Kırmızı:
Kırmızı renk ana renklerdendir ve tabiatta bu rengin örneği ateş ve kan'dır. Bu renk heyecan, kudret
ve akıncılık sembolü olarak anılmaktadır.
Kırmızı renk, bazı toplumlarda ise saltanat ve iktidarın simgesi olarak kabul edildiğinden
asilzadelerin, generallerin, hanların, imparatorların ve padişahların rengi olmuştur. En üst din
adamları da bu rengi tercih etmişlerdir. Bu yüzden imparatorlar, genellikle kırmızı giysiler içinde
olduklarından, sıradan insanların bu rengi kullanmalarını yasaklamışlardır [Willins, 1984: 85].
Çin kaynakları Göktürkler ve Uygurlar dönemlerinde kuzeydeki Kırgız hakanlarının otağında bir
kırmızı bayrak bulunduğunu ve herkesin buna saygı gösterdiğini yazmaktadır. Ayrıca, Göktürkler,
Uygurlar ve Moğollarda al kaftanın ve al damganın hakanlık sembolleri olarak kullanıldığı
görülmektedir [Ögel, 1984: 36-37, 353, 401-403]. Karahanlı, Selçuklu hükümdarlarının
bayrakları, tuğları, saltanat şemsiyeleri, otağları ve giydikleri çizmeler de hep kırmızı ve sarı
renklerden oluşmuştur. Bu nedenledir ki Türk tarihinde kırmızı, hem saltanatın hem de halkın çok
sevdiği renklerden biri olmuştur [Koca, 2002: 55].
Bazı toplumlarda kırmızı rengi vatanseverlik duygularını kamçılayan bir renk olarak
görülmektedir. Kırmızı pek çok dünya bayrağında kullanılan bir renktir.
Mavi :
Gökyüzü, su ve denizlerin, aynı zamanda sonsuzluk ve huzurun rengidir. Mavi renk, inancı artıran
bir renktir. Bu nedenle cami ve kiliselerin vitraylarında da mavi kullanılmıştır [Halse, 1978: 27-
34].
Gök Tanrı dinine inanan Türkler için gök mavidir. Şamanlar ululuğu temsil eden mavi rengi gök
kelimesiyle adlandırmışlardır. Ancak gök rengi aynı zamanda yeşili de karşılar [Kafalı, 1996: 50].
Asya kültürlerinde, Moğol ve Türk boylarındaki efsanelerde mavi kurt ve mavi aslan önemli bir
yer tutar. Moğol- Türk mitolojisinde mavi aslan ve kaplanlar, Altay boyunun atası sayılan
Tangri’nin gücünü sembolize eder. Tangri Altaylar’da dağların üzerindeki mavi göklerin, mutlak
hakimiyetin sembolüydü [Chevailer ve Gherbrant, 1996: 103].
619
Gök ve su insanlık tarihinde kutsal sayılmıştır. Mavi renk sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve huzuru
telkin eder ve sinirler için kırmızının aksine huzur verir. Aynı zamanda mavi renk dostluk, sadakat,
vefa, aydınlık, temizlik ve ruhanîlik sembolüdür. Mavi rengin stresi azalttığı ve tansiyonu
düşürdüğü bilinmektedir. Mavi renk mekanda kullanıldığında soğukluk hissi vermektedir.
Titreşimi zayıf bir renk olan mavi, açık tonlarıyla huzurlu bir ortam yaratırken, koyu tonlarının
kötülüklerden koruyucu bir etkiye sahip olduğuna inanılır. Mavi renk, suyu, gökyüzünü ve
erkekliği simgeleyen renktir.
Sarı: Sarı, simgesel olarak güneş ışığını hatırlatır ve dikkat edilmesi gereken önemli noktalar için
uyarıcı rol oynar. Renkler içinde en ışıklısı olduğu için en uzaktan görülenidir [Halse: 1978: 27-
34]. Türklerde sarı renk, dünya merkezinin sembolü olarak kullanılmıştır. Hayır ilahı Ülgen’in
altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk ile ifade edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl
devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de
dünyanın merkezinde sembol rengi olmuştur [Genç, 1997: 31].
Ögel [1984: 31], “Göktürk yazıtlarında altından söz edilirken, yalnızca altın denilmediğini, “sarı
altın” denildiğini, daha doğrusu sarı renk ile altının, çoğu zaman birbirlerinden ayrılmadığını”
söylemiştir. Altın Ordu Devletinin adındaki altının sembolü de sarıdır ve onun için bu devlet sarı
renk ile ifade edilmiş olup, başkentinin adı da bu anlamın tam bir ifadesidir.
Sarı renk, farklı toplumlarda tanrısallıktan kaynaklanan fiziksel bir güç sembolü olarak da
karşımıza çıkmaktadır. Tanrı ve tanrıçaların sarışın olarak resmedilmesi buna örnek olarak
gösterilebilir.
Yeşil: Yeşil renk, mavi ve sarı rengin birleşiminden meydana gelmektedir. Sarı renk sıcaklık, mavi
renk de sakinlik ve huzuru yeşil renge vermişlerdir. Yeşil renk tabiatta ağaçların ve bitkilerin
sembolüdür. Yeşil, baharın, canlılığın ve olumlu dinginliğin rengidir. İslamiyet’te kutsal bir renk
olan yeşil, Hıristiyanlıkta Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesini ifade eder. Uluslararası sembolik
bir yapı içinde yeşil, kırmızının karşıtı olumlu bir sembolizmaya sahiptir. Kırmızı ışıkta durur,
yeşil ışıkta hareket ederiz. Yeşil doğadaki yaygınlığı dolayısıyla, gıda ambalajlarında tazelik ve
doğallık etkisi vermek adına sıkça kullanılmıştır [Uçar, 2004: 5]).
Türk mitolojisine göre hayır ilahı Ülgen’in, koruyucu ruh olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin
adı Yaşıl (Yeşil) Kaan idi ve genellikle bitkilerin yetişip, büyümesini düzenlediğine inanılırdı
[Ögel, 1995: 272]. Diğer taraftan Türkler yılbaşını başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile
başlatmışlardır. Bunların ilki otların yeşermesi, diğeri de gök gürlemeleri ile yıldırımların
başlaması idi [İnan, 1987: 414-420]. İşte en eski dönemlerde büyük çoğunluğu hayvancılıkla
geçinen, göçebe hayat yaşayan Türklerin hayatında otların yeşerme zamanı çok büyük rol
oynamıştır. Bu yüzden de yeşil renge ayrıca büyük bir önem verilmiştir.
Yeşil renk aynı zamanda din, iman ve ebediyetin simgesidir. İslâm dininde bu renk üzerinde çok
durulmuştur. İslamiyet’le birlikte yeşil rengin, Hz. Muhammed’in üç sancağından birinin rengi
olarak ayrıca manevi bir anlam kazandığı ve Müslüman Türklerin hayatında ayrı bir yer işgal ettiği
bilinmektedir. Yeşil renk İslamiyet’te kutsal alan ve mekanların vazgeçilmez rengidir. Başta
cennet yemyeşil bir ortam olarak hayal edilmiştir. Ayrıca Osmanlılarda da yeşil renkli sancağın
eskiden beri kullanıldığı ve İstanbul’un kuşatılmasında Fatih’in gemisinde yeşil sancak olduğu da
bilinmektedir. Yeşil, mavi ve sarının birleşiminden oluşur ve her iki rengin özelliklerinin uyumlu
bir birlikteliğini bünyesinde barındırır. Mavide olduğu gibi huzur verici ve dinlendirici bir etkiye
sahip iken, sarının da canlılığını taşımaktadır. Yeşil doğayı, cenneti çağrıştıran sessiz ve huzur
verici bir renktir. Dekorasyonda sessizliği, rahatsız edilmemeyi çağrıştırır ve bu yüzden hastane
odalarında veya tiyatrolarda kullanılan bir renktir.
Sonuç
Renkler hayatın anlamlı parçalarından biridir ve kültürlere göre farklılık göstermektedir.
Renkler tarih boyunca sanatsal yaratmanın ve bir ifade aracı olmanın yanı sıra insanların
düşüncelerini açıklamada da simge olarak kullanılmıştır.İnsanlar renkleri günlük hayatın çeşitli
yerlerinde arzularını, isteklerini, mutluluklarını ve üzüntülerini renklerle yansıtmak için
kullanmışlardır. Matem ortamında insanların siyah renk giymeleri, gökyüzündeki mavi rengin
huzur vermesi, beyaz gelinliğin masumiyeti ve temizliği çağrıştırması buna örnek olarak
620
verilebilir. Renkler toplumların kültürlerinde eski çağlardan bu yana önemli bir sembol olarak yer
almıştır. Kimi zaman yönler tanımlanırken, kimi zaman milli duygular ifade edilirken,dini
kimlikler belirlenirken, camiler, tapınaklar ve mimari yapılar süslenirken vb. renkler sembolik
anlamları düşünülerek kullanılmıştır.Renkler tarihin ilk dönemlerinden başlayarak her kültürde
farklı algılanmış ve yansıtılmıştır. Ayrıca renklerin tarihsel süreç içerisinde kültürlerde oldukça
önemli sembolik anlamlar içerdiği ve bireylerin hayatlarına da yön verdiği görülmüştür.
Kaynakça
1.
Aksan Doğan. Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. – Ankara: TDK Yayınları, 1995.
2.
Aksan Doğan. Türkçenin Gücü. –Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999.
3.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Volume
3 / 10 Winter 2010 426.
4.
Uçar T. F. Görsel İletişim ve Grafik Tasarım. –İstanbul: İnkılap Yayınevi, 2004.
5.
İnan A. Makaleler ve İncelemeler. –Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1987.
6.
Ögel B. Türk Kültür Tarihine Giriş. C VI. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1984.
7.
Genç R. Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler. –Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yayınevi, 1997.
8.
Essoy N. Semboller ve Yorumlarla Görünenden Görünmeyene. –İstanbul: Ersoy Yayın,
1990.
9.
Küçük S. “Eski Türk Kültüründe Renk Kavramı”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler
Dergisi, 54. – Ankara, 2010.
10.
Koca S. Eski Türklerde Bayram ve Festivaller. –Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002.
378.016.12
MEVLANA’DA SEVGİ, BİRLİK VE BARIŞ
Meruert Abdeli
Süleyman Demirel Üniversitesi, Danışman: Dilek Eren
ÖZET
Mevlana, günümüz dünyasının en çok muhtaç olduğu sevgi, birlik ve barışı eserlerinde en
güzel şekilde işlemiştir. Hayatı ise bu konların örnekleriyle doludur. Ondaki sevgi ve aşk ilahidir.
Yaratandan ötürü yaratılmışı sevmiş ve hoş görmüştür. Düşünce, sevgi ve hoşgörüsünün evrensel
oluşu nedeniyle fikirleriyle dünyayı etkilemiştir. Kendisinin bu tutumu da insanlar arasında sevgi,
kardeşlik ve barışın yayılmasını sağlamıştır. Sevgi, barış ve kardeşliğe hasret olan dünyamızda
Mevlana’nın daha fazla bilinip tanımasına ve fikirlerinin yayılmasına ihtiyaç vardır. Bunun için
de UNESCO 2007 yılını ‘Mevlana Yılı’ ilan etmiştir.
ABSTRACT
Mawlana, discusses in his books the love, the unity and the peace that temporary world
are in need of them. Many samples on these subjects can be seen in his life. His affection and
love is divine. He loves and tolerates the creature because of creator. His opinions affected all
worldsdue to universialityof his love and tolerance. His attitude made the love, friendship and
peace extended between all people. There is need of introducing and spreading Mawlana’s
opinions inthe world which is longing of the love, the peace and the friendship. So the year of
2007 is declared as “ the year of Mawlana”.
Mevlana 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan
yöresi, Belh şehrinde doğmuştur. 17 Aralık 1273 yılında ise Konya şehrinde hayata gözlerini
yummuştur. Mevlana ölmüş, fakat onun fikirleri hala yaşamaktadır. Çağlar boyunca doğunun ve
batının tüm bilginlerini etkilemektedir. Ölümünden bugüne kadar yedi yüz yılıaşkın bir zaman
geçtiği halde düşünceleri yaşamakta, mezarı ziyaret edilmekte ve dünyanın çeşitli yerlerinde
görüşleri anlatılmaktadır.
621
Onun eserleri insan sevgisi, dostluk ve barışı terennüm ettiğinden bütün dillere çevrilmiştir.
Mevlana hakkında yurt içi ve yurtdışında 50 kadar yüksek lisans,25 civarında doktora yapılması,
250 kadar kitap, 600 bildiri ve makale yazılması onun dünya çapında önemli bir düşünür olduğunu
göstermektedir.[1] Bunun için de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO)
2007 yılını ‘Mevlana Yılı’ olarak ilan emiştir.
Mevlana özellikle insanı ilahi aşka layık bir varlık olarak anlamıştır. Ona göre insan Allah’ı
sevdikçe, onun emirlerine uydukça ve kalbindeki bütün kötülükleri sildikçe, Allah da onu sever.
Mevlana bu sevgiye layık olma yollarını göstermiş, insanları birleştirmek istemiş ve nefsinin kötü
arzularını silmesini bilmiştir [2]. İnsanları birleştirme çabalarını sevgi, dostluk ve barış esaslarını
gündemine getirmekle göstermiştir. Bu konudaki fikirlerinden bir demeti de şöyledir:
−
Sevgi Tanrı’nın ışığıdır, Tanrı’nın sevgisidir.
−
Sevgi ve merhamet insani, hiddet ve şehvet hayvani vasıftır.
−
Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yapar.
Bir şiirinde ise şöyle der:
Zıtların sulhuyla mümkündür hayat
Zıtların cengiyledir lakin memat.
Mevlana’nın yedi öğüdü ise dostluk ve barış adına çok önemlidir. Şöyledir:
- Cömertlik ve yardım etmede akar su gibi ol
- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
- Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol
- Hoşgörüde deniz gibi ol
- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.[3]
Mevlana engin bir görüş sahibiydi, insanların ayıplarını araştırmazdı. Hatasız dost arayanın
dostsuz kalacağını da şöyle dile getirmiştir: "Eğer dostlarınızın kötülüklerini size anlatırlarsa, sizin
onları yetmiş kere hayırla ve iyi niyetle tevil etmeniz gerekir. Onu açıklamaktan tamamıyla aciz
kaldığınız zaman "Bunun sırrını o bilir" deyiniz ve konuyu kapatınız ki dünyada dostsuz
kalmayasınız. Çünkü ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır."sözleriyle nasihat ederdi.[4]
Bir defasında Mevlana iki kişinin kavga ettiklerini ve birbirine küfrettiklerini görür. Bunlardan
biri diğerine: "Bunu bana mı diyorsun?Eğer bana bir dersen, benden bin işitirsin " diyordu.
Mevlana bu sözleri işitince onlara doğru gider ve:"Hayır,hayır söyleme, buraya gel ve ne diyeceğin
varsa bana de.Eğer bin söz söylesen benden birini bile işitemezsin." der. Bunun üzerine kavga
edenler dost olurlar.[5] İşte Mevlana’nın olgunluğu, hoşgörüsü ve insanların arasını bulmadaki
seviyesi buydu.
İnsanların birbirinin kadrini bilmesi konusunda:
Gel de birbirimizin kadrimizi bilelim
Çünkü ansızın ayrılacağız birbirimizden.
Hepimiz de bir kişiyiz
−
Beri gel, beri, daha da beri,niceye bir şu yol vuruculuk? Değil mi ki sen, bensin, ben de senim;
niceye şu benlik, senlik?
−
Tanrı ışığıyız, Tanrı sırçası. Kendi kendimizle bunca savaşımız, bunca inatlaşmamız da ne?
