Iii beynəlxalq türk dünyasi araşdirmalari simpoziumu III. Uluslararasi türk dünyasi araştirmalari sempozyumu ІІІ халықаралық ТҮркі әлемі зерттеулері симпозиумы


Keywords: East Turkistan, Swedish Missionary Publications  Giriş



Pdf көрінісі
бет6/102
Дата03.03.2017
өлшемі42,43 Mb.
#6018
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   102

Keywords: East Turkistan, Swedish Missionary Publications 

Giriş 

11. asırda Türk Dünyasının kültür merkezi olan Doğu Türkistan bu gün o ihtişamın çok gerisinde 

bir varlık yokluk mücadelesi vermektedir. 

Türk  dilinin  ilk  sözlüğünü  ve  gramerini  yazan  Kaşgarlı’nın  doğum  yeri  19.  Asır  sonları  ve  20. 

Yüzyıl  başlarında  yoğun  bir  misyonerlik  faaliyetine  maruz  kalmıştır.  Bu  faaliyetlerin  bu  günkü  Uygur 

Türkçesinin  eski  yazı  dilinden  uzaklaşması  ve  değişmesinde  etkisi  büyük  olmuştur.  Adına  çalıştıkları 

ülkelerin lehine siyasi ve ekonomik faaliyetlerde bulunan misyonerler kültür hayatına da etki etmiştir. Bu 

günkü  Uygur  Türkçesinin  Çağatay  Türkçesinden  uzaklaşma  ve  yeni  oluşma  sürecini  bu  misyonerlerin 

eserlerinden takip etmek mümkündür.  

Bölgedeki  baskı  ve  şiddet  ile  kültür  alanında  yapılan  tahribat  dikkate  alındığında  misyonerler 

tarafından yapılan bazı çalışmaları takdir etmek de  mümkündür. Bunu züğürt tesellisi olarak görsek de 

1950 öncesi pek çok eser ve neşriyatın sadece misyoner koleksiyonlarında bulunması bu takdiri izah eder 

mahiyettedir. 

İsveçli misyonerler 1892 yılında Kaşgar’a gelerek uzun süre bölgede kalmışlardır. Bu misyonerler 

hayatın her safhasında görevlerini yürütmüşlerdir. Öyle ki bunlar arasında bir dil uzmanına rastladığımız 

gibi bir tıp doktorunu (Gedikli 1998: 408) da görmek mümkündür. 

İsveçli  misyonerler  dil  ve  kültür  alanındakiler  misyonerlik  faaliyetlerini  daha  etkin  yürütebilmek 

amacıyla  Kaşgar’da  ilk  matbaayı  kurmuşlardır  (Esed  2013:  76).  Bu  matbaa  1938  yılına  kadar  faaliyet 

göstermiş  ve  bu  yıllar  arasında  binlerce  kitap  basılmıştır.  Basılan  bu  kitapların  arasında  dini  kitapların 

yanı sıra çok sayıda ders kitabı ve dil ve kültür alanında kitaplar ve sözlükler de yer almaktadır. 

Bölgeye  ilk  olarak  gelen  İsveçli  misyonerler  arasında  Gustaf  Raquette,  Gustaf  Ahlbert,  Sigfrid 

Moen ve Gunnar Jarring gibi isimler yer almaktadır. Bu isimler aktif bir biçimde Uygur Türkçesiyle dil 

ve  kültür  çalışmalarını  yürütmüşlerdir  (Esed  2013:  75).  Adı  geçen  misyoner  bilim  adamları  sadece  bu 

                                                           

 Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ÇTLE Bölümü, ademyeloglu@hotmail.com 



26 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

faaliyetleri  yürütmekle  kalmamış  dile  olan  ilgileri  sonucu  şu  an  İsveç’teki  kütüphanelerde  bulunan  el 

yazmalarını  ve  o  dönemde  basılan  gazete,  dergi  ve  kitap  olarak  pek  çok  koleksiyonu  toplamışlardır. 

Bunun yanı sıra yaptıkları çalışmalar ile Kaşgar’da neşriyat hayatının gelişmesine de katkı sağlamışlardır. 

Nitekim  doğu  Türkistan’da  Uygurca  basılan  ilk  eserler  bu  misyonerler  tarafından  kurulmuş  olan 

“Swedish Mission Press” gibi misyoner matbaalarında basılmıştır. Sonra, Abdulkadir Damolla tarafından 

bu matbaaya el konmuş ve ilk Uygur milli matbaası oluşturulmuştur (Qarluq 2009: 290-328; Esed 2013: 

76). Bunu, Uygurlar tarafından kurulan Hurşit, Nur Şivit matbaaları takip eder (Baran 2007: 194). 

Bu  matbaalarda  basılan  kitapların  dili  incelendiği  vakit  Çağatayca’dan  bir  farlılık  olduğu  göze 

çarpmaktadır. Aynı zamanda çeşitli bölgelerden derlenen kelimelerden hareketle yapılan çalışmalar hem 

dönem  hakkında  bilgi  vermekte  hem  de  farklılıkları  ortaya  koymaktadır.  Bunu,  Çinlilerin  milliyetler 

politikasına  temel  olan  mahalli  şivenin  yazı  diline  dönüştürülmesinde  ilk  adım  olarak  kabul  etmek 

mümkündür. 

Yeni  Uygur  Türkçesini,  mahalli  şivelerin  Çağatayca’dan  ayrılarak  yazı  dili  olmaya  başlamasına 

paralel  olarak  yapılan  alfabe  değişikliği  ile  1955’ten  başlatmak  doğru  olur.  Türk  dünyasında  yapılan 

alfabe değişikliklerinin idari kadrolar tarafından yapıldığını ve siyasetle yakından ilgisi olduğunu göz ardı 

etmemek  gerekir  Ancak  bunun  ilk  uygulamasının  bu  misyonerlik  faaliyetleri  çerçevesinde  tatbik 

edildiğini söylemek mümkündür. Bugün Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan alfabeye baktığımız zaman 

90-100  yıl  öncesinde  kullanılan  alfabeden  -  sesleri  karşılayan  işaretler  bakımından  –  çok  farklılık  arz 

ettiğini görürüz.  

Doğu Türkistan’daki Uygurlar XX. yüzyılın başlarına kadar Arap alfabesi ile yazılan Çağatay yazı 

dilini  kullanmışlardır.  1920’li  yılların  başında  yazıda  bir  reform  yapılması  gerektiği  düşünülmüş  ve  bu 

konuda çalışmalara başlanarak çeşitli fikirler öne sürülmüştür. Çağatay temelli Uygur alfabesinin “Uygur-

Arap”  alfabesi  haline  gelmesi  gibi.  Bu  durum  Doğu  Türkistan’a  Taşkent’ten  gelen  aydınların  talepleri 

sonucunda  gerçekleşmiştir  (User  2006:  126).  Daha  sonra  1930’da  SSCB  Uygurlarının  Latin  alfabesini 

kabul  etmeleri  Doğu  Türkistan’daki  Uygurları  da  etkilemiş  bazı  bölgelerde  Latin  yazısı  kullanılmıştır. 

1936  yılında  ise  alfabede  ilk  değişiklikten  sonra  1951  yılında  Arapça’ya  mahsus  seslerin  karşılığı  olan 

işaretler kaldırılarak yeni değişiklikler yapılmıştır (Koraş 2015: 8). Alfabe değişikliklerinde ortaya atılan 

bu fikirler Doğu Türkistan’daki ve Taşkent’ten gelen aydınlar tarafından yapılsa da bölgenin Çinli valisi 

Sheng  Shi-cai’nin  SSCB’deki  gelişmelerin  etkisi  altında  bir  siyaset  izlediği  ve  bölge  aydınlarını  baskı 

altında tuttuğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir (User 2006: 126). Bu durumda yukarıda bahsettiğimiz 

alfabe değişikliklerinin idari kadrolar tarafında yapıldığı ve siyasetle yakından ilgili olduğuna bir örnektir. 

Nitekim Doğu Türkistan’daki alfabe ve imla değişiklikleri ile yazı diline esas olan ağızların belirlenmesi 

gibi  hususlar  Çin  Hükümetinin  Doğu  Türkistan’da  uygulanan  “Milliyetler  Politikası”nın  bir  parçasıdır 

(Koraş 2015: 8). Bu politika gereği kültür alanında yapılan ilk çalışmalar da süreklilik arz eden bir alfabe 

değişikliği olmuştur. 

Yeni Uygur Türkçesi hakkında yapılan çalışmalara baktığımız zaman büyük oranda 1955 sonrası 

basılan kaynakların kullanıldığı görülmektedir. Bu da bizde Yeni Uygur Türkçesi’nin daha önce yokmuş 

da  1955’ten  sonra  birden  bire  ortaya  çıktığı  hissi  uyandırmaktadır.  Oysaki  Özbek  Türkçesi  ile  birlikte 

Çağatayca’nın  devamı  olarak  nitelendirdiğimiz  Yeni  Uygur  Türkçesi  için  bu  tarihten  öncesine  de 

bakılması  gerektiğinin  daha  faydalı  olacağı  kanaatindeyiz.  Bunun  içindir  ki  İsveçli  misyonerlerin 

matbaasında basılmış eserler gerek dil özellikleri gerek söz varlığı açısından bize ışık tutmaktadır. Çünkü 

bu  matbaa  1912-1938  yılları  arasında  çalışmıştır  ve  bu  gün  o  döneme  ait  eserleri  Doğu  Türkistan’da 

bulmak  mümkün  değildir.  Aynı  zamanda  bölgenin  siyasi  durumunu  bilmek  ve  bu  siyasi  duruma  bağlı 

değişiklikleri görmek Yeni Uygur Türkçesi çalışmalarına katkı sağlayacaktır. 

Alfabe  değişiklikleri  ve  bu  konuda  misyoner  Türkologların  yazdıkları  makaleler  bir  taraftan 

misyonerlerin çalışmasını yansıtırken diğer taraftan bu gün sun’i olarak yok edilen veya türetilen sesler 

hakkında bize bilgi verir (Shaw 1878; Jarring 1933). 

Kaşgar’da misyonerler tarafından 1923 yılında basılan Zebur bu konuda güzel bir örnektir. Eser bir 

misyonerlik çalışması olmasına rağmen dönemin dili ve söz varlığı açısından bize bilgi vermesi yönüyle 

önemlidir. 1950 öncesi Uygur Türkçesi ile yazılmış ender eserlerden birisi de Zebur’dur.  

Eser  Arap  harfleriyle  yazıldığından  Latin  alfabesine  aktarılırken  birtakım  sıkıntılar  karşımıza 

çıkmaktadır. Bu eserlerin incelenmesinde karşımıza çıkan ilk sorun çeviri yazı işidir. Metni geç dönem 

Çağatay  metni  olarak  mı  düşünüp  çeviri  yazısını  yapmak  gerekir  yoksa  bir  Yeni  Uygur  metni  gibi  mi 

düşünüp çeviri yazısını yapmak gerekir? Bugün Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan alfabe Arap alfabesi 



27 

Adem YELOĞLU/Doğu Türkistan’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Uygur Türkçesi Hakkında 

olsa  da  1949’dan  sonra  çeşitli  değişikliğe  uğradığını  Uygur  Türkçesi  için  Arap  alfabesinden 

geliştirildiğini unutmamak  gerekir. Bu nedenle Zebur’u geç dönem Çağatay  metni olarak düşünmek  ve 

buna göre çeviri yazısını yapmak daha doğru olacaktır. Bunun yanı sıra metnin çeviri yazısı yapılırken o 

dönemde yazılmış diğer eserleri de incelemek gerekir. 

Bu  dönemde  yazılmış  elimizde  olan  diğer  eserler  de  büyük  oranda  yine  misyonerlerin  yaptığı 

çalışmalardır. Buna Uygur Türkçesi ile ilgili çalışmaları da dahil etmek yerinde olur. 

Uygur  dili  alanında  en  geniş  çalışma  yapmış  kişilerin  başında  Robert  Shaw  ve  Gunnar  Jarring 

gelmektedir. Fakat Shaw’ın çalışmalarının daha eski olduğu unutulmamalıdır. 

Jarring  1920-1930  arasında  Kaşgar  ve  civarında  derlediklerini  Studien  Zu  Einer  Osttürkischen 

Lautlehre adında1933 yılında tez olarak sunmuştur. Jarring’in bölgede yaptığı çalışmalar bununla sınırlı 

değildir.  Doğu  Türkçesi  üzerine  pek  çok  çalışması  vardır.  Jarring  1933  yılında  hazırladığı  bu  eserinde 

derlediklerini  hem  Arap  alfabesi  ile  hem  de  Latin  alfabesi  ile  vermiştir.  Jarring’in  derlediklerini  Latin 

alfabesi ile de vermesi Arap alfabesi ile yazılmış Uygurca eserlerdeki ünlülerin doğru olarak tespiti için 

önemlidir. Nitekim bugün Uygur Türkçesi için kullanılan alfabede “ı” sesini karşılayan bir işaret yoktur. 

Fakat  Jarring  eserinde  bu  ses  için  ayrı  bir  işaret  kullanmakla  kalmamış,  yeni  alfabede  “ı”  sesinin 

olmamasını eleştirmiştir (User 2006: 135).  

Yine bu alanda çalışma yapmış önemli bir diğer isim ise Robert Shaw’dır. Shaw A Sketch Of The 

Turki Language As Spoken In Kashgar And Yarkand adında 1878 yılında Kaşgar ve Yarkent bölgesinden 

derlediği  kelimelere  dayanarak  bir  sözlük  hazırlamıştır.  Shaw’ın  bu  eseri  incelendiğinde  onun  da  “ı” 

sesine yer vermediği görülür. Oysaki hem Shaw hem Jarring otuz yıl arayla aynı bölgede çalışma yapmış 

iki önemli isimdir. Fakat “ı” sesi açısından çalışmaları birbiri ile tezatlık göstermektedir. Uygur Türkçesi 

için yeni bir yazı dili oluşturulurken misyonerlerin bu tespitlerinin esas alındığı da söylenebilir.  

Bugün  Uygur  Türklerinin  konuşurken  “ı”  sesini  telaffuz  etmeleri  bu  günkü  yazı  dilinin  nasıl 

oluşturulduğu hakkında bize ipucu verir. Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri 1965-1984 yılları arasında 

Arap  alfabesi  ile  birlikte  Latin  alfabesini  de  kullanmaya  mecbur  edilmiştir  (User  2006:  133-134).  Bu 

alfabede de “ı” sesini karşılayan bir işaret bulunmamasını Gunnar Jarring eleştirmesi (User: 2006, s. 135) 

alfabenin hangi amaçlarla oluşturulduğunu bize hissettirir. Bir başka problem ise bundan yaklaşık 80-100 

yıl  öncesi  bölgede  yazılmış  bu  eserlerin  bugün  Doğu  Türkistan’da  yaşayan  Uygur  Türkleri  tarafından 

anlaşılamamasıdır. Bu durum da ayrıca üstünde durulması gereken önemli bir konudur. 



Sonuç 

Yeni  Uygur  Türkçesinin  tarihi  için  önemli  olduğu  düşündüğümüz  bu  eserler,  misyonerler 

tarafından yazıldığı dikkate alınarak okunup incelenmelidir. Bahsettiğimiz problemler de tartışılmalıdır. 

Eserlerin Arap alfabesiyle yazılmış olması ve Latin alfabesi ile de karşılıklarının verilmesi ses değerleri 

açısından  önemlidir.  Eserler  incelendiği  vakit  başka  incelenmesi  gereken  yeni  konular  da  ortaya 

çıkacaktır.  Bu  eserlerin  dili  Çağataycadan  ne  kadar  farklıdır?  Çağatayca’dan  farklılık  varsa  bunlar 

nelerdir? Yeni Uygur Türkçesinin yazı dili olması bilindiği gibi 1950’li yıllar mıdır yoksa daha öncesine 

mi  dayanır?  Bu  eserlerin  dil  özellikleri  daha  sonra  bölgede  çıkan  yayınlarda  kendini  göstermiş  midir? 

Bütün bunların cevabı bölgede kurulan matbaalarda basılan Uygur Türkçesi eserlerinde gizlidir. Çünkü 

Yeni  Uygur  Türkçesi  üzerine  yapılan  çalışmalar  genellikle  1950  sonrasına  dayanmaktadır.  Bu  tarihten 

öncesine ait eser bulmak çok zor belki de imkânsızdır. Bu matbaa 1912-1938 yılları arasında çalıştığından 

burada  basılan  eserler  Yeni  Uygur  Türkçesinin  tarihi  açısından  önemlidir.  Bu  eserlerin  gerek  dil 

özelliklerinin gerek söz varlığının belirlenmesi bir döneme ve Çin’in milliyetler politikası ile oluşturmaya 

çalıştığı yeni Uygurcaya ışık tutacaktır. 



KAYNAKÇA 

Adil, Hikmet Bey(Çev. Yusuf Gedikli) (1998), Asya’da Beş Türk, İstanbul: Ötüken Neşriyat. İstanbul. 

Baran, Lokman (2007), “Çağdaş Uygur Edebiyatının Oluşması ve Gelişmesi”, Bilig, Yaz 2007, S. 42, s. 191-211.  

Jarring, Gunnar (1933), Studien Zu Einer Osttürkischen Lautlehre, Lund. 

Koraş, Hikmet (2015), Vatan Şairi Bir Uygur Mehemmetimin Obulkasimov, Konya: Kömen Yayınları. 

Mezāmir Kitābı Yani Zebur-u Dāvud (1923), Eastern (Kashgar) Türki, Kashgar: Swedish Mission Press. 

QARLUQ, Abdureşit Jelil (2009), Türk Kültürü, S. 2009/2, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 

s. 290-328. 

Shaw, Robert (1878), A Sketch of the Turki Language As Spoken In Kashgar And Yarkand, Calcutta. 

Süleyman, Esed (2013), Study On “Kashgar Prınts”: “Eastern Turkı” Prınted Materıals Publıshed By The Swedısh 

Mıssıon Press In Kashgar (1892-1938), Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 1/1, s. 75-108. 

Şirin User, Hatice (2006), Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri, Ankara: Akçağ Yayınları. 



28 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

http://www.islamalimi.com/zebur-hakkinda-bilgi/

 12 Mart 2016 tarihinde elde edildi 



BİLİNMEYEN BİR MEVLİT METNİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME 

Yrd. Doç. Dr. Ahmet BÜYÜKAKKAŞ

 

Özet: Mevlid kelimesi, doğma, doğurma, doğum zamanı, doğum yeri, vb. anlamlarda kullanılmaktadır. İslam 



dünyasında  Hz.  Muhammed’in  doğumunu  anlatan  mesnevi  nazım  şekliyle  mevlid  türünde  pek  çok  eser 

yazılmıştır.  Bu  eserlerde  doğum  dışında  Hz.  Muhammed’in  hayatı,  peygamberliği,  mucizeleri,  ahlâkı, 

savaşları ve  vefatı da işlenmiştir. Anadolu Türklüğünde  Hz. Muhammed’in doğum gününde onu anmak ve 

övmek dışında, ölüm  veya düğün, askere  gönderme,  sünnet,  yağmur duası gibi farklı törenlerde  de  mevlid 

okunması gelenek hâline  gelmiştir. Çalışmamızda  Milli Kütüphanede  bulunan el  yazması bir mevlid  metni 

incelenecektir.  Bu  eserin  baş,  orta  ve  son  kısımları  eksiktir.  Eserin  yazarı  ve  yazılış  tarihi  hakkında  da  bir 

bilgi yoktur. Bu bildiride metin nazım şekli, vezni ve dili bakımından değerlendirilecektir.  

Anahtar Kelimeler: Mesnevi, Mevlid, Türk Edebiyatı, Eski Anadolu Türkçesi 

Evaluation of An Unknown Mevlid Text 

Abstract:  The  word  of  Mevlid,  is  used  in  the  meanings  of  born,  birth,  birth  time,  place  of  birth  etc.  In 

Islamic  World,  many  works,  which  are  in  types  of  mevlid,  are  written  about  describing  Prophet  Hz. 

Muhammed’s birth in the verse form of mesnevi. 

In these works except birth are also about Hz. Muhammed’s life, his prophecy, his miracles, his morality, his 

wars  and  his  death.  In  Anatolian  Turks,  except  commemorate  and  praise  Hz.  Muhammed  in  his  birthday, 

reading  mevlid  has  become  a  tradition  also  in  different  ceremonies  like  ;  death  or  wedding,  send  off  to 

military, circumcision feast, rain prayer. In our work, a manuscript mevlid text which is in National Library 

will  be  examined.  This  work’s  beginning;  middle  and  last  parts  are  missing.  There  is  also  no  information 

about writer and writing time. In this report, text will be considered in point of verse form, rhythm and lingui 

form. 


Keywords: Mesnevi, mevlid, Turkish Literature, Old Anatolian Turkish 

Giriş 

“Mevlid” kelimesi Arapça “v, l, d” kökünden gelip mimli mastar olarak “doğma, vilâdet, doğurma” 

mef’il  bâbında  ism-i  zaman  veya  ism-i  mekân  olarak  “doğum  zamanı”  veya  “doğum  yeri”  ve  “birinin 

doğum günü” anlamlarına gelir. (Köksal 2011: 20). Türk edebiyatında “Mevlid-Mevlit-Mevlûd-Mevlüd” 

şeklinde kullanımlar bulunmaktadır

1

.  



“Mevlit”  kavram  işareti,  dilimizde  önceleri,  Arapça’da  olduğu  gibi  “doğma,  doğuş”, 

“dünyaya gelinen zaman”, “dünyaya gelinen yer” kavramlarını karşılamak için kullanılmış; daha 

sonraları  ise  özel  bir  kullanım  kazanarak  Hz.  Peygamber’in  “dünyaya  gelişini”,  “doğduğu 

zamanı”, “doğduğu yeri”, hayatını, mucizelerini, gazalarını, ahlakını, vefatını vd. yönlerini konu 

alan  eserleri  (özellikle  de  Süleyman  Çelebi’nin  “Vesiletü’n-Necatı’nı)  veya  bu  eserlerin 

okunduğu törenleri ifade eden/karşılayan bir kavram işareti olmuştur (Alyılmaz 1999: 196). 

İslam  dininin  ortaya  çıkışı,  bu  dini  kabul  eden  toplumların  hayatlarında  köklü  değişikliklere  yol 

açmıştır.  Allah  ve  Peygamber  sevgisinin  yarattığı  dinî  heyecanla  edebiyatları  da  yeniden  şekillenip 

                                                 

 Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü abuyukakkas@gmail.com 



1  1)  “Mevlid-Mevlüd”  yazımını  Pekolcay  şu  şekilde  değerlendirmiştir:  İslâm  Peygamberi  Hz.  Muhammed 

(S.A.V.)’in doğumuna işaret ettiği manası ile rağbet kazanmış bulunan “Mevlid” kelimesi ilk olarak ism-i zaman ve 

ism-i  mekânı,  bilhassa  da  Hz.  Muhammed’in  doğumu  zamanını  ve  doğduğu  yeri  belirtmek  için  kullanılmış,  sonra 

değişik manalar kazanmıştı.  Bundan sonra da kelime  mezkûr metinlerde “Mevlüd” şeklinde ve  “vav”  ile yazılmış 

olduğuna,  “Mevlüd”  de  doğmuş  çocuk  manasına  geldiğine  göre,  bu,  Türkçenin  telaffuzuna  uydurmak  gayretinin 

sonucu  olabileceği  gibi,  “Mevlüd”ün  doğrudan  doğruya  Hz.  Muhammed’e  işâret  için  kullanılmış  olabileceği  de 

bence kuvvetli bir ihtimaldi (Pekolcay 2015: VIII).  

2) “Mevlid-Mevlûd” yazımını Köksal şu şekilde değerlendirmiştir: Şu hâlde Hz. Muhammed’in doğum yeri /veya/ 

zamanı  anlamında  “Mevlid”  gibi  “Mevlûd”  kelimesinin  de  kullanılabileceğini,  nitekim  bunun  pek  çok  örnekte 

görüldüğünü ve her iki kullanımın da doğru olduğunu söylemek gerekir (Köksal 2011: 21) 

3) “Mevlût-Mevlûd”  kullanımı  konusunda  Timurtaş:  “Bazı  kimselerin  mevlid  kelimesini  “Mevlût  veya  “Mevlûd” 

şeklinde telaffuz etmeleri doğru değildir; çünkü” mevlûd” yeni doğan demektir (Çayan 2015: 348). 



30 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

gelişen Müslüman toplumlarda zamanla farklı edebî tür ve şekiller ortaya çıkmıştır. Allah’ı anlatma ve 

övmeyi  konu  edinen  tevhid,  münacat,  Esmâ-i  Hüsnâ  şerh  ve  muammaları, tefsirler, Kur’an  tercümeleri 

gibi  türler  yanında  Hz.  Peygamber’e  duyulan  derin  ve  samimi  sevgi  etrafında  naat,  mevlit,  siyer, 

miraciye, şefâatnâme, hilye, şemâyil, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis tercümeleri, esmâ-i Nebî, mu’cizât-ı 

Nebî,  ahlâku’n-Nebî,  gazavât-ı  Nebî,  hicretü’n-Nebî,  vefâtü’n-Nebî  gibi  pek  çok  dini  tür  teşekkül 

etmiştir. Hz. Muhammed’e duyulan sevgi etrafında oluşan türler içerisinde mevlitlerin ayrıcalıklı bir yeri 

vardır. İslam âleminin genelinde Hz. Peygamber’in doğumu şerefini methedip şefaate ulaşmak arzusuyla 

mevlit türünde pek çok eser kaleme alınmıştır (Eroğlu 2010: 126). 

Mevlid  türü  eserlerin  istisnasız  hepsinde  ortak  olan  tek  mevzu  Hz.  Muhammed’in  doğumudur. 

Nübüvvet  nurunun  yaradılışı,  Hz.  Âdem’den  başlamak  üzere  diğer  peygamberleri  dolaşarak  Hz. 

Abdullah’a  gelişi,  Hz.  Âmine’nin  hamileliği,  hamileliği  esnasında  vuku  bulan  olağanüstü  hadiseler  ve 

mucizeler,  nihayet  doğum  ve  doğumla  birlikte  Hz.  Muhammed  çevresinde  ve  yeryüzünde  gerçekleşen 

mucizeler,  Türkçe  mevlidlerin  temel  konularını  oluşturur.  Ancak  pek  çok  mevlidde  doğum  hadisesi 

dışında konular da dile getirilmiştir. Bütün mevlidler aynı olmamakla birlikte, miraç başta olmak üzere 

Hz.  Muhammed’in  bazı  mucizeleri,  örnek  ahlâkı,  hayatının  bazı  safhaları  ve  nihayet  ölümü  de 

mevlidlerde işlenen konular arasındadır (Köksal 2011: 26).  

Hz.  Peygamber’in  doğum  günü  olan  Rebiülevvelin  12.  günü  Müslümanların,  Mekke’de 

Rasulullah’ın  doğduğu  evi,  Medine’de  de  mübarek  kabrini  ziyaret  ettikleri  bilinmektedir.  Hz. 

Peygamberi’in  doğum  gününde  yapılan  bu  merasimler,  zaman  ve  mekân  farkından  doğan  bazı 

değişikliklerle,  asırlar  boyu  devam  etmiştir.  Her  şeye  rağmen  daima  bazı  ortak  özellikler  taşıyan  bu 

merasimler “Leyletü’l-Mevlid” veya Mevlidü’n-Nebi” diye anılmıştır (Çetin 1987: 74).  

Mevlidü’n-Nebi  merasimlerinin  resmî  mahiyet  kazandığı  devir  Fatimîler  dönemidir  (Çetin  1987: 

74)

2

.  Eyyûbîler  zamanında  birçok  bayram  ve  tören  kaldırıldığından  mevlide  de  özen  gösterilmediği  ve 



halkın  bunu  evlerinde  kutladığı  anlaşılmaktadır.  Ancak  Selâhaddîn-i  Eyyûbî’nin  kayınbiraderi  Erbil 

Atabegi  Begteginli  Muzafferüddin  Kökböri  (1190-1233)  mevlidi  büyük  törenlerle  yeniden  kutlamaya 

başlamıştır  (Özel  2004:  475).  Muzafferiddin  Kökböri’nin  mevlid  törenlerine  kazandırdığı  yeniliklerden 

biri  de  ilk  mevlid  kitabının  onun  zamanında  ve  ona ithaf edilerek  yazılmış  olmasıdır  (Çetin  1987: 76). 

Memlükler  döneminde  Mısır’da  ve  sonrasında  Kuzey  Afrika’da  (Fas  ve  Tunus)  mevlid  törenlerinin 

Osmanlı  hâkimiyetinin  bittiği  Fransız  işgali  döneminde  de  kutlandığı  görülmektedir  (Özel  2004:  477). 

Pekolcay Mevlid törenlerinin bir halk bayramı olarak Kuzey Afrika sahili boyunca, Septe, Tlemsen, Fas 

ve  İspanya’ya  kadar  yayıldığını  ve  sonra  Doğu’da  Hindistan’a  kadar  uzanırken,  Mevlid  metinlerinin 

okutulması âdetinin de yaygınlaştığını belirtmektedir (Pekolcay 2015: 10). 

Osmanlıda  Mevlid törenlerinin  -bazı  vakıf  kayıtlarıyla  Osman  Gazi’ye  kadar  götürülse  de  -genel 

görüş  Kanûnî  Sultan  Süleyman  döneminden  itibaren  saray  protokolünde  yer  almaya  başladığı  ve  III. 

Murat zamanında tamamen resmîleştiği şeklindedir (Şeker 2004: 479). Mevlid’in resmi törenle kutlanışı 

1910’dan  itibaren  kanunla  kabul  edilmiş  ve  bu  törenlere  Cumhuriyet’in  ilânına  kadar  devam  edilmiştir 

(Pekolcay 2015: 15). 

Günümüzde  mevlid,  Suudi  Arabistan  hariç  Kuzey  Afrika’dan  Endonezya’ya  kadar  İslam 

ülkelerinde  -bazılarında  resmî,  bazılarında  gayrı  resmî  olarak-  yaygın  biçimde  kutlanmaktadır  (Özel 

2004: 477).  

Mevlit okuma, geçmişte olduğu gibi günümüzde de yaşatılan bir gelenek durumundadır. Yalnızca 

Hz. Muhammed’in doğum gününde onu anmak ve övmek adına değil hususi olarak vefat, sünnet, düğün, 

hatim,  askere  uğurlama,  yağmur  duası  gibi  çeşitli  cemiyetlerde  çeşitli  vesilelerle  okunmaktadır. 

Kültürümüzde  uzun  bir  geçmişe  dayanan  mevlit  okuma  ve  okutma  geleneği,  zaman  içerisinde  pek  çok 

folklorik özelliği de beraberinde getirip farklı bir çeşni kazanmıştır (Eroğlu 2010: 128). 

                                                 

2  Osman  Çetin’in  “Tarihte  İlk  Resmî  Mevlid  Merasimleri”  makalesinde  Fatımîlerde  Mevlidü’n-Nebi  dışında 

Mevlid-i  Ali,  Mevlid-i  Hasan,  Mevlid-i  Hüseyin  ve  Mevlid-i  Fatma  adı  ile  mevlid  töreni  tertip  edildiği 

belirtilmektedir  (Çetin  1987:  74).  Necdet  Şengün,  Hz.  Fâtıma  Mevlidi  ve  Vesiletü’n-Necâ  İle  Mukayesesi” 

makalesinde  Hz.  Fatma  mevlidi  hakkında  (Şengün:  2008:  419-438),  “Türk  İslam  Edebiyatında  Manzum  Hz.  Ali 

Mevlidleri  ve  Câferî’nin  Mevlûd-i  Haydaru’l-Kerrâr’ı”  makalesinde  de  Hz.  Ali  Mevlidleri  hakkında  bilgi 

vermektedir (Şengün 2012: 303-324). Ayrıca son asır mevlid müelliflerinden Bursalı Mehmed Şemseddîn el-Mısrî, 

Peygamber Efendimiz ve Hz. Ali’nin doğumları için yazdığı mevlidlerin yanı sıra Âl-i Abâ mevlidlerini Hz. Fâtıma, 

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin mevlitleriyle tamama erdirmiştir (Köksal 2011: 33). 


31 

Yrd. Doç. Dr. Ahmet BÜYÜKAKKAŞ/Bilinmeyen Bir Mevlit Metni Üzerine Değerlendirme 

Pekolcay,  İstanbul  kütüphanelerinde  ve  kaynaklarda  gösterilen  Türkçe  mevlidlerin  ve  Mevlid  ile 

ilgili  risâlelerin  sayısının  200’den  fazla  olduğunu  söylemektedir  (Pekolcay  2015:  40).  Türkçe  mevlid 

metinlerinin  çoğu  aruzun  “fâilâtün  fâilâtün  fâilün”  kalıbıyla  ve  mesnevi  tarzında  yazılmıştır

3

.  Ortalama 



600-1400  beyitten  oluşan  mevlidlerde  genellikle  Hz.  Peygamber’in  doğumu  üzerinde  durulmakta, 

ardından mi’racı ele alınmakta, çeşitli mucizeleri anlatılmakta, daha sonra vefatından bahsedilmektedir. 

Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden 

iktibaslarla  telmihlerle  desteklenmiş,  birtakım  iddiaların  aksine  çoğunda  bid’at  denebilecek  fikirlere  yer 

verilmemiştir (Aksoy: 2004, 482).  

Türk  edebiyatında  kaleme  alınmış  ilk  mevlid  Ahmedî’nin  İskendernâmesinin  bir  nüshasında  yer 

alan “Mevlid”dir  (Köksal: 2011, 31). Ancak Türkiye’de mevlid denilince ilk akla gelen eser Süleyman 

Çelebi’nin  meşhur  manzumesidir  (Pekolcay  2015:  29).  Süleyman  Çelebi'nin  812/1409'da  yazdığı 

"Vesîletü'n-necât"  adlı  mevlid  manzumesinin  edebiyatımızda  derin  ve  sürekli  bir  etki  yarattığını 

biliyoruz. Özellikle dine ve tasavvufa çok bağlı olup, bu alanda eser yazan şairler, Süleyman Çelebi'nin 

mevlidinin  etkisinden  uzak  kalamamışlardır  (Mazıoğlu  1974:  31  ).  Türkçe  mevlidler  arasında  birçok 

yabancı dile çevrilmiş olanı "Vesîletü'n-necât"tır

4



Mevlidler  umumiyetle  tevhid,  münâcât  ve  na't  ile  (bazılarında  ashâb-ı  kirâma,  çehâr-yâr-ı  güzîne 



methiye  ile)  başlamakta,  kâinatın  zuhur  kaynağı  olan  nûr-ı  Muhammedî’den  bahsedilerek  Hz. 

Peygamber'in doğumuna geçilmekte, onun mi'racı ve diğer mucizelerinin anlatılmasının ardından vefatı 

konusuna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve 

dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen her faslın bitiminde içinde Hz. Peygamber’e salâtın 

da bulunduğu tekrar beyitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü’n-necât’ta. “Haşre dek ger denilirse bu 

kelâm  /  Niçe  haşrola  bu  olmaya  tamâm  /  Ger  dilersiz  bulasız  oddan  necât /  Aşk  ile  derd  ile  eydin  es-

salât” şeklindedir (Aksoy 2004: 483).  

Mesnevî nazım şekli olan Mevlid türü metinlerinin şekille ilgili olarak en belirgin özelliklerinden 

biri bölüm sonlarında yer alan tekrar beyitleridir. Süleyman Çelebi’nin Mevlidinde hemen her bölümün 

sonunda bulunan tekrar beyitleri Süleyman Çelebi’den sonraki birçok mevlid metninde benzer şekillerde 

kullanılmıştır

5




Достарыңызбен бөлісу:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   102




©emirsaba.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет