1980 SONRASI DÖNEMDE TÜRKİYE VE AZERBAYCAN EDEBİYATLARINDA TARİHÎ
ROMANIN GELİŞİMİ
Murat DEĞER
Özet: Türkiye’de 1961 anayasasının getirdiği özgürlükçü ortamdan istifade eden yazarlar resmî ideolojinin
dışında kendi ideolojilerini romana sokmuşlardır. Diğer taraftan Batıdaki modern roman anlayışına uygun
sanatsal değeri yüksek eserler de verilmiştir. Bu iki tür tarihî romana 1980 sonrasında postmodern denilen
yeni bir tür ilave olmuştur.
Diğer taraftan 1960 yılından itibaren katı Sovyet rejiminin yumuşamaya başlamasıyla Azerbaycan tarihî
romanında da tıpkı Türkiye’deki gibi konular resmî ideolojiden uzaklaşıp insan ve toplum yaşamına
yönelmiştir. Böylece sistemin, toplum ve insan üzerindeki olumsuz etkileri romanlarda yer bulmuştur. Bu
dönem edebiyatçılarının gösterdikleri cesaret, Azerbaycan’ın bugünkü bağımsızlık ve demokrasi hareketi için
fikrî ve manevî zemin de hazırlamıştır. Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra edebiyatın millî
ideoloji esasında inkişafı için yeni ufuklar açılmıştır. Romanın mevzu dairesi genişlemiş, Azerbaycan
tarihinin açılmamış sayfalarına ilgi artmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye edebiyatı, Azerbaycan Edebiyatı, tarihî roman, modern, postmodern,
Historical Novel Development in Turkey and Azerbaijan Literature After 1980
Abstract: In Turkey the writers who have exploited the freedom derived from the 1961 constitution used
their own ideologies as well as the official one. On the other hand some other highly appreciated Works of art
have been created accordingly with the modern novel concept on the west. A new type called Postmodern
was added to these two new types of novel.
On the contrary by the slowing down the effects of strict Soviet Government Azerbaijani historical novel has
led to the individual and society just like the one in Turkey which departed from official ideology. So the
negative effects of the system on the individual and society have been placed in the novel. At this period the
courage shown by the literary writers created a spiritual and ideal base for the independence and democracy
movement for today’s Azerbaijan. In the 1980s the idea of independence in Azerbaijan gained more
importance, at the end of the struggle Azerbaijan reached its independence. Thus new horizons for
progressing based on the national ideology appeared. The concept and the index of novel writing have been
expanded and the interest in the mysterious pages of Azerbaijan History has risen.
Key Words: Turkish Literature, Azerbaijani Literature, Historical Novel, Modern, Post-modern,
Türk tarihinin geniş bir zaman dilimine ve coğrafyaya yayılmış olması roman yazarları için
oldukça çok ve çeşitli malzeme vermiştir ve halen de vermektedir. Genel olarak 1980 yılına gelene kadar
Türkiye edebiyatında tarihî roman türüne baktığımızda yazarların kendilerine iki tarz üzerinde bir yol
çizdiklerini görüyoruz. Türk yazarları ya olay ve macera ağırlıklı, çabuk okunup kolay unutulan popüler
türde tarihî romanlar yazmışlar ya da gerçekçi anlatım tarzı ile sanatsal üslubu birleştirerek modern roman
türünde eserler vermişlerdir. Bu iki tür tarihî romana 1980 sonrasında ortaya çıkan ancak 1990 ve 2000’li
yıllarda oldukça ses getiren ve postmodern denilen yeni bir tarihî roman türü ilave olmuştur.
Postmodern romanın ortaya çıkışında 1980’lerde ortaya çıkan yeni tarihselcilik kuramı(nazariyesi)
etkili olmuştur. Bu kurama göre göre tarih kayıt altına alınan belgelerde bile bir yorum işidir. Postmodern
yazarlar tarihî belge ve metinler üzerinde kendi yorumları ile eserlerinde geçmişi yeniden kurgularlar.
Hatta Postmodern tarihî romanların 19.yüzyıl öncesinde edebiyat ve tarihin beraber işlendiği destan,
masal, efsane gibi türler gibi edebiyat ve tarihi birbirine yaklaştırma gayreti içerisinde olduğu görülür.
Yoruma dayalı bir anlayışın ürünü olan postmodern romanın bir diğer önemli özelliği çok anlamlı bir dil
kullanma çabasıdır. Mecazlı, sanatlı bir söyleyişle meydana getirdikleri eserin tıpkı tarihî metinler gibi
çok anlamlılığa ve yoruma açık olmasına gayret göstermişlerdir (Yalçın-Çelik, 2005: 27).
Türkiye’de postmodern tarihî romanın öncüsü 2006 yılında Nobel edebiyat ödülünü de kazanan
Orhan Pamuk’tur. 1985 yılında yazdığı Beyaz Kale romanıyla bu türün Türkiye edebiyatında ilk örneğini
vermiştir. Eser yayınlandığında bu tarzda romana alışkın olmayan okurlar ve eleştirmenlerce olumsuz bir
şekilde eleştirilmiştir. Mesela postmodern romanın özelliklerinden olan metinlerarasılık(intertextuality)
kavramı gözden uzak tutularak romanın çalıntı olduğu ileri sürülmüştür. Hâlbuki yazar eserini
oluştururken Helmut Von Moltke’nin Türkiye Mektupları, Pedro’nun Zorunlu Seyehati, Evliya
Qafqaz Üniversitesi, Bakü, Doktora öğrencisi, muratdeger43@hotmail.com
432
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
Çelebi’nin Seyehatname, Adnan Adıvar’ın Osmanlı Türklerinde İlim gibi yerli-yabancı pek çok eserden
istifade etmiş, metni kurarken bu yazarlara herhangi bir göndermede bulunmadan alıntılar yapmıştır.
Fakat bu durum aslında postmodern roman anlayışının bir tezahürüdür.
Beyaz Kale üzerindeki Türkiye edebiyatındaki tartışmalar yeni yeni son bulmaya başlamışken
Orhan Pamuk 1990 yılında Kara Kitap romanını yayınlar ve tartışmalar tekrar alevlenir. O tarihte Türkiye
edebiyatı Orhan Pamuk’u destekleyip okuyanlar ile karşı olup okumayı reddedenler olmak üzere ikiye
ayrılmıştır. Hatta bu roman üzerine kitaplar yazılmıştır. Orhan Pamuk, Kara Kitap romanında yine
postmodern bir tarz benimseyerek söz oyunları ile süslü bir üslup ile eserini kaleme almıştır. Yazar,
ayrıntılar üzerine inşa ettiği metinler içinde önü sonu belli olmayan belirsiz bir olayı esrar, bol hayal ve
fantezi ile beraber anlatmıştır. Metinlerin ayrıntılarında İstanbul’un tarih ve kültüründen, tasavvuftan,
politikadan, gazetecilikten daha pek çok kültür birikiminden izler bulunmaktadır. Orhan Pamuk’un
Türkiye edebiyatında ilk örneklerini verdiği bu tarz tarihî roman özellikle 1990 ve 2000’li yıllarda
patlama yapmıştır. Bu türün en önemli örnekleri şunlardır:
Orhan Pamuk’un Beyaz Kale, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı; Adalet Ağaoğlu’nun Romantik
Bir Viyana Yazı; Ahmet Altan’ın Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk; Mustafa Altunay’ın Gabel;
İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası, Kitab’ül Hiyel; Nedim Gürsel’in Bağazkesen, Resimli Dünya;
Selim İleri’nin Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba İki El Rovelver; Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir
Günün Akşamı, Narla İncire Gazel; Emre Kongar’ın Hocaefendi’nin Sandukası; Zülfü Livaneli’nin
Engereğin Gözündeki Kamaşma; Elif Şafak’ın Araf, Mahrem, Baba ve Piç; Buket Uzuner’in Uzun Beyaz
Bulut Gelibolu…
1980’den günümüze tarihî romanın diğer türleri olan popüler tarzda, biyografik anı tarzında ve
modern tarzda eserler de verilmeye devam etmiştir. 1980 sonrası Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine
geçerek dünyaya açılması, şehirleşmenin çok hızlı bir şekilde artması ve bütün bunların sonucunda Türk
toplumunun tüketim toplumu haline gelmesiyle popüler kültürün hızla yayılması Türk romanı üzerinde de
etkili olmuştur. Toplumda oluşan yeni tüketim algısı neticesinde popüler tarz tarihî romanlara ve
biyografik, anı tarzı romanlara ilgi artmıştır. Yazarlarımızda okuyucunun değişen algısına cevap
verebilmek için romanlarında güncel sorunların tarihteki yansımalarına eğilmek yerine tarihi bir zevk
nesnesi haline getirmeyi tercih etmişlerdir. Eserlerde imaj ve tiraj kaygısı estetikten, sosyal ve siyasî
değerlerden daha önemli hale gelmiştir. Bu dönemin popüler tarihî romanlarına Yıldız Balık’ın Okyanus
Çiçeği, Derman Bayladı’nın Nağmeler Tahtım Olsaydı, Mehmet Coral’ın Bizans’ta Kayıp Zaman,
Teoman Ergül’ün Selim ile Nurbanu, Latife Mardin’in Doğu Doğudur, Kâmuran Solmaz’ın Ortasında
Bitiveren Aşk, Yılmaz Çetiner’in Haremde Bir Venedikli eserleri örnektir (Yalçın-Çelik, 2005: 77).
Diğer taraftan modern roman tarzını benimsemiş yazarlarımız bu dönemde sanatın hayatla değil
sanatla ilgisinin kurulması gerektiği görüşüne ulaşmışlardır. Bu yüzden eserlerinde biçime, roman
tekniklerine, anlam yoğunluğuna ve derinliğine önem vermişlerdir. Tarık Buğra’nın Yağmuru Beklerken;
Sevinç Çokum’un Hilali Görünce, Ağustos Başağı; Emine Işınsu’nun Cumhuriyet Türküsü; Attila
İlhan’ın Dersaadette Sabah Ezanları; Fehmi İmre’nin Yüz Altmış Altı Yıl; Gürsel Korat’ın Zaman Yeli,
Güvercine Ağıt, Rüya Körü; Ayla Kutlu’nun Bir Göçmen Kuştu O; Şemsettin Ünlü’nün Yüz Uzun Yıl
romanları 1980 sonrası Türk edebiyatında modern tarihî romana örnek teşkil eder.
Diğer taraftan 1980’ler Azerbaycan için yepyeni bir dönemin başlangıcı mahiyetindedir. 80’lerin
ikinci yarısından itibaren SSCB’de baş veren toplumsal-siyasî olaylar neticesinde özellikle de Ermenistan
ile ortaya çıkan Karabağ sorununa bağlı olarak Azerbaycan’da bağımsızlık düşüncesi güçlenmiştir. Halk,
Sovyet yönetimine karşı eylemlere kalkışmıştır. Bu arada tarihin tahrif olunması, dil ve alfabe problemleri
geniş bir perspektifte tartışılmaya başlanmıştır. Halkta tarihine, millî kültürüne karşı ilgi buna bağlı olarak
artmıştır. Nihayet verilen mücadeleler neticesinde Azerbaycan Türkleri de diğer Sovyet halklarıyla
birlikte bağımsızlığına kavuşmuştur. Böylece Azerbaycan edebiyatının millî ideoloji esasında inkişafı için
yeni ufuklar açılmıştır. Yasaklar, sansürler, ideolojik yönlendirmeler kalktıktan sonra tarihî roman türü de
geçmişin objektif bir biçimde işlenmesi için uygun ortamı nihayet bulabilmiştir (Hüseynoğlu, 2000: 130).
Tarihi romanın mevzu dairesi de genişlemiştir. Azerbaycan tarihinin açılmamış sayfalarına, karanlık
noktalarına olan ilgi göze çarpmaktadır. Azerbaycan tarihinin en parlak çağları da sonraki merhaleleri de
çok yönlü araştırılmış ve ebedî bir şekilde yeniden canlandırılmıştır. Özellikle Azerbaycan’ın kadim bir
Türk yurdu olduğu gerçeği yazılan eserlerde kuvvetli bir şekilde vurgulanmıştır.
Mahmud İsmailov’un Senin Ulu Baban, Efgan’ın Bey İnal, Şahlar Hesenoğlu’nun Ala Buludlar
romanları bu türden eserlerdir. Mahmud İsmailov en eski çağlardan başlayarak Azerbaycan halkımının
teşekkülüne kadarki bir sıra ciddi hadiseleri romanlaştırmıştır. Yazar tarihin karanlık sayfalarını
433
Murat DEĞER/1980 Sonrası Dönemde Türkiye ve Azerbaycan Edebiyatlarında Tarihi Romanın Gelişimi
açabilmek için ciddi araştırmalar yapmıştır. İddialarını güçlendirmek için yeri geldikçe zengin folklor
numunelerine, Dede Korkut destanına müracaat etmiştir (Axundlu, 2005: 312).
Tarihî, folklor motifleri esasında aksettiren bir başka roman da Şahlar Hesenoğlu’nun Ala Buludlar
romanıdır. Romanda bir halk hikâyesi olan Hançoban ile Sara’nın aşk macerası anlatılmıştır. Roman
Azerbaycan edebiyatımızda az işlenen Terekeme Türklerinin tarihini ele almaktadır. Romanda tasvir
olunan Şahseven, Muğanlı, Aşıglı, Kebirli boyları yurtsuz, göçer kabileler gibi değil kışlak ve yaylakları
belli, ata yurtlarına sahip çıkan büyük bir halkın evlatları olarak gösterilmiştir.
Ferman Eyvazlı’nın Gaçag Kerem ve Şemistan Esgerov’un Haçadağ romanları yine 19.asrın sonu
20.asrın başında meydana gelmiş kaçakçılık harekâtını anlatan popüler tarzda romanlardır. Bu eserler
1970’li yıllarda aynı mevzuda yazılmış kaçak romanlarına bir yenilik getirememiştir (Axundlu, 2005:
369).
1980 sonrası siyasi gelişmelerle Karabağ üzerine Ermeni iddialarının önce gündeme getirilmesi
ardından iddiaların işgal harekâtına dönüşmesi üzerine bu aktüel mevzuda da tarihî romanlar yazılmıştır.
Romanlarda tarihi belgelere ve hadiselere dayanarak Karabağ’ın kadim bir Türk yurdu olduğu ve
Türklerin burada binlerce yıllık geçmişinin olduğu hakikati üzerinde durulmuştur. Ferman Kerimzade
Goca Gartalın Ölümü, Mustafa Çemenli Hallı Gürze, Azize Caferzade’nin Gülüstan’dan Önce romanları
tarihî Karabağ Hanlığını anlatmaktadır. Goca Gartalın Ölümü romanında Karabağ Hanı Penaheli Han’ın
Karabağ’ı Rus işgalinden uzak tutmak için yaptığı çalışmalar ve Azerbaycan’ın millî birliğinin tesis
edilmesi için girişimleri konu edilmiştir. Yazarlar Azerbaycan’ın o tarihlerde tek bayrak altında
toplanamamasının ülkeyi nasıl felaketlere sürüklediğini, konunun aktüelliği ile kuvvetli bir şekilde
işlemişlerdir. F.Kerimzade hükümdarı tasvir ederken tarihî hakikatlere sadık kalmakla birlikte Han’ın iç
dünyasına da gerektiği biçimde eğilmiştir. Onun ne düşündüğünü, hangi hislerle yaşadığını modern
roman teknikleri ile başarılı bir şekilde aksettirmiştir.
Malum olduğu gibi Azerbaycan’da yetmiş yıldan fazla süren Sovyet hâkimiyetinde yazarların bazı
tarihî mevzuları kaleme alması engellenmiştir. Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra
yazarlar tarihin karanlık sayfalarında kalmış ve el sürülmesi yasak olan bu devirleri de ele almışlardır. İşte
Azize Caferzade bağımsızlığın getirdiği bu ortamda Zerrintac-Tahire ve romanında Azerbaycan
edebiyatında o vakte kadar ele alınmamış bir mevzuyu işlemiştir. Yazar romanında 19.asırda
Azerbaycan’da ortaya çıkmış bir Şii tarikatı olan Babilik’i işlemiştir. Yazarın tek maksadı Babilik
tarikatının tarihini canlandırmak olmamıştır. Yazar tarihî hadiseleri aksettirirken devrin sosyal, siyasî
havasını canlı bir şekilde tasvir etmiştir. Caferzade, romanda Babilik harekâtının esas prensiplerinden
olan kadın hakları mevzusuna da dokunarak tarihî romana aktüel bir derinlik de kazandırmayı başarmıştır.
İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük katliamlar hiç şüphesiz Sovyet İmparatorluğu devrinde hayata
geçirilmiştir. Bazı araştırmacılar 1917’den 1991’e kadar 100 milyon kadar insanın çeşitli bahanelerle
katledildiğini yazarlar. Özellikle Sovyetler içindeki Müslüman-Türk halklarına karşı acımasız katliamlar
ve sürgün politikaları uygulanmıştır. Azerbaycan halkı da 1920’den sonra yüzlerce âlimini, sanatçısını,
aydının ve yüzbinlerle sade vatandaşını bu katliamlarda günahsız yere yitirmiştir (Axundlu, 2005,s.448).
Sovyet rejimi içinde bu dönemi eleştirmek çok çetin bir iştir. Bir tarafta siyasî baskılar diğer tarafta bu
dönemle ilgili belgelere ulaşmanın imkânsızlığı yüzünden Azerbaycan tarihinin bu en acı dönemleri uzun
yıllar karanlıkta kalmıştır. Fakat 80’li yılların ikinci yarısından itibaren Sovyet yönetiminin eski gücünden
uzaklaşmış olması ve artan bağımsızlık fikirleri ile yazarlar “repressiya”(baskı) olarak adlandırılan bu
dönemle ile ilgili eserler vermeye başlamışlardır. Sovyetler Birliği’ne dâhil olan halkların 1991’den sonra
bağımsızlıklarını kazanmalarıyla da Azerbaycan edebiyatında bu mevzu daha aşikâr bir şekilde
işlenmiştir. İsmail Şıhlı’nın Ölen Dünyam; Hüseyn İbrahimov’un Böhtan, Esrin Onda Biri; Gumral
Sadıgzade’nin Son Menzili Hezer Oldu; Azize Caferzade’nin Hezerin Gözyaşları, Rübabe Sultanım
romanları Azerbaycan edebiyatında bağımsızlık döneminde bu mevzuda yazılmış romanlardır.
İsmail Şıhlı’nın Ölen Dünyam romanında 1920’li yıllarda Azerbaycan Türklerinin maruz kaldığı
katliamı dile getirilir. Yazar 1968’de yazdığı Deli Kür romanında Azerbaycan nesrinde büyük yankı
uyandıran bir yenilik ortaya koymuştu. Romanda kesin tarihi şahsiyetler çok azdı. Fakat eserde tarihi ruh
ve tasvir olunan devir çok gerçekçi ve inandırıcıydı. Yazar aynı yolu Ölen Dümyam eserinde de devam
ettirmiştir. Geçmişe çağdaş romancı bakış açısı ile yaklaşan yazar bu romanla Azerbaycan tarihî
romanının yeni bir sayfasını açmıştır.
Türkiye’de 1980 sonrası dönemde oldukça yaygın bir şekilde görülen postmodern roman anlayışı
Azerbaycan edebiyatında 2004 yılında Kamal Abdulla’nın yazdığı Yarımçıg Elyazma romanı ile ilk
434
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
örneğini vermiştir. Bu anlamda Yarımçıg Elyazma’da da geleneksel tavrın dışında bir yol izlendiği
görülmektedir. Eserde, tarihî kaynaklardan esinlenilmekle birlikte, gerçeğin sanal boyutları ile
yansıtıldığı, zaten birer kurgu olarak düşünülen olay ve kişilerin yeni bir kurguya alındığı,
metinlerarasılık gibi post-modern tekniklerden yararlanıldığı ilk bakışta hemen fark edilebilmektedir.
Yazar iki muhtelif hisseden ibaret olan romanda birinci hissede Dede Korkut Destanından ikinci hissede
Şah İsmail’in hayatından bahsedilir. Hisselerde bir birinden farklı iki dönem ve birbirleriyle bağlantısı
olmayan kişi ve konular takdim olunmuştur ki klasik roman anlayışında böyle bir roman tekniğine
rastlamak mümkün değildir. Yazar eserinde Dede Korkut destanındaki pek çok olay ve kişiden
faydalanmıştır. Fakat bu faydalanma postmodern romanın metinlerarasılık ilkesine uygun olarak
kullanılan malzemenin yapı ve mahiyetini değiştirme, bozma, yeniden üretme şeklinde olmuştur. Ayrıca
yazar devrin cemiyet hayatının karanlık katmanlarına kendi yorumundan ışık tutma yoluna gitmiştir.
Bütün bu özelliklerin yanı sıra eserde kullanılan bedii dil ve mecazlı anlatım da postmodern roman
anlayışının eserdeki bir başka tezahürüdür.
Diyebiliriz ki, Yarımçıq Elyazma romanından sonra
Azerbaycan edebiyatında postmodern tarihî romana ilgi ve merak artmış bu tarzda yeni yeni romanlar da
peş peşe yayınlanmıştır. Sabir Rüstemhanlı’nın Göy Tanrı, Şamil Sadig’ın Od Erler, İlqar Fehmi’nin
Garğa Yuvası, Şerif Ağayar’ın Haramı, Taleh Şahsuvarlı’nın Canlanma, Agşin Yenisey’in
Gölegarğısancan gibi eserler Azerbaycan edebiyatında yeni gelişen postmodern tarihî romana örnektir.
Sonuç olarak 1980 yılına gelene kadar Türkiye ve Azerbaycan edebiyatlarında tarihî roman türü bu
iki tarz üzerinden bir yol takip etmiştir. Yazarlar ya macera ağırlıklı, çabuk okunup kolay unutulan
popüler türde tarihî romanlar yazmışlar ya da gerçekçi anlatım tarzı ile sanatsal üslubu birleştirerek
modern roman türünde eserler vermişlerdir. Bu iki tür tarihî romana 1980 sonrasında postmodern denilen
yeni bir tür ilave olmuştur. Postmodern yazarlar tarihî belge ve metinler üzerinde kendi yorumları ile
eserlerinde geçmişi yeniden kurgularmışlardır. Diğer taraftan 1980’li yıllarda SSCB’de baş veren
toplumsal-siyasî olaylar neticesinde özellikle de Ermenistan ile ortaya çıkan Karabağ sorununa bağlı
olarak Azerbaycan’da bağımsızlık düşüncesi güçlenmiştir. Bu arada tarihin tahrif olunması, dil ve alfabe
problemleri geniş bir perspektifte tartışılmaya başlanmıştır. Halkta tarihine, millî kültürüne karşı ilgi
artmıştır. Nihayet verilen mücadeleler neticesinde Azerbaycan bağımsızlığına kavuşmuştur. Böylece
Azerbaycan edebiyatının millî ideoloji esasında inkişafı için yeni ufuklar açılmıştır. Yasaklar, sansürler,
ideolojik yönlendirmeler kalktıktan sonra tarihî roman türü de geçmişin objektif bir biçimde işlenmesi
için uygun ortamı bulabilmiştir. Romanın mevzu dairesi de genişlemiş, Azerbaycan tarihinin açılmamış
sayfalarına ilgi artmıştır. Eserlerde özellikle Azerbaycan’ın kadim Türk yurdu olması gerçeği kuvvetli bir
şekilde işlenmiştir.
KAYNAKÇA
Axundlu, Y.(2005). Azәrbaycan tarixi romanı: mәrhәlәlәr, problemlәr(1930-2000), Bakı: Adiloğlu nәşriyatı
Hüseynoğlu T.(2000). Söz – tarihin yuvası, Bakı: Azәrnәşr
Yalçın-Çelik D. (2005). Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları, Ankara:
Akçağ
BÂKÎ’DE DOĞAL, RAHAT, İÇTEN SÖYLEYİŞ
Dr. Murat KEKLİK
Özet: Şiirleri etkileyici ve kalıcı kılan özelliklerden birisi de okuyucu ve dinleyici üzerinde bıraktığı etkidir.
Bu etkiyi sağlamanın yollarından birisi de doğal ve içten söyleyişi yakalayabilmekten geçer. Devrinin
İstanbul Türkçesini bütün doğallığı ve sadeliğiyle kullanan Bâkî, şiirlerinde doğallığı ve içtenliği yakalayan
büyük şairlerimizdendir. Necatî ile başlayan mahallileşme cereyanı içerisinde yer alan Bâkî günlük konuşma
kalıpları, seslenmeler, deyimler gibi konuşma dilinin özelliklerini şiirlerinde ustalıkla kullanmıştır.
Çalışmada şairin bütün gazelleri incelenerek doğal, rahat, içten söyleyişi örnekleyen beyitler gösterilmiş,
deyim ve atasözleri tespit edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Bâkî, konuşma dili, atasözü, deyim
Spontaneous, Facile and Sincere Diction at Bâkî’s
Abstract: One of the characteristics that make poems impressive and permanent is its effect on the reader
and listener. Achieving spontaneous and sincere diction is among the literary proporties which ensures this
effect. Bakî, who uses the fittest Turkish of his era to its utmost naturalness and simplicity in his poetry, is
one of the major poets that succeed in spontaneity and sincerity. Bakî, who falls within the movement of
localization initiated by Necatî, subtly employs the qualities of the colloquial such as callings, colloquial
phrases and idioms in his poetry. In the study, by the analysis of all the odes/lyrical poems of the poet,
couplets exemplifying spontaneous, facile and sincere diction are demonstrated; idioms and proverbs are
ascertained.
Key Words: Bâkî, Colloquial, Proverb, Idiom
Giriş
Dilbilim çalışmalarında konuşulan dil ve yazılan dil ayrımı yerleşiktir. Konuşma dili, gerek
anlatım özellikleri (kısa olması, devrik cümlelerin yoğunlukta olması), gerekse çeşitli ses değişmeleri ve
kolay söyleyişe yönelme gibi nedenlerden ötürü yazılan dilden ayrılır.
Dünyanın her ülkesinin şiirinde, dilin kendine özgü bir anlatım biçimi olduğunu, bunun şiir dili
olarak (poetic language) nitelendiği bilinmektedir. Hiç kullanılmamış sözcükler ve sözcük bileşimleri bir
dilde yer alabildiği gibi, değişik benzetmeler, aktarmalar, tamlamalarla karşılaşılabilmekte, kimi zaman
konuşulan dilin sözceleri kimi zaman da yazılan dilin düzgün tümcelerinden yararlanılmaktadır. Kısacası
şiir dili, insanın dil yeteneğinin sağladığı bütün olanakları kullanmakta, hatta bunları zorlamaktadır
(Aksan: 2005: 73).
Şiirde lirizmi yakalamak için başvurulan anlatım yollarından biri de, yalın ve doğal anlatımdan
yararlanmaktır. Bu doğal söyleyiş, günlük dilin ve konuşulan dilin kalıplarına, alışılmış
kullanımlarından, anlatım yollarından yararlanılarak gerçekleştirilir. Konuşma dili, dolaysız ve kısa
anlatımla etkilemeyi esas alır. Bu nedenle günlük konuşma dili içinde, kısa ve devrik cümlelerle, soru
cümleleri kullanımına, deyimlere, kalıp ifadelere, hitap ya da seslenme kelimelerine vb. yer verilir.
Konuşma dilinde tonlama ve vurgu önemlidir. Öteden beri söz konusu bu unsurların şiirde kullanımıyla
konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı
olmasını sağlamaktadır (Mengi, 2003: 119).
Şiirin anlamını derinleştiren ve somutlaştıran kullanımlardan bir diğeri de atasözleri ve
deyimlerdir. Atasözleri ve deyimler şiirdeki estetik zemini de ahenkle buluşturur. Günlük dilden gelen bu
kalıplaşmış ifadeler, şaire doğal bir söyleyiş imkânı verdiği gibi argoya ve küfre düşmeden en basit halk
dilini şiire sokma kolaylığı da sağlar. Atasözleri ve deyimler şairin şahsî kullanım araçları olmadığı için
herkes tarafından kolayca anlaşılır ve şairin meramını kısa ve özlü bir şekilde aktarmasına vesile olur.
(Aksoy, 1984: 4-8).
Nazım diline temiz, pürüzsüz İstanbul Türkçesini getirmesiyle tanınan Bâkî, Arapça ve Farsçayı
çok iyi bilmesine karşın şiirlerini genellikle sade bir dille söylemiştir. Konuşma diline yaklaşan külfetsiz,
sade beyitler söylemiş, halk deyimlerine fazlaca yer vermiştir (İpekten, 1993: 32). Bâkî doğal ve içten
söyleyişiyle günlük hayatta konuşulan Türkçeye de ne denli egemen olduğunu gazellerinde göstermiştir.
Iğdır Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi m.keklikk@hotmail.com
466
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
Достарыңызбен бөлісу: |