Aydınlık, aydınlıktan ne diye kaçar böyle?
−
Hepimiz de bir tek olgun kişiyiz; fakat neden böyle şaşıyız ki? Neden zengin, yoksulları böyle
hor görür ki?
−
Sağ el, ne diye kendi solunu hor görür? Her ikisi de senin elin değil mi ki ; uğurlu ne demek
uğursuz ne demek?
−
Biz hepimiz aynı mayadanız; aklımız da bir, başımız da, fakat şu beli bükülmüş göğün altında
iki görür olup kalmışız.
−
Bu beş duygudan, altı yönden pılım-pırtım çek birlik bucağına; niceye dek usul boylu birlik
ağacının yalnız sözünü edip duracaksın?
622
−
Haydi, şu benlikten geç , herkesle karış, kaynaş. Kendinde kaldıkça bir habbesin, bir zerresin
ancak, fakat herkesle birleştin kaynaştın mı ummansın, madensin [6].
Mevlana’nın şu sözü de aradaki perde ve engelleri kaldırarak sevgi ile bütün insanların
birleştirilmesi çok güzel ifade eder: “ Bütün insanlarda aynı ruh var, fakat bedenler, tenler yüz
binlercedir. Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatlar var, fakat hepsinin anlamı bir. Çeşitli kaplara
konan sular, kaplar kırılınca birleşir ve bir su halinde akar” [7].
“ Sevgi acıyı tahtlaştırır. Sevgi, bakırı altın eder”[8].
Mevlana eserleriyle, sözüyle, hal ve davraniışlarıyla tamamen bir gönül insanı olduğunu
göstermektedir. Gönül insanı olduğundan doalyıdır ki günümüze kadar gönülleri fethetmiştir. O
insan gönlünü aynaya benzetir. Ayna tozlanınca suretleri iyi göstermez. Gönül aynası da tam onun
gibidir, dolayısıyla o hep temiz tutulmalıdır. sevgi, samimiyet, aşk, barış ve güzelliklerle dolu
olmalıdır. Kin, hırs, riya, hile ve düşmanlık gibi duyguların gönül aynasını kirletmesine izin
verilmemelidir. Ona göre gönül öyle geniş ve hoş olmalıdır ki, onun içinde bu yedi gök kadar
binlerce sema sığmalıdır.
Mevlananın sunduğu sevgi ve ilahi aşk öğretisi yaşadığı günden bugüne,Anadolu insanı
kadar farklı din ve kültürlerden insanların da ilgi odağı olmaya devam etmektedir.Bu yönelişin
sebebini İrene Melikoffaya ait şu sözlerden anlayabiliriz : ‘‘Mevlana’nın eserlerini dünya
milletleri kendi dillerine çevirip okusalar , dünyada kötülük harp, kin, nefret diye bir şey
kalmaz."Mevlana’nın düşüncesinin, eserlerinin hala dincelliğini koruyor olmasının bir sebebi
de,boyutları gezegenler ötesine ulaşan bir insanlık sevgisi ortaya koymuş olmasıdır [9].
Şefkat ve merhamet de insanlara karşı sevgi beslemekten geçer; sevgi ise Mevlana düşüncesinin
merkezidir.Sevgi zenginliğinden yoksun olan kişinin yaratılmışa şefkat ve merhameti
olamaz.Bunun için saygı,şefkat ve merhameti kaybetmiş insanların kalplerine sevgi tohumları
ekilmelidir.Bu da belli bir süretçe sistemli bir eğitimle mümkün olabilir.
Mevlana bir defasında şöyle der: "Ben köpeklere bile acırım,onları bile bağışlarım.Ne diye
halk taşlıyor onları. Beni ısıran köpeğe bile dua ederim. Ya Rabbi derim.Sen onu bu huydan
vazgeçir. Şu köpeklere,halktan taşlanmasınlar diye onları ısıramamak düşüncesi ver "[10].
Sonuç olarak, Mevlana’nın hayatı ve eserlerinden verdiğimiz misaller açıkça
göstermektedir ki, o bir sevgi ve barış insanıdır. Mevlana, daima birleştiricidir,barıştırıcıdır; sevgi
ve barışın adeta bir sembolüdür.İnsanlar arasında sevgi, barış ve kardeşliğin yayılması için
çalışmıştır.Yaratılanı yaratandan ötürü sevmiş ve başkalarına da sevdirmeye çalışmıştır. Onun bu
tutumu karşısında bütün insanlar da hangi dinden ve mezhepten olurlarsa olsunlar ona sevgi ve
saygı göstermişlerdir.
Mevlana, dünyamızda farklılıklar içinde bir arada huzurla yaşayabileceğimizin temel
esaslarını bize insanlara sunmuştur. Farklı milletler, farklı din ve mezhep mensuplarının bir arada
yaşama sanatını bizlere öğretmektedir. Hayatı da, bu konudaki örneklerle doludur. Eserlerinde bu
önemli konuyu çok iyi işlemiştir. Mevlananın sevgi, barış ve kardeşlik konusunda gösterdiği
hassasiyete günümüz dünyasının çok ihtiyacı vardır. Çeşitli olumsuzluklar nedeniyle huzursuz ve
mutsuz olan dünyamız onun evrensel görüşlerini benimsemesiyle sevgi,barış ve kardeşlik
konusunda büyük kazanımlar elde edeceği muhakkaktır. Bu nedenle Mevlana öğrenilmeli ve
öğretilmelidir.
KAYNAKÇA:
[1] Mustafa Tekin , “ Mevlana Bibliografisi”, Tasavvuf Dergis, 2005, s. 735-777
[2] İ.Agah Çubukçu, a.g.e, s.68
[3] Muammer Cengil, “ Mevlana’nın Yedi Öğüdünün FertveSosyal İlişkiler Açısından Önemi”,
Uluslar arası Düşünce ve Sanatta Mevlana Sempozyum Bildirileri, 25-26 Mayıs,2006 Çanakkale,
s.29
[4] Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbleri, Çev.Tahsin Yazıcı, C.I, Ankara 1953,s. 352-353
[5] Eflaki, a.g.e, C.I, s. 111-112
[6] Mevlana Celaleddin, a.g.e, s.144-145
[7] Mevlana, Divan-ı Kebir, 6, Rubaı No:3020
623
[8] Mesnevi, 2, 1525-1545
[9] Emine Yeniterzi, Mevlana Celaleddin Rumi, TDV Yayınları, Ankara 1997,s. 109
[10] Mevlana, Mesnevi ve Şerhi, 3/377
378.016.3
DEĞERLERİN ÖĞRETİMİNDE “PEPEE” ÇİZGİ FİLMİNİN ÖNEMİ
Akerke Salmekeyeva
Abay Ünivesitesi, 3.sınıf öğrencisi, Danışman: Gulnaz Satbay
Bireyin kendisini, toplumun ise bireyi, control etmesini sağlayan unsurların başında
değerler gelmektedir. Değerdediğimiz zaman bunlarınbaşında: sevgi, saygı, sorumluluk, adalet,
yerdımseverlik, doğruluk ve dürüstlük, güven, özgüven, hoşgörü, alçakgönüllülük, empati,
kanaatkarlık, çalışkanlık ve sabırgelir.
Bireyler toplumsal kurallar, gelenekler ve görenekler yoluyla “iyi–kötü”yüve “doğru-
yanlış”ıayırmayı ve kendi ahlâk ilkeleri doğrultusunda bir ölçü edinmeyi öğrenirler [1,14].
Çelik kaya ise değeri; bir toplum, bir inanç, bir ideolojii çinde veya insanlar arasında
kabuledilmiş, benimsenmiş veya şatılmakta olan toplumsal, insani, ideolojik veya ilahi kaynaklı
her türlü duyuş, düşünüş, davranış, kurallar yada kıymetler olarak tanımlamıştır [2,168].
Yabancılara dil öğretimi öncelikle kültür öğretimi amacını taşımalıdır. Kültür ve değerlerin
öğretimi deyince aklımıza eğitici özellik taşıyan çizgi filmleri gelir. Dolayısıyla çizgi film ve
televizyon çocukların hayatında büyük önem taşımaktadır.
Çocuğun doğduğu andan itibaren karşı karşıya kaldığı televizyon, yapılan araştırmalarda
çocukların medya tercihlerinde ilk sıradadır.
Araştırmalara göre, çocukların çoğu günde 3–4 saat televizyon izlemekte, yılda yaklaşık
olarak 900 saati okulda, 1500 saati ise televizyon karşısında geçirmektedir. Mezun olana kadar
çocuklar 13000 saatini okulda, 18000 saatini ise televizyon karşısında geçirmektedirler [3].
İnsanlar, özellikle de çocuklar model alarak öğrenmektedir. Kültürlenme sürecinde
çocukların modelleri anne-baba arkadaş ve öğretmenlerin yanısıra çizgi film kahramanlarıdır.
Hatta bazen çizgi film kahramanları diğer modellerden daha çokt etkilenmektedirler. Çizgi filmler
çocuklar için en önemli eğitim araçlarından biri konumundadır.
Yabancı dil öğretiminde yapılacak olan derste çizgi filmden önce aşağıdaki hazırlıklar
yapılmalıdır:
Öğretmen, derste kullanacağı çizgi film ile ilgili önceden bütün planlamaları yapmalıdır
İzletilecek çizgi filmi destekleyici diğer aktiviteler önceden belirlenmelidir.
Video dersleri gerekli olan teknolojik araçların bulunduğu bir sınıfta yapılmalıdır. Video
dersi yapılacak olan sınıflarda duruma göre bilgisayar, projeksiyon cihazı, geniş ekranlı bir
televizyon, ses sistemi ve kulaklıklar bulundurulmalıdır.
Video ile yapılacak etkinliğin süresi en fazla bir ders saatinin yarısı kadar yani; bir dersi
40 dakika kabuledersek 20 dakika olmalıdır. Videoya bağlı olarak yapılacak olan
aktiviteler toplamda 20 dakika olmalıdır. Video dersinde kullanılacak olan videonun
uzunluğu da bu durumda en fazla on dakika olmalıdır
Öğrencilerin ilgileri, kültürleri, yaşam tarzları, inançları dikkate alınmalı ve izletilecek
videolar buna göre planlanmalıdır. İlginç videolar dersi olumlu etkileyecektir.
Çizgi filmler kültürel unsurları ve değerlerin öğrenilmesinde çok büyük önem taşır. Ayrıca
çizgi filmler öğrencileri dil öğrenmede motive eder, hem eğlendirir. Çizgi filmleri önce
seyrettirmek, yeni kelimeler üzerinde alıştırmalar yaptırmak, sonradan çizgi film kahramanlarını
canlandırmak hem sözlü ifade açısından hem kelime hazinesinin gelişmesi için çok önemli bir
etkinliktir. Yabancı dil öğrenme, bir dili kullanmak için gerekli becerileri kazanma sürecidir. Dil
öğrenmede ve öğretiminde kazanılması ya da edinilmesi gereken dört temel beceri üzerinde etkisi
büyüktür. Konuşma becerisinin gelişmesinde çizgi filmlerin önemi:
Temel seviyede öğrencilerin
Dinleme, konuşmabecerisini geliştirir;
624
Kelime bilgilerini arttırır;
Orta seviyede öğrencilerin
Birleşik cümleler kurmasını sağlar;
Dinleme çalışmaları daha kolay olur;
Kültürel unsurların kazanılmasını sağlar
İleri seviyede öğrenciler
Hem sohbet hem tartışma yaparak daha akademik seviyede bilgilerini paylaşabilirler.
Çizgi filmler sayesinde hem konuşma becerilerini geliştirirken hem de öğütücü bir ders
alırlar, konuylailgilidüşüncelerinianlatabilirler.
Достарыңызбен бөлісу: |