ӘДЕБИЕТТЕР
1.
Итс Р.Ф. Введение в этнографию: Учебное пособие. – Ленинград, 1974. – 158 с.
2.
Орынбеков М.С. Генезис религиозности в Казахстане. – Алматы: Дайк-Пресс,
2005. – 240 с.
3.
Әлімбай Н. Қазақтың дәстүрлі циклі салт-жоралғыларының теориялық
мәселелері жөнінде (этносемантикалық аспект)// Этнокультурные процессы на
территории Казахстана (древности, средневековье, современность). – Алматы, 1995. –
С.123-127.
4.
Акишев А.К. Искусство и мифология саков. – Алма-Ата: Наука, 1984. –118 с.
5.
Әбушәріп С. Тұран-Түркістан тарихы мен өркениеті. – Түркістан: Мирас, 1999. –
235 бет.
6.
Турсунов Е.Д. Древнетюркский фольклор: истоки и становление. – Алматы:
«Дайк-Пресс», 2001. –172 с.
7.
Қазақтың көне тарихы /Дайындаған М.Қали. – Алматы: Жалын, 1993. – 400 бет. -
94-бет.
8.
Уәлиханов Ш. Қазақтардағы шамандықтың қалдығы. Қазақ бақсы-балгерлері. /
Құрастырғандар Ж.Дәуренбеков, Е.Тұрсынов. –Алматы: Ана тілі, 1993. – 224 бет.
9.
Безертинов Р.Н. Тэнгрианство – религия тюрков и монолов. – Набережные
Челны, 2000. – 447 с.
10.
Нұртазина Н. Көне түркілік дәстүр және ислам (мифологиялық діннің ислам
дінімен алмасуының заңдылығы // Қожа Ахмет Ясауи мұрасы мен ілімінің зерттелу
мәселелері. Халықаралық конференция материалдары. – Алматы: Арыс, 2008. – 300 б.
11.
Гордлевский В.В. Ходжа Ахмет Ясеви. –Избр. соч. М.: изд. Вост. Лит., 1962.,
Семенов А.А. Мечеть Ходжи Ахмеда Есевийского в г. Туркестане // Изв.
Средазкомстариса, Ташкент, 1926. Вып. 1. –С. 121-130., Гольдциер И. Культ святых в
исламе: Мухамеммеданские эскизы. – М.: ОГИЗ, 1938.
12.
Сухарева О.А. К. Вопросу о культе мусульманских святых Средней Азии. –
Труды института истории и археологии АН Узбекистана, 1951., Басилов В.Н. Культ
святых в исламе. – М.: Мысль, 1970., Снесарев Г.П. Реликты домусульманских верований
и обрядов у узбеков Хорезма. – М.: Наука, 1969.
13.
Дастанов О. «Әулиелі» жерлер туралы шындық. – Алматы, 1967., М.Агаев
Кераматлы ерлерин сыры. – Ашхабад, 1968, Алиммухамедов А. «Мукаддас» ва «кадамгох
жойлар хамда уларнинг зарарлари. – Ташкент, 1966.
14.
Снесарев Г.П. Хорезмские легенды как источник по истории религиозных
культов Средней Азии. – М.: Наука, 1983. – 200 с.
15.
Снесарев Г.П. Реликты домусульманских верований и обрядов у узбеков
Хорезма. – М.: Наука, 1969. – 331 с.
218
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
16.
Аверьянов Ю. Образ святого вели в османско-турецкой литературе жанра
менакыб–наме и взаймосвязь традиций // Қожа Ахмет Ясауи мұрасы мен ілімінің зерттелу
мәселері. III Халықаралық ғылыми конференция материалдары. –Түркістан, 2010. – 272 б.
17.
Сухарева О.А. К. Вопросу о культе мусульманских святых Средней Азии. –
Труды института истории и археологии АН Узбекистана, 1951., Басилов В.Н. Культ
святых в исламе. –М.: Мысль, 1970., Снесарев Г.П. Реликты домусульманских верований
и обрядов у узбеков Хорезма. – М.: Наука, 1969. -331., Мустафина Р.М. Представления,
культы, обряды у казахов (в контексте бытового ислама в Южном Казахстане конца XIX-
XX вв). – Алма-Ата, 1992.
18.
Koprulu F. Anadolu Selcuklulari tarihinin yerli kainaklari // Belleten. 22 /1943/, Ocak
A.Y. Turk halk inanclarinda ve edebiyatinda evliya menkabeleri. – Istanbul, 1983.
19.
Мұстафина Р. Қазақы ислам. // Қазақ халқының дәстүрлері мен әдет-ғұрыптары.
1 Т. – Алматы: Арыс, 2005. – 328 б.
20.
Қондыбаев С. Маңғыстау мен Үстірттің киелі орындары. – Алматы, 2000. -132 б.
21.
Кенжетай Д. Қожа Ахмет Ясауи дүниетанымы. – Түркістан, 2004. – 341 б.
22.
Абуов А. Қожа Ахмет Ясауидің философиялық көзқарасы//Түркістан тарихы мен
мәдениеті. Ғылыми мақалалар жинағы. – Түркістан, 2004. – 341 б.
РЕЗЮМЕ
В статье излагаются сохранившиеся в народе древние верования, затрагивается история
исследования культа святых в исламе, также рассматривается культ святых и его
классификация в научной литературе.
(Мустапаева Д. Исследование древних верований и культа святых)
SUMMARY
The ancient beliefs preserved among the people are narrated in this article. The history of study
of the cult of saints in Islam is given. Also the cult of saints and its classification in the scientific
literature has been set.
(Mustapaeva D. Research of Ancient Beliefs and the Cult Of Saints)
219
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
ÜOS 956.101 5
D.ZHUMATAYEVA
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Phd Doktora Öğrencisi
OSMANLI DEVLETİ’NİN AKDENİZ POLİTİKASI VE KIBRIS
ADASI’NIN FETHİ
Anadolu’nun batı topraklarına gelen Türkler, ilk karşılaştıkları denizi
“Akdeniz” olarak adlandırmaları ve zaman içinde “bahr-i sefid” veya “derya-i
sefid” olarak da kayıtlara geçirmeleri, o denizde kurdukları eyalete “Cezair-i
Bahr-i Sefid” demeleri bu denizi ne kadar önemsediklerinin bir ifadesidir. Zaman
içinde hâkimiyet alanlarını fetihlerle batıya doğru ilerledikçe bu tanım Cebel-i
Tarık’a kadar olan bütün denizi içine almıştı. Fakat Osmanlı Devleti’nin, XVI.
Yüzyıl boyunca bütün Akdeniz’de gücünü iyice hissettiği halde stratejik ve ticari
önemi büyük olan Kıbrıs’ı henüz toprakları arasına katmamış olması ticaret
yollarının güvenliği için sakınca teşkil ediyordu. Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz’den
geçen askeri hem ticari deniz trafiğini, daha önemlisi Anadolu ve Ortadoğu’da
yürütülecek stratejik hareketleri kontrol eder. Taarruz harekâtta bulunacak taraf
için kara, deniz üssü gibi stratejik mevziiye sahiptir. Kıbrıs Adası’nın önemi, tarih
boyunca Akdeniz’de siyasi ve askeri çıkarları olan devletlerce gözetilmiş. Kıbrıs
Adası bu durumuyla, her fırsatta Anadolu’nun bağrına saplanmaya hazır bir
hançer gibiydi. Bu nedenle Kıbrıs adsının biran evvel fetih edilmesi gerekiyordu ve
1571 senesinde ada Osmanlı Devleti tarafından fethi gerçekleştirdi.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Anadolu, Akdeniz, Kıbrıs, Venedik ve
Cebel-i Tarık.
Anadolu’nun batısına ulaşan Türklerin karşılaştıkları deniz batıdaki deniz
manasına “Akdeniz” olarak adlandırmaları ve zaman içinde “bahr-i sefid” veya
“derya-i sefid” olarak da kayıtlara geçirmeleri, o denizde kurdukları eyalete
“Cezair-i Bahr-i Sefid” demeleri bu denizi ne kadar benimsediklerinin bir
ifadesidir. Zaman içinde hâkimiyet alanlarını fetihlerle batıya doğru ilerledikçe bu
tanım Cebel-i Tarık’a kadar olan bütün denizi içine almıştı. Osmanlılar,
Gelibolu’nun alınmasıyla (1354) başladıkları Rumeli fetihlerine, yeni bir siyasi
anlayışla, bir taraftan Balkanlar’a, diğer taraftan denizlere yönelerek devam ettiler.
Bu sebeple Gelibolu, Osmanlıların sadece Balkanlar’a açıldığı ilk kapısı ve
hareket üssü değil, aynı zamanda denizlere çıkışının da ilk noktası olmuştur [1].
Osmanlı gücünün karadaki başarıları XVI. Yüzyılda denizlerde de görüldü.
Fatih’ten sonra gittikçe gelişen Osmanlı deniz gücü, özellikle korsanlıktan yetişme
usta denizciler vasıtasıyla büyük ilerleme gösterdi [2]. Fakat Osmanlı Devleti’nin,
XVI. Yüzyıl boyunca bütün Akdeniz’de gücünü iyice hissettiği halde stratejik
ve ticari önemi büyük olan Kıbrıs’ı henüz toprakları arasına katmamış
olması ticaret yollarının güvenliği için sakınca teşkil ediyordu. Ayrıca tarihi seyir
220
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
içerisinde, Kıbrıs Adası, Hıristiyan devletlerin hâkimiyeti altında kaldığı süre
zarfında, Müslümanlara karşı daima bir saldırı üssü olarak kullanılmıştır.
Bunu en çarpıcı örneği, 1361 yılında, Kıbrıs Kralı Pierre I.’in (1359 – 1369)
haçlı seferine girişerek, Antalya ve İskenderiye’yi yağmalamasıdır [3]. Osmanlı
Devleti’nin Suriye ve Mısır’ın fethinden sonra Doğu Akdeniz Türk gölü haline
gelmiş ve buradaki Kıbrıs Adası, Osmanlı Devleti’nin emniyet ve bütünlüğü için
daha da önem kazanmaya başlamıştı [4]. Zira Kıbrıs coğrafi konumu dolayısıyla,
gerek Anadolu’nun güneyi ve Suriye sahillerini kontrol edebilecek bir
konumdaydı. Bu coğrafi öneminden dolayı gerek Anadolu’ya, gerekse Suriye’ye
hâkim olan devletler Kıbrıs’ı da kendi topraklarına katma gereğini hissetmişlerdi.
Bu siyasi zorunluluk II. Selim’i Kıbrıs’ın fethi için harekete geçirmişti. Osmanlı
Devleti’nin Kıbrıs’ı fethe zorlayan sebepleri şu şekilde sıralarsak öncellikle siyasi
ve stratejik önemi üzerine durmamız gerekiyor. Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz’den
geçen askeri hem ticari deniz trafiğini, daha önemlisi Anadolu ve Ortadoğu’da
yürütülecek stratejik hareketleri kontrol eder. Taarruz harekâtta bulunacak taraf
için kara, deniz üssü gibi stratejik mevziiye sahiptir. Kıbrıs Adası’nın önemi, tarih
boyunca Akdeniz’de siyasi ve askeri çıkarları olan devletlerce gözetilmiş. Kıbrıs
Adası bu durumuyla, her fırsatta Anadolu’nun bağrına saplanmaya hazır bir hançer
gibiydi [5]. Venedik’in Kıbrıs’a sahip olması Osmanlı Devleti için tehlikeliydi.
Çünkü herhangi bir devlet ile Osmanlı Devleti arasında savaş vuku bulursa Kıbrıs,
düşman devletlerin bir askeri üssü olabilir ve Osmanlı Devleti’nin kıyılarına saldırı
düzenleyebilirler [6]. Doğu Akdeniz’de tek Hıristiyan kalesi olarak kalan yer
Kıbrıs’tı.
Osmanlı Devleti kendi topraklarının arasında emin ulaşım yolunu sağlaması
için Kıbrıs Adası’nın Osmanlılar tarafından zapt edilmesi siyasi ve stratejik zaruret
halinde idi. Doğu Akdeniz’in ne kadar stratejik öneme sahip olduğunu Fransa Kralı
IX. Charles elçisi Franchois de Noay’ın Raporu’ndan bir kez daha iyi anlayabiliriz.
Raporu’nda, “beni kabul eden Venedik Büyük Doj’u Kıbrıs’ın kaybından sonra
Türkleri Akdeniz’den söküp atmanın imkânsız hale geldiğini ve Avrupa’nın
gücünün buna yetmeyeceğini acı şekilde anladıklarını” itiraf etti. Masanın
üzerindeki Kıbrıs haritasının siyah kadife örtüsünü kaldırarak; “Ruh-u Mesih,
Akdeniz’in kalbi olan bu adayı Türklerin eline düşüren gafleti affetmeyecektir.
Asya ile Avrupa’nın deniz yolu artık Türklerin ülkeleri içindeki göllere
hâkimiyetleri kadar keyif ve kararlarına tabidir. Kıbrıs’ı ülkelerine katmakla
Türkler, Akdeniz’in güneyine de tam hâkim idiler”[7].
Ayrıca Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa Franchois de Noay’a şöyle
diyordu; “İnebahtı (Lapante) bizim için muhakkak ki beklemediğimiz bozgundur.
Biz burada sakalımızı kaybettik. Sakal yeniden çıkar. Fakat biz, Ehli Salib’den
Kıbrıs’ı aldık. Kıbrıs elinde ise Akdeniz’in hâkimi odur. Akdeniz’de de hâkim olan
biziz” demesi zaten açıklama gerektirmeden Akdeniz hayati önem taşıdığını
bildiriyor.
İktisadi önemi ise: Kıbrıs’ın siyasi ve stratejik önemi olduğu kadar iktisadi
önemi çoktur. Avrupa ve Asya arasındaki ticaret yolları Kıbrıs’tan veya yakınından
221
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
geçiyordu. Kıbrıs, Osmanlı Devleti için sadece Mısır ve Suriye ile İstanbul
arasındaki ulaşıma veya Doğu Akdeniz kıyılarına yöneltilecek tehdit açısından
değil, dünyanın belli başlı ticaret yollarını kontrol edebilir bir konumda bulunması
bakımından da önemliydi. Kıbrıs’ta üslenen Venedik korsanlarının deniz ticaretine
verdikleri büyük zararda Kıbrıs’ın ele geçirilmesinde başlıca etkenlerden biri
olmuştur.
Dini önemini ise: Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı fethi için en önemli
sebeplerden birisi de ada üzerinde “mevrus” hakları olduğuna inanmasıdır.
Şeyhülislam Ebu’s-suud Efendi’nin fetvasında işaret edilen bu hak Osmanlıların
Memluklulara galebesinden ve sultanların halife unvanı da almalarına
dayanmaktaydı. Memlukların hâkim oldukları dönemde Ada’nın geliri Mekke ve
Medine’nin iaşesine tahsis edilmişti. Ada ele geçirildiği takdirde geliri tekrar
Haremeyn-i Muhteremeyne tahsis edilebilir. Bunun yanında her yıl dini
vecibelerini yerine getirmek için hacca giden Müslümanların gemileri Kıbrıs
açıklarında faaliyet gösteren Venedikli ve Maltalı korsanların tacizlerine
uğramakta, dolayısıyla bu kutsal görevin huzur ve emniyet içinde yapılması
engellenmekte idi. Hac yollarının emniyetinin temini padişah ve dolayısıyla
halifeye düşmekteydi. Haliyle bütün Müslümanların manevi hükümdarı ve İslam
âleminin dini lideri sayılan halifenin binlerce Müslüman’ın kanıyla sulanmış Kıbrıs
topraklarındaki tarihi hakları korumak ve mevcut mescit, medrese vs. ile diğer
İslami değerleri kollaması tabii görevlerindendi.
Jeopolitik konumundan dolayı Kıbrıs, tarih boyunca, Anadolu için önemli bir
yer olmuş ve Anadolu, Suriye, Mısır arasında ticari bir üs olarak kullanılmıştır.
Anadolu Selçukluları, Karaman oğulları ve Akkoyunlular, Kıbrıs ile siyasi ve ticari
ilişkilerde bulunmuştur. Osmanlı Türkleri Kıbrıs’la 1488’den itibaren ilgilenmeye
başlamışlardı. Mısır’ın fethi adanın Osmanlı topraklarına katılma sürecini
hızlandırdı [8]. Kıbrıs Adası, Yavuz Sultan Selim döneminde Venedik
Cumhuriyet’iyle yapılan anlaşmada daha önce Mısır Sultanı’na vermekte olan
yıllık 8000 dukalık vergiyi bundan sonra Osmanlı Devleti’ne vermeğe kabul
etmişlerdi. 1521’de Rodos’un fethi üzerine sıranın Kıbrıs’a geldiğini düşünen
Venedikli korsanlar savunma tedbirlerini almaya başlamışlardı. Hatta Avrupa’dan
yardım taleplerini arttırdılar. Ancak Kanuni Sultan Süleyman zamanında önemli
sıkıntı yaşamadılar. Kanuni Kıbrıs için verilen yıllık vergiyi 10.000 dukaya çıkardı.
1559 Cateau – Cambresis Antlaşması, Avrupa’da büyük mücadele İspanya lehine
son verdi, İspanya kralı II. Philip Avrupa’nın hâkimi görünüyordu. Böylece,
Batı’da Osmanlılar için koşullar değişti. Kanuni Sultan Süleyman’ın Malta ve son
Macaristan seferleri neticesinde Avrupalılar Osmanlı Devletinin fetihlerinin
durduğunu düşünmüşlerdi. Çünkü Kıbrıs Adası, Osmanlı Devleti kadar Avrupa
politikası için de bir dönüm noktası olmuştur [9].
Ancak son yıllarda Venedikli korsanların ticaret gemilerine saldırılarının
yoğunlaşması ve Kanuni’den sonra Osmanlı Devleti’nin eski gücünü devam
ettiremeyeceği ümidine kapılmışlardı. Fakat II. Selim’in tahta cülusunun ilk
senelerinde Venedik elçisi Padişah’ın Kıbrıs Adası’na dair olan düşüncelerinden
222
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
endişelenmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti için Kıbrıs Adası’nın fethi artık zaruret
haline gelmişti. Ancak Kıbrıs Seferi’nin açılması konusunda Osmanlı Devleti ileri
gelenleri arasında fikir ayrılıkları vardı. Sultan II. Selim, üçüncü Vezir Piyale Paşa,
altıncı vezir Lala Mustafa Paşa ve Şeyhülislam Ebu’s-suud Efendi bu sefer hakkında
olumlu, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ise olumsuz düşüncede idi. Ancak
Sokullu’nun direnişine rağmen II. Selim’in savaşa kesin karar vermesinden sonra
Kıbrıs Fethi’nin açılması kararına katıldı.
Bu arada Osmanlı Devleti fethin kolaylaşması için birtakım siyasal ve askeri
hazırlıklarda bulundu. Siyasal girişimlerden birisi de 1568 senesinde Avusturya’yla
sekiz yıllık barış antlaşmasını imzaladı. Aynı yıl Lehistan’la barışı tekrar yenilediler.
İran’la da barış yapıldı. 15 Ekim 1569 yılında Fransa’yla ikinci kapitülasyon
antlaşması imzalanarak Fransa’ya yeni imtiyazlar verildi. 1570’te Rusya’yla dostluk
antlaşması yapıldı. Sokullu Mehmet Paşa, İstanbul’daki Venedik elçisi M. Antoni
Barbaro ile birkaç kez görüştü. Venedik’ten bir hayli uzakta olan adanın iki ülke
arasında gerginlik yaratmağa değer olmadığını ve etrafının Osmanlı Devleti toprakları
tarafından çevrili olduğunu öne sürerek Kıbrıs’ın silah kullanmadan teslimi istedi.
Ancak Venedik elçisi bu teklife yanaşmadı ve adanın “Hıristiyan âleminin adası”
olduğunu da vurguladı. Elçinin bu görüşü ileri sürdüğü şunu göstermektedir. Savaş
açmayın yoksa haçlı ordularıyla savaşmaya mecbur kalacaksınız işaretini vermektir
diyebiliriz. Sultan II. Selim Venedik’e bir elçi gönderdi ve adanın kendisine
bırakılmasını istedi [10. 261.]. Fakat Osmanlı Devleti tarafından gönderilen elçileri
tutuklandı ve mal varlıklarına el konuldu. Bu karşılık Osmanlı Devleti İstanbul’daki
Venedikli konsoloslar tutuklandı. Böylece iki devlet arasındaki ilişkiler iyice
gerginleşti. Sultan II. Selim sulhun devam etmesine karşılık olmak üzere Kıbrıs’ın terk
edilmesini istemek için ikinci defa elçi olarak Kubat Çavuş’u Venedik Hükümetine
gönderdi. Fakat Venedik Senatosu, Osmanlı Devletinin bu talebini müzakereye dahi
vazetmeden reddeyledi [11].
Sokullu, elçilere olumsuz yanıt verileceğini sezdiği için hemen sefer hazırlıklarına
başladı. Bu arada Kıbrıs’ta gelişen olaylar adanın fethedilmesine bir hayli kolaylaştırdı.
Venedik idaresinde bulunan Kıbrıs yerli Hıristiyan halkı Osmanlı Sultanı’na,
Venediklilerden kurtarılmasını ve kendilerinin Osmanlı tebaalığına, Türklerin adil
yönetimi sayesinde kurtulacakları hakkında müracaatta bulundu [12] ve fethin
gerçekleşmesinde hoşnutlukla karşılamıştı [13].
XVI. Yüzyıl gezginlerinin sözleriyle “kölelikten daha kötü” davranılan
Kıbrıslıların durumu Venedikliler döneminde o denli zordu ki, çoğu Rodos ve Osmanlı
Devletinin çeşitli topraklarına kaçtıklarından bahsediliyor [14. 2.]. Bu müracaat, 1561
– 1566 arasında ve 1569’da, kölelerden oluşan bir heyet, ilerdeki olası bir fethi
konuşmak için İstanbul’a geldiği yazılıyor. Bir kaynağa göre 50,000 köle, bu özel
nedenden dolayı, kolay bir görev olarak ortaya çıkan Osmanlı seferini desteklemeye
hazırdı [15. 1.]. Hatta yerli Papazlar Türk askerlerine rehberlik ettikleri de biliniyor
[16]. Venediklilerin Kıbrıs’ı kan dökülmeden terk etme isteğini kabul etmemeleri
üzerine 1570 Mayısında 180 kadırga, 10 mavna, 170 barça ile Karamürsel toplam 360
223
А.ЯСАУИ УНИВЕРСИТЕТІНІҢ ХАБАРШЫСЫ, №2, 2013
parçadan mürekkep Osmanlı Donanması kaptan-ı Derya Müezzin zade Ali Paşa
kumandasında İstanbul’dan Kıbrıs Seferine açıldı.
Kıbrıs’ın zaptına vezir Lala Mustafa Paşa serdar tayın edildi. Denizden
gelebilecek tehlikeye karşı görevlendirilen donanmaya vezir Piyale Paşa memur edildi.
Anadolu tımarlı sipahileri tahsis edilen gemilerle Fenike Limanı’ndan Kıbrıs’ taşındı. 2
Temmuz 1570’de Limasol önlerine ulaşan Osmanlı donanması Piskopi’ye uzanan kıyı
şeridine herhangi bir direniş görmeden küçük keşif birliğin indirdi. Bu arada Leftari
Kalesi halkına ve muhafızlarına verilen aman neticesinde mukavemetsiz teslim olundu.
Leftari’nin düşüşü ile fazla bir direnişe karşılaşmadan Limasol Kalesi de ele geçirildi.
Derhal Türk idaresi tesis edildi.
Venedik zulmünden kurtulan yerli ahalinin teveccüh ve tezahüratı o dereceye
varmıştı ki Türkler Limasol’da küçük bir askeri birlik ve birkaç gemi bırakarak vakit
kaybetmeden 3 Temmuz 1570 akşamı Osmanlı kuvvetleri karadan ve denizden
Larnaka’ya ulaştılar. Larnaka üzerine karadan yürüyen Türk askerlerine bir Rum
Papazı kılavuzluk yapmıştı. Lefkoşa, Türk taarruzu başladığı zaman 20.000 asker ve
250 top ile korunuyordu. Öte taraftan çevresindeki kuyular zehirlenmişti ve her cins
meyve ağaçlar ile ekili alan tahrip edilerek yakılmıştı. Bir savunma planı olmak üzere
şehre yakın köyler de boşaltılarak Türklerin muhasara faaliyetlerini kolaylaştıracak
bütün imkânlar ortadan kaldırılmıştı.
Lefkoşa Venediklilerin Kıbrıs’taki başkenti ve oturdukları yerdir. Bu yüzden Lala
Mustafa Paşa’nın şehri savaşsız teslim etmeleri yönündeki teklifi Venedikliler
tarafından reddedilmişti. Osmanlı Ordusu 27 Temmuz 1570’de Lefkoşa’ya geldiler ve
muhasara hazırlıklarına başladılar ve Lala Mustafa Paşa 9 Eylül 1570’de Lefkoşa’yı
kuşatırlar. Gece yarısı namaz kılarlar ve yardım edilmesi için Allah’a yalvarırlar.
Sabaha doğru Osmanlı ordusunun sağ tarafından İskender Paşa, Cezayir Beyi Kaptan
Ali Paşa, Karaman Beyi Hasan Paşa, Halep Beyi Derviş Paşa, Kıbrıs Beyi Muzaffer
Paşa ve Müslüman süvariler bu kalenin sağ ve solundan çok sıkı bir hücum yaparlar.
Müslüman askerlere bir süre direnç gösterilse de sonunda dayanamayıp kalenin
kapıların açarlar ve Lefkoşa kalesinin üstüne İslam bayrakları dikilir. Müttefikleri
İspanya, Ceneviz, Savoie donanmaları ile beraber 200’den fazla gemiden mürekkep
kuvvetli Venedik filosu Kıbrıs’a doğru yola çıkmış ise de, eylül sonlarına doğru Meis
adasına geldiklerinde Lefkoşa’nın sukutu harbini aldılar. 4 Ağustos 1571’de bir sene
Bragadino kumandanlığında savunulan Magosa kalesi 5. Maddelik bir anlaşma ile
teslim alındı [17].
Достарыңызбен бөлісу: |