Summary
K.B.Torgaeva, undergraduate
(Almaty city, Kazakh State Women’s Teacher Training University)
Ways of development of the students’ intercultural competence in the learning process
Through the method of competence, the article examines the concept of the student is not a
general consciousness, but proposes a definition of real phenomena; the use of modern techniques
and technologies; in everyday life; in the choice of profession; in search of his place in life;
displayed qualification solutions of vital problems related to elections and their necessary decisions.
Well known is the fact that a foreign educational space given factor plays a very important role, and
it is evident the importance of the competence, as a method of theoretical pedagogy.
Keywords: intercultural competence, communication, learning process, method, individual,
modernization, conclusions.
ТАРИХ, ЭКОНОМИКА ЖӘНЕ ҚҰҚЫҚ – ИСТОРИЯ, ЭКОНОМИКА И ПРАВО
HISTORY, ECONOMY AND LAW
UDK 323(479.24)=512
UlUSAL ÇIKARLAR VE DAĞLIK KARABAĞ SORUNU
Sayavuş QASIMOV
(Azerbaycan, Bakü Avrasya Üniversitesi
Rektör Yardımcısı)
Özet: Çağdaş dünyamızın hemen her yerinde çeşitli problemler vardır. Bu problemlerin
bazıları iç mesele olarak sürerken bazıları ise uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bizim
yaşadığımız coğrafyada ise en büyük sorunlardan biri Ermenilerin saldırgan politikaları neticesinde
ortaya çıkmış olan Dağlık Karabağ sorununa bağlı olarak gelişen Azerbaycan-Ermenistan
arasındaki toprak sorunudur.
Azerbaycan bu meselenin tarih ve bilimsel araştırmalar neticesine göre aydınlanmasından
yana iken, Ermenistan ise şovenist bir yaklaşımla bu tür çözüm yollarına yanaşmadığı gibi bu tür
girişimleri elinden geldiğince sabote etmenin gayreti içine girmektedir.
Temelde iki ülkeyi ilgilendiriyor gibi görünen bu sorunun var olduğu bölge; tarihi, sosyal ve
ekonomik olarak stratejik bir öneme sahip olan bir yerde olmasından dolayı bir çok devletin de bu
soruna müdahil olmasını beraberinde getirmiştir. Soruna dahil olan devletlere baktığımızda çoğu
Ermenilerin sahte ve temelsiz iddilarına göre hareket etmekte ve sorunun çözümünden çok
çözümsüzlüğü noktasında hareket etmektedirler. Bu konuda Azerbaycan’ın yanında en net olarak
yer alan yegane ülke ise Azerbaycan ile ortak tarihi, dini ve milli his ve hasasiyetleri taşıyan Türk
Dünyası Ülkeleridir. Biz de bu çalışmamızda, mevcut durumu Azerbaycan Cumhuriyetinin milli ve
evrensel hukuk çerçevesindeki tezlerini ele almak sureti ile değerlendirmeye çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Karabağ Sorunu, çıkarlar.
Çağımızda yaşanan olaylara tarafgirlikle değil, az-çok objektif bakan her bir politikacı,
akademisyen ve aydın tarafından hemen bilinmelidir ki, Dağlık Karabağ sorununun kökeninde
Erminaistan’ın -hakkı olmadığı halde- geçmişten bugüne Azerbaycan topraklarında gözünün
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumun objektif bir gözle değerlendirilebilmesi için Dağlık
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
149
Karabağ’ın -Azerbaycan’a mı veya Ermenistan’a mı- kime ait olduğu gerçeği yönünde aranmalıdır.
Bu durumun aydınlanabilmesi için, tarihi gerçekler de gözönüne alınarak günümüz sosyal, ictimai
ve etnik unsurların bahse konu bölgede ne zamandan beri ve hangi oranlarda varlıklarını devam
ettirdikleri gerçeğinin ele alınması gerekmektedir. Bunun yanında tarafların argumanları ile beraber
subjektif görüşleri de ele alınarak bunların içinden gerçeğe ulaştırma noktasında mantığa aykırı
olmayanları da dikkate incelenmelidir. Çünkü böyle bir sorunda sonuca varma çok geniş bir alan
taraması, inceleme ve araştırmanın neticesinde elde edilebilir.
Tarafsız bir gözle bakıldığında, Dağlık Karabağ’ın tarihi Azerbaycan’ın tarihi toprağı
olduğunu söylemeyi tasdik veya iddia etmek için herhangi bir çaba içine girmeye gerek yoktur.
Fakat çağdaş dünyamızın «baş mimarı» rolünü üstlenen ABD başta olmakla beraber batı dünyasının
hemen her yanında güçlü bir lobi oluşturmuş olan Ermeniler, Dağlık Karabağ’ın haksız bir şekilde
Azerbaycan topraklarına dahil edilmiş bir Ermeni şehri olduğu iddiasını işlemektedirler. Milli
liderimiz Haydar Aliyev, Azerbaycan Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı olarak 1993 yılının Aralık
ayında Farnsa’ya yaptığı sefer sırasında Fransız mevkidaşı F. Mitteran’a Dağlık Karabağ’ın
Azerbaycan arazisi olduğunu harita üzerinden tarihi ve etnik gerçekleri ile anlatarak bu konuda
objektif olarak bakılması gerektiği izahını yapmıştır.
Şüphesiz, tarihi gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması, siyaset veya kanuni düzenlemelerin
haricinde ilmi ve tarihi tetkiklerler mümkündür. Aksi takdirde tarihi ve ilmi gerçeklerle yüzleşmek
istemeyenler ister istemez subjektif değerlendirmelerin arkasına gizlenmek zorunda kalmakta, gayri
ahlaki, gayri hukuki temeller ve sahte tezlerle gerçeklerin ortaya çıkarılmasını ve sorunun
çözümünü engellemektedirler. Tezlerine tarihi ve ilmi kanıtlar bulamayan Ermenilerin 1915. Yılda
Osmanlı İmparatorluğu vaktinde soykırım iddialarına karşın Türkiye’nin en üst düzeyde teklif ettiği
tarihi arşivlerin açılması ve araştırmaların tarihçiler tarafından ortak bir çalışma ile yapılması
teklifinin görmezden gelerek, lobi faaliyetleri ile bazı ülkelerin ideolojik ve politik yaklaşımları ile
parlemento kararları ile bu meseleye eğilmeleri örneği ile Dağlık Karabağ sorununa yaklaşımları
paralellik arzetmektedir. Hatta çağdaş Türkiye Cumhuriyeti karşısında sadece soykırım iddiaları ile
yetinmeyip tezlerine yeni sahte deliller üretmek ve toprak talebinde bulunmak için sözde soykırımın
1915 yılından 1923 yılına kadar sürdüğünü iddia etmektedirler. Bu şekilde tezlerini hiç bir temele
dayandıramayan ermeniler, bir çok ülkede farklı ideolojik ve tarihi sebepler ile kendilerine taraftar
bulanarak kadim Azerbaycan topraklarına da göz dikmişlerdir.
Türkiye tarafının kendi arşivlerini açacağını ilan etmesi, üçüncü ülke uzmanlarının da iştirakı
ile her iki ülke tarihçilerinin çalışmasına bırakın destek verilmesini bu güne kadar bu teklife cevap
bile verilmemiştir ki, bu durum açıkça Ermenilerin gerçeklerle yüzleşmekten korktuğunu ve
iddialarının zayıflığı ve asılsızlığını göstemektedir.
Dağlık Karabağ sorununda da tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması Ermeni tarafı için arzu
edilen bir konu değildir. Geçmişten bu güne bütün ilmi ve tarihi gerçekler göstermektedir ki,
Ermenilerin üzerinde hak iddia ettikleri bölge binyillardan beri olduğu gibi 1747-1805’inci
yıllarında da Kür ve Araz çayları arasında mevcudiyetini devam ettirmiş Azerbaycan Türklerine ait
Karabağ Hanlığının topraklarıdır [Azәrbaycan tarixi, III c. 2007:372-402]. Bugün bu tarihi
gerçekleri tartışmak bile abestir.
Tarihi ve ilmi gerçeklerden olabildiğince kaçan Ermeni tarafının dayanmaya çalıştığı
argumanlardan biri Dağlık Karabağ bölgesinde şimdi ikamet etmekte olan halkın ekserisinin
Ermeni oluşudur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nın arşivlerine de bakıldığında, SSCR’nin
kurulduğu 1923 yılında bahse konu bölgede Ermeniler ve Ermenistan’dan hiç bahsedilmediği gibi
Azerbaycan Türkçesi ile “Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti” adı ile adlandırılmıştır [Azәrbaycan
tarixi, I c. 2007:175-176]. Yine 1946 yılında Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin Dağlık
Karabağ üzerinde hak iddia etmesi, dönemin Azerbaycanlı yetkilerinin tarihi gerçekleri ortaya
koyması süreti ile karşı çıkmaları neticesinde sonuçsuz kalmıştır. Yakın geçmişe ait olan bu veriler
de Ermenilerin dayanmaya çalıştığı bu tezi çürütmektedir.
Fakat Ermeni şovenistleri ve ırkçı yaklaşımlarla meseleye bakan ideologları açıkça beyan
etmektedirler ki, kendilerine tarihi hakikatler değil, Karabağ toprağının lazım olduğudur. Onlar için
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
150
bu yolda başvurulacak gerçek veya gerçekdışı her yol mübahtır. Fakat Ermeniler, 1988 yılında
siyasi yollar ile bunun mümkün olmayacaği gerçeğini anladı. Çünkü Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Anayasasına göre «birden fazla milletin biraraya gelmesi ile teşkil etmiş birlik
devletleri idi» (m. 70) [Anayasa, 1978:24]. Bu yüzden kendi kafasına göre siyasi bir talepte
bulunmak mümkün değidi. Lakin, kendince bütün yollara başvuran Ermeniler netice alamayınca
Sovyet merkezi yönetiminden bu bölgenin gayri kanuni bir şekilde kendilerine bağlanmasını
isteseler de bu da mümkün olmadı. Çünkü SSCR’nin kanunlarına göre bir cumhuriyetten diğer bir
cumhuriyete toprağın aktarılması ancak müttefik cumhuriyetin rızası ile olabilirdi” (m. 78)
[Anayasa, 1978:27]. Aksi taktirde bu mümkün değildi.
Coğrafyada yüzyılı aşkın bir süredir kanundışı faaliyet gösteren Daşnak Ermeni çeteleri
düşünce ve hareket tarzarında hiç bir değişikliğe gitmeden aynı tarz sahtekarlıklarla tüm dünyayı
kandırmaya çalışarak kendilerine haklı bir pozisyon yaratmaya çalışırken bilimsel ve tarihi
gerçekleri de araştırmayı gereksiz görmüşlerdir.
Bütün oyunlarına rağmen kendilerine arzu edilen desteği bulamayan Ermeniler, Dağlık
Karabağ topraklarını ilhak etmek için çeşitli bahaneler aramaya başladılar. Bunun için de öncelikli
olarak Ermeni şovenistleri çeşitli mali ve sosyal bahaneler ile bölge üzerine tesir etmeye çalışrlar.
Bunun için Azerbaycan’ın bilinçli olarak bu bölgeyi sosyal, ictimai ve ekonomik yönden diğer
bölgelerinden ayırarak geri bıraktığını iddia ederler. Fakat dönemin ekonomik göstergelerine
baktığımız zaman bunun gerçeklikle hiç bir şekilde bağdaşmadığını görürüz. Hatta aynı dönemde
Dağlak Karabağ bölgesinin iktisadi gelişmişlik ve halkın refahı açısından Azerbaycan’ın en
gelişmiş bölgelerinden biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Ermeniler tarafından ileri sürülen tüm tezler
gibi bu tezleri de dayanaksız ve temelsiz kalmıştır. Her çürüyen iddianın akabinde sahte yeni bir
iddinaın ortaya çıkması da gösterirki bilinçli olarak bazı tezler Ermeni şovenist ve ırkçıları
tarafından acaba tutar mı mantığı ile işlenirken bazı merkezlerden de bunlara yeni tezler üretilmeye
çalışılmıştır. Bu fitneye kaynaklık eden yegane yerlerden biri de kuruluşundan beri Azerbaycan’ın
varlığını hazmedemeyen Ermeni Hrıstiyan Kilisesidir. Kilise yönetimleri, özellikle SSCR
döneminde Azerbaycan yönetimi tarafından kiliselerin baskı altına alındığı iddialarını da açıkça dile
getirmekte ve Ermenilerin kendilerini bu zor vaziyetten kurtarması için çaba sarfetmekteydiler.
Fakat gözden kaçırdıkları nokta; SSCR zamanında kiliselere yapılan baskının misli ile cami ve
mescidlere uygulandığı gerçeğidir.
Ermeniler için başka bir delil ve kendilerini haklı gösterme çabalarının bir başka noktası ise
Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermenilerin Erivan’dan yayın yapan «Yerevan» televizyonunu
izleyememeleri yönündeki ithamlarıdır. Bu ithamların gerçeklerle hiç bir ilgisi yoktur. Halbuki
bugün Ermenistan diye adlandırılan kadim Azerbaycan toprakları olan batı bölgelerinde kendi öz
baba atalarının topraklarında yaşayan Azerbaycanlılar bırakın televizyon izlemeyi, her türlü
matbuat, basın, yayın organlarından mahrum bırakılmışlardır. Bu durum biraz da SSCR
coğrafyasının başı başına büyük bir problemi olarak devam etmiştir.
1985 yılında Gorbaçov’un başa geçmesi ve onun “Yeniden Kurma Ve Açıklık” diye
adlandırdığı stratejisi ve bu stratejiyi hayata geçirmesi çalışmaları sosyalizmin de dağılmasını
beraberinde getirmiştir. Fakat kimilerine göre “kansız üçüncü dünya savaşı” olarak adlandırılan bu
dağılma beraberine başka sorunlar da getirmiştir. Bu nedenle buna bağlı olarak gelişen olaylar
gözöüne alındığında denilebilir ki, 20. Asrın ikinci yarısının en büyük felaketlerindenden biri çeşitli
subjektiv nedenlerle ortaya çıkarılmış, Azerbaycanlıların yüreğinde yaraya sebep olan Dağlık
Karabağ sorunudur.
ABD başta olmak üzere Batı dünyasının sosyalizm sistemi ve onun esas uygulayıcısı olan
SSCR’yi dağıtmak planlarında, Sovyetleri Birliği bünyesindeki halkların milli duygularını ortaya
çıkarmak ve bu yolla netice elde etmek amaçlarını görmek zor değildir [Mәmmәdov,2009:216].
Özellikle de 2. Dünya Savaşının başlamadan önce Nazi Almanya yöneticilerinin SSCR ile
savaşmamak ve karşılıklı sınır güvenliği konusunda imzaladıkları on yıllık süreli anlaşmayı
Nazilerin iki yıl sonra bozarak doğu cephesini açmaları onları ümitlendirmiştir. SSCR’yi “çöp
ayaklı dev” olarak nitelendirip, her hangi bir dokunma veya taaruzda kolayca devrilebileceğini
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
151
düşünmüşlerdir. Fakat bu ümitleri gerçekleşmez. Çünkü aynı devirde M.S. Gorbaçov değil bütün
dünyaya meydan okuyan hem içte hem dışta sağlam yere basan hiç bir hatayı affetmeyen hatta
şüphelerinden bile soykırımlara başvurabilen, savaş için ciddi hazırlık yapan, sosyalimz ideline,
kominizmin ahlak ve prensiplerine sıkı sıkıya bağlı İ.V.Stalin ve ekibi vardır.
SSCR’de milli münasebetlerin en hassas olduğu, her an kırılabilecek konumda olan
noktalarından biri her zaman Azerbaycan-Ermeni münasebetleri olmuştur. Fakat tarihi Türk ahlak
ve birlikte yaşamanın bir göstergesi olarak Sovyetler Birliği devrinde de «Kardeş olmuş Hayastan-
Azerbaycan» Azerbaycanlılar Sovyetler Birliği devrindeki tüm halklar gibi Ermeni halkını da
kardeş halklardan biri saymış olmasına rağmen Ermeniler geçen asrın başlarında önce Erevan
Hanlığını sonra Zengezuru işgal ve sahiplenmekle yetinmeyip, Dağlık karabağ ve Nahçıvan’ı da her
zaman işgal etmeyi düşüncelerinde taşımışlardır. 1965 yılında o dönemin Sovyetler Birliği başkanı
L.İ.Berjnev, “ Sözde Ermeni Soykırımını” 50’nci yıldönümü gününde başlayan toplumsal Ermeni
hareketlerinin önünü kesmeyi başarmıştır. 1988 yılında ise sosyalizmin çöküşüne şahitlik eden M.S.
Gorbaçov, SSCR için bu sorunun Sosyalizmin sonunu hazırlayan bir sorun olduğuna inanır ve
Ermenilere arka çıkmayı adeta bir amaç haline getirir. Özellikle de 28-29 Şubatta Sumkayt’ta ortaya
çıkan olaylar ortalığı kızştırmak için önemli bir fırsat olarak değerlendirirlir [Mәmmәdov,2013:1-
336]. Azerbaycan hakikatleri öyle karmakarışık ve içinden çıkılmaz bir biçimde dünya kamouyna
sunuldu ki, aradan geçen 28 yıla rağmen hala bu günlerden hafızalara kazınan izler silinememiştir.
Bu duruma Sovyetleri Birliği yöneticilerinin artniyetli tutmları da etkili oldu.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi (Sov. BKP MK) Siyasi Bürosunun 1988
yılı 29 Şubatında gerçekleşen toplantısında M. Gorbaçov ve onun yakın silah arkadaşı A. Yakovlev
Stepanakertde
ve
Erivan’da
Ermeni
mitinglerine
dokunulmamasını
istemişlerdir.
[Mәmmәdov,2009:217]. Aynı yılın haziran ayının 18’inde SSCB Yüksek Danışma Meclisi
komisyonunda çatışan tarafların (Azerbayacan ve Erminastan) da temsil edildiği geniş katılımlı
toplantıda hakikatin ortaya çıkması için her iki tarafa tavsiyelerde bulunulur. Fakat Azerbaycan
yüzde yüz haklı olmasına rağmen her iki tarafın da aynı düzeyde bir haklılık payi ile
paylandırılması, sanki Ermenilerinde söylemlerinde bir nebze haklılık taşıdıklarının kabullenilmesi
neticesi olayların Azerbaycan’ın aleyhine gelişeceğinin işaretleri olur. Aslında hiç bir netice
alınamayan bu tartışmayı daha da gergin ve içinden çıkılmaz hale getirmek, Azerbaycan’ı siyasi bir
kriz ile karşı karşıya bırak, daha açık bir ifade ile “siyasi kaos” yaratmak i.in başvurulmuş bir
yöntem idi. Buna rağmen Ermeni tarafı isteklerini yüzde yüz elde edemedikleri için kendilerine çok
yakın gördükleri M. Gorbaçov’a küsmüşlerdir. Bu toplantıya katılan Ermeni heyeti de bir netice
almadan döndüğü için heyet, Ermenistan’a dönerken, Erivan’ın Zvatnots helikopter pisti yetkilileri
heyetin bu piste inmelerine izin vermemiştir. Helikopter ancak Gümrü’ye gidip inebilmiştir.
Fakat hadiselerin sonraki seyri göstermiştir ki, bütün bunlar dahi birer ince siyasi manevradan
ibaret imiş. Dağlık Karabağ’da Sov. BKP MK-nın şube müdürü, A. İ. Volski’nin önderliğindeki
özel idare komitesinin oluşturlması, mahiyet itibarı ile Azerbaycan’ın geçmişten bugüne sahip
olduğu bu ata toprakların Azerbaycan’dan alınıp önce kendine has bir yönetim ile yönetilmesini
sağlamak sonrasında ise Ermenistan’a verilmesi niyetini taşıdığı ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmazlık
var olan şekli ile bir çok siyasi ve sosyal hamleler ile Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar devam
eder. Azerbaycan ve Ermenistan 1992 yılında birer bağımsız devlet olarak varlıklarını devam
ettirirken Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konseyi (AGİT), gibi uluslararası
teşkilatlara üye olma yoluna gittiler. Dağlık Karabağ sorunu da SSCB’nin dağılmasından sonra
içproblem olmaktan çıkıp uluslararası bir sorun haline geldi. Birleşmiş Milletler de bu sorunun
çözümü için olaya müdahil oldu. Halbuki aynı sorunun ortaya çıktığı dönemlerde ve hatta
bağımsızlığın ilk yıllarında bu soruna karışmayı Rusya kendisinin iç işlerine karışmak olarak ele
alarak hala bir iç problem gözü ile olaya bakmıştır. Hakikaten de ilk dört yılın gelişmelerine
bakıldığında AGİT-in 1975-ci yılın Ağustos ayının birinde Helsinki’de kabul ettiği sözleşme
şartlarına muhalif idi.
Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun SSCR devrinde ortaya çıkmasında ve
gerçeklerin anlaşılamamsının yanında geçen asrın 70-80’inci yıllarında Sovyetler Birliğinin üst
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
152
yönetim kademesi içinde yer alan Haydar Aliyev’in Sov.BKP MK Siyasi Bürosu üyeliğinden ve
Sovyetler birliği başkanı birinci yardımcılığı görevinden uzaklaştırılmasında özellikle Ermeni
şovenistlerin büyük etkisi olmuştur. Çünkü Ermeniler ve onların taraftarları bilirlerdi ki, Haydar
Aliyev bu görevde durduğu sürece onların karşısında yer alacak ve onların Karabağ üzerindeki
emellerine mani olacaktı. Hakikaten de, Haydar Aliyev Azerbaycan devletinin tam bağımsızlığa
kavuşmasını sağladıktan sonra kendi hayat gayesini şu şekilde özetlemiştir: “ Azerbaycan
Cumhurbaşkanı olarak, benim için esas olan Azerbaycan devletinin menfaatleridir”
[Әliyev,k.40,2012:107].
Haydar Aliyev, Azerbaycan’a başkanlık ettiği on yıl süresince katıldığı her uluslararası
toplantıya ve her kademede Dağlık karabağ sorununun tarihi ve ilmi gerçekler gözönüne alınarak
uluslararası hukuk çerçevesinde çözülmesi ve Azerbaycan devletinin toprak bütünlüğünün
korunmasını göndeme getirmiş ve savunmuştur. Onun bu sahadaki faaliyetleri içinde ATET’in
üyesi olan ülkelerin devlet ve hükümet başkanları ile 1996 yılı Aralık ayının 2-3’ünde Lizbon’da
gerçekleşen zirve toplantısı, özellikle onun tüm iş gününün bu işe ayırması ile önemlidir.
Devamında onun çabaları ile Azerbaycan ve Ermenistan’ın da üye olduğu bu nufuslu uluslararası
teşkilatın 54 üyesinin Azerbaycan’ın arazi bütünlüğünü gözardı edilerek Ermenistanın arzu ettiği
şekilde karar vermelerini engellemiş, hiç kimsenin beklemediği bir kararlılıkla meseleyi anlatarak
muhatapları ikna etmiş ve bu suretle Ermeni tezlerinin red edilmesine vesile olmuştur. Nihayet
Haydar Aliyev’in dirayetli duruşu sayesinde tüm üye ülkelerinin ortak bildiri arzu edilen şekilde
neticelenmiştir.
Bununla birlekte BM Güvenlik Şurası 1993 yılında kabul ettiği dört maddenin esasına göre-
işgalci kuvvetleri durumundaki Ermenilerin İşgal ettikleri arazilerden çıkması istenmiştir. Ne yazık
ki bu karar halen de uygulanmamıştır. AGİT’in Minsk grubunun yirmi dört yıllık çabaları, ABD,
Rusya ve Fransa gibi nüfuslu ülkelerle yapılan tüm görüşmelere rağmen bir netice alınamamıştır.
Azerbaycan’ın en büyük isteği bu meselenin siyasi ve diplomatik yollardan halledilip yeniden savaş
yoluna gidilmemesidir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de aynı mesele ile ilgili defaatle:
«Biz görüşmelerin devam etmesinden yanayız. Ancak görüşmeler hakikatler çerçevesinde
gerçekleşmelidir. Azerbaycan sorunun çözülmesinde çok istekli davranmaktadır. Ermenistan ise
sadece oyalamak ve vakit geçirmenin peşindedir» [Әliyev,2013b].
Esasında Ermenistan’ın bu durumu Uluslararası kuruluşlar ile Birleşmiş Milletlerin göz
yummasının ve olaylara objektiv bakmamasının bir neticesidir. Azabını çektiğimiz çifte
standartlardır. Asıl hakikat ise Ermenistan’ın işgalci bir devlet gibi karşılık görmesi ve bu durumda
lazım olan uluslararası hukuk kuralalrının işletilmesidir. Maalesef söylemeliyiz ki, bu istikamette
küçük bazı adımlar atılıyor gibi görünse de netice alıcı ve gerekli hiç bir adım atılmamıştır. En
kötüsü ise, Ermenistan’ı işgalci diye nitelendirenler, farklı ve taraflı bir biçimde kınanmakta veya
çeşitli saldırılara uğrayıp psikolojik tahribata maruz kalmaktadırlar. Moldova’nın insan hukuklar
alanında ombudsmanı Aureliya Krikoriu Erivan’daki konuşması nedeniyle Ermenilerle beraber
kendi ülkesinde de sert eleştirilere maