı  yoktur.  Onların  ticaret  hayatını  sevdirici  tezlerle  roman  yazmalı,  başarılı  ve  mutlu  şahısları 

tüccarlardan seçmelidir.  

“Türk gençliğinin bu meylini değiştirmek için yavaş yavaş, üşenmeden çalışmak lâzımdır; telkin ve 

tekrar ile... (...) memurluğun esirlik, fakirlik, gayesizlik olduğuna itikat ettirmek icap eder. Şimdiye 

kadar  yazılan  romanlarımızda  (Halit  Ziya'nın  İzmir  muhiti  ve  ailesinin  tesiriyle  yazdığı  Ferdi  ve 

Şürekâsı  unvanlı  eseri  müstesna)  asla  bir  tüccar  enmuzeci  [tipleri]  tasvir  edilmemiş  ve  karilere 

sevdirilmemiştir.  “Roman, hayattır!”  kararı  doğru  ise  muktedir  romancımız Mehmet  Rauf  hiçbir 

şey  yapmamış  demek!  O  kadar  özenerek  tasvir  ettiği  kahramanlarının  iktisadî  ve  malî  mevkilerini 

öyle bir atlayış ile atlar ki kendinizi sikke mevcut olmayan bir memlekette sanırsınız. Hakiki hayata, 

İstanbul'daki Türk muhitine dair hakikaten güzel, ciddi ve kıymetli romanlar yazan Hüseyin Rahmi 

Bey bile kahramanlarının malî ve iktisadî hüviyetlerini pek müphem ve nakıs geçivermiştir. 

Biz,  ihtiyacımız  olduğu  için  parayı  severiz.  Lâkin  paradan  bahsetmekten  de  ihtiraz  ederiz.  Bu  hâl 

romancıların kalemine de tesir etmiş. 


489 

Prof. Dr. Nazım Hikmet POLAT/Ömer Seyfettin ve Türk Dünyası 



Romanlarımızda  mesut  ve  bahtiyar  enmuzeçler  hep  büyük  memurlar,  paşalar,  irat  sahipleri  ve 

mirasyedilerdir. Hiçbir tüccar yoktur...  

Sonra gene derler ki: “Hayat romanı değil, roman hayatı yapar.” Ve bu pek doğrudur. Epeyce şık 

romanlar  neşreden  “Edebiyat-ı  Cedide  Kütüphanesi”  senelerce  Türk  gençliğinin  hayaline  hâkim 

oldu.  Hatta  hâlâ  hâkimdir.  Bu  hâkimiyet  o  kadar  bariz  ve  bedihîdir  ki  yeni  yetişen  şairler  o 

romanlardaki  kahraman  isimlerini  takındılar.  Asıl  isimlerini  saklayarak  muaşaka  yapan  gençler 

mektuplarına da bu kahramanların imzalarını attılar. 

Demek  üslûp  sahibi  edipler  gençliğin  zihniyetine  hükmedebiliyorlar.  Şimdi  onlar  “Sanat  sanat 

içindir!”  taassubunu  bıraksalar  da  “tez”lerini  çaktırmadan  memuriyet  hayatının  azaplarından, 

değişiksizliklerinden,  mahdutluğundan  bahsetseler,  meselâ  bakkallığa  kıymet  verseler...  yirmi  beş 

otuz sene zarfında ihtimal mesut bir tahavvül başlar. 

Muharrirlerin  mensup  oldukları  millete  karşı  büyük  vazifeleri  vardır.  Milliyetperver  bir  Türk 

edibinin  en  büyük  vazifelerinden  biri  de  Türklere,  hususiyle  İstanbullulara  bakkallığı  sevdirmek, 

bakkallığa bir kıymet vermektir.” (Ömer Seyfettin 1914c:  8-9).  

Ömer Seyfettin’in Türk dünyasının geleceğine dair tasavvurlarının büyük bir kısmı, Yarınki Turan 



Devleti  (1914)  adlı  kitapçığındadır.  Bu  eser  I.  Dünya  Savaşı’na  giren  Türkiye  şartlarında  yazılmıştır. 

Yazarın  iddiası,  savaş  sonrasında  Rusya’nın  dağılacağı  yönündedir.  Aslında  Çarlık  Rusya’sının 

yıkılmasıyla  bu  öngörü  doğrulanmış  ve  Rus  hâkimiyetindeki  Türk  Memleketleri  geçici  olarak  bir 

rahatlama  yaşamışlardır.  Fakat  Osmanlı  Devletinin  de  çökmesi,  yine  Rus  hâkimiyetindeki  Türkleri 

desteksiz bırakmıştır.  

Kafkaslardan  Çin  içlerine  kadar  bütün  dünya  Türklerinin  yapması  gereken  şey,  Gaspıralı’nın 

arzuladığı gibi dilde, işte, fikirde birlik sağlamaktır. 

Türkistan’ın  Buhara,  Semerkant,  Taşkent  Kâşgari,  Yarkent,  Hotan,  Aksu,  Turfan  gibi 

merkezlerinde konuşulan dil, İstanbul’da konuşulandan büyük bir farklılık göstermez. “Taşkent’te çıkan 

Sadâ-yı Türkistan ve Sadâ-yı Fergana gazetelerini İstanbul’da okuyup da anlamayan var mıdır?” (Ömer 

Seyfettin  1914ç:  14).  Kazan  ve  Ufa’ya  kadar  Volga  boyunca  yayılmış  kuzey  Türklerinin  dili  İstanbul 

Türkçesinden biraz ayrıdır. Fakat Musabigiyev gibi “Millet ruhunu idrak etmiş âlimler” eserlerini İstanbul 

Türkçesiyle yazmaktadırlar.  

Ömer Seyfettin, bütün Türk dünyasında sanatçıların halk ruhuna ve konuşma diline önem verdiği 

ölçüde  yaşayabileceği  bütün,  Türkler  tarafından  okunup  sevileceği  kanaatindedir.  Bu  hususta  sık  sık 

örnek gösterdiği aydın, Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail Bey’dir. Ne var ki “Dilde, işte, fikirde birlik” 

ilkesiyle  bütün  Türk  milletini  birleştirmek  isteyen  Gaspıralı  da  anlaşılamamıştı.  Bundan  dolayı  İsmail 

Gaspıralı’nın yolundan gidilerek yapılması gerekenleri şöyle sıralar:  

“1.  Gazeteleri,  kitapları  İstanbul  Türkçesiyle çıkarmak.  Kırım  Tercüman  gazetesinin lisanını  her 

tarafa neşretmek! 

(...) 

3. Turan'ın her tarafından, her vasıta ile İstanbul'a gelmek. İstanbul milliyetperverleriyle temasta 

bulunmak. 

4. Zenginler çocuklarını tahsil için İstanbul'a göndermeli. 

5.  İstanbul'un  millî  gazeteleriyle,  millî  neşriyatıyla  gayr-ı  millî  ve  muzır  gazetelerini,  milliyete 

muzır kitaplarını ayırt etmek.” (Ömer Seyfettin 1918:  4)  

SONUÇ YERİNE: FİKİR VE DUYGU BİRLİĞİ

Ömer  Seyfettin,  Türk  birliği  hakkındaki  fikirlerini  (yukarıda  anlatıldığı  üzere)  yazılarında, 

duygularını  ise  şiirlerinde  dile  getirmiştir.  Kimi  şiirlerinde  (Yüksek  Aydınlıklar,    Koşma  -7,  Nişanlı, 

Beyaz Ayı,  gibi) üstü kapalı, kimi şiirlerinde (Yeni Gün, Niyazi’ye, Güneş, Koşma -1, Koşma -2, Koşma 

-5, Koşma -6, Mehmet Emin, Fecir, Altın Destan, Nereye?, Türk Dünyası, Kırk Kız, Köroğlu Kimdi?) ise 

açık olarak “Turan”, “Türklük” veya “Türk birliği” ülküsünü mısralara döker. Bunların hepsinde mazinin 

ihtişamı, hâlin kahrediciliği vardır. Ama hepsi ümitle donanmıştır. Güneş’ten bazı mısraları okuyalım: 

Eski hanlar, hakanlıklar batarak,  

Bozkurt esir düşmüş Beyaz Ayı’ya,  

Tanışmıyor Uygur, Tatar, Sart, Kazak.   

….  

Bu karanlık böyle sürmez... Bir sabah  



Güneş doğar, aydınlanır ortalık,  

490 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

Uyanınca Turan çekmez artık ah...  (Ömer Seyfettin (1914a): 

Bütün  bunların  ötesinde,  Ömer  Seyfettin’in  bir  grup  arkadaşıyla  birlikte  1919’da  Türk  Dünyası 



Gazetesi adlı bir süreli yayın çıkardığını da belirtmek gerekir

1



Ömer Seyfettin’in Türk dünyası hakkındaki görüş ve tekliflerinin büyük bir kısmı bugün de bütün 

Türk aydınları için geçerlidir. 



KAYNAKÇA 

N[üzhet] S[abit] (1914): Türkler Avrupa’dan Sürüldü mü?, Takip ve Tenkit, S. 2, 2 Nisan 1914 s. 28-30. 

Ömer Seyfettin (1911a): Bomba, Genç Kalemler, C. II, S. 9, 4 Eylül 1327 [17 Eylül 1911], s.147, 151, 154-159. 

Ömer Seyfettin (1911b): Primo Türk Çocuğu, Genç Kalemler, C. III, S.13, 5 Kânun-ı evvel 1327 [18 Aralık 1911], 

s. 3-11, 14-27. 

Ömer Seyfettin (1911c): Yeni Lisan, Dicle, 4 Ağustos 1327 [17 Ağustos 1911], s. 1-3. 

Ömer Seyfettin (1911ç): Vatan! Yalnız Vatan… [Genç Tahrir Heyeti adına Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile], 

Yeni Hayat Kitapları: 2 –Rumeli Mat., Selanik, 1327/1911, 34 s. 

Ömer Seyfettin (1914a): Güneş, Türk Sözü, S. 4, 1 Mayıs 1330 [14 Mayıs 1914], s. 29 (Tarhan müstearıyla). 

Ömer Seyfettin (1914): Halk Nedir?, Türk Sözü, S. 2, 17 Nisan 1330 [30 Nisan 1914], s. 9-11. 

Ömer Seyfettin (1914c): Herkes için İçtimaiyat Birinci Kitap: Ticaret Nasip Türk Yurdu Kitaphanesi Yay., Resimli 

Kitap Mat., İstanbul, tarihsiz, 30 s. 

Ömer Seyfettin (1914ç): Kasti Anlamazlıklar, Tanin, S. 1906, 1 Nisan 1330/14 Nisan 1914, s. 3 

Ömer Seyfettin (1914d): Umumî ve Hususî Türkçe -1 Abdullah Tukayef ve Lisanı, Türk Sözü, S. 3, 24 Nisan 1330 

[7 Mayıs 1914], s. 18-19. 

Ömer Seyfettin (1914ç): Yarınki Turan Devleti, Türk Yurdu Kitaphanesi Yay., Kader Matbaası, İstanbul 1330 [1914), 

20 s. 

Ömer Seyfettin (1918): Büyük Türklüğü Parçalayanlar Kimlerdir?,  Kırım Mecmuası , S. 1, 2 Mayıs 1334/2 Mayıs 



1918, s. 3-5. 

Ömer Seyfettin (1918): Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı, Zaman, sayı: 313, 17 Şubat 1335/1919, s. 2. 

Ömer Seyfettin (1920): Haftalık Türk Dünyası, sayı: 1/94, 29 Kânûn-ı sâni [Ocak] 1336/1920, s. 3-4. 

Yöntem, A. C. (1947): Ömer Seyfettin Hayatı ve Eserleri, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 167 s. 

Ziya Gökalp (1911), Turan, Genç Kalemler, C.I, S. 6 (16), 7 Mart 1911, s. 167 (Tevfik Sedat imzasıyla). 

                                                      

1

 Türk Dünyası, 21 Ağustos 1919-25 Şubat 1920 arasında 97 sayı çıkabilmiştir. Fakat yanlış numaralama (63. ve 90. 



sayılar çift) dolayısıyla kataloglara 95 sayı olarak kaydedilmiştir. İlk 95 sayı günlük olarak çıkarılmak istenmiş fakat 

sansür yüzünden bu süreye uyulamadığı zamanlar olmuştur. Son iki sayı (94. ve 95, gerçekte 96 ve 97. sayılar) ise 

haftalık olarak düşünülmüş ve bu sebeple gazetenin adı da  “Haftalık Türk Dünyası” yapılmıştır. Ayrıca gazetenin 

bazı sayıları ile birlikte verilmiş toplam 7 adet edebî ilavesi vardır. 



OĞUZNAME’YE GÖRE  

AZERBAYCAN’IN OĞUZ KAĞAN TARAFINDAN FETHİ 

Prof. Dr. Necati DEMİR

 

Özet:  Oğuz-name,  şimdiye  kadar  yeteri  kadar  incelenmemiş  ve  metni  tam  olarak  ortaya  konmamış  bir 



eserdir. Türk Dünyası açısından hiçbir eser ile karşılaştırılamayacak kadar önemlidir. Eser; Türk tarihi, Türk 

kültürü, Türk dili, Türk dünyası açısından eşi benzeri yoktur. Hiçbir eser; Türk dünyasını bu kadar kapsamaz 

ve  kucaklamaz.  Oğuz-name,  rivayetlere  dayalı  olsa  bile,  Azerbaycan  hakkında  çok  önemli  bilgiler  vermesi 

bakımından  son  derece  önemlidir.  Oğuz-name’ye  göre  Oğuz  Kağan;  sağlığında  uzak  doğu,  Türkistan’ın 

tamamı,  yakın  doğu,  Anadolu,  İran,  Irak,  Arap  Dünyası,  Mısır  ve  Afrika’nın  kuzeyi,  Rum  (muhtemelen 

Anadolu  ve  İstanbul), Frenk  (muhtemelen  Avrupa)  Roma  tarafının tamamını Türk  ülkesine il  yapar. Onun 

yurdu güneşin doğduğu yerden güneşin battığı yere kadardır. Onların tamamından vergi alır. Oğuz-name’de 

Oğuz Kağan’ı fethettiği yerlerdeki milletlerden hemen hemen hiç söz edilmez. Örnek olarak Azerbaycan’ı ve 

Anadolu’yu fetheden Oğuz Kağan’ın burada kime karşı savaştığından bahsedilmez.  

Anahtar  Kelimeler:  Azerbaycan,  Oğuz  Kağan,  Oğuz-name,  Türk  tarihi,  Türk  kültürü,  Türk  dili,  Türk 

dünyası.  



Conquest of Azerbaijan by Oğuz Kağan According To Oguzname 

Abstract:  Oguz-name  has  not  been  sufficiently  studied  so  far,  and  the  text  is  a  work  which  is  not  fully 

revealed. The work is too important not to be compared with the terms of the Turkish world. Work is unique 

in terms of Turkish history, Turkish culture, Turkish language, Turkish World. No work does not cover and 

embrace  Turkish  world.  Oguz-name,  even  if  based  on  rumor,  is  extremely  important  on  account  of  giving 

important  information  about  Azerbaijan.  According  to  Oguz-name  Oguz  Kagan  makes  Far  East,  all  of 

Turkestan, the Near East, Anatolia, Iran, Iraq, the Arab world, Egypt and the North African, Greek (probably 

Anatolia and Istanbul), Franks (perhaps Europe) of the Roman side as Turkish province of  the country in his 

health. His residence is the place where the sun sets from sunrises. He takes taxes from all of them. There is 

no mention of the place where Oguz Kagan conquered the nations. For example, Oguz Kagan who conquered 

Azerbaijan and Anatolia fought against to whom in there is not mentioned. 




Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   102




©emirsaba.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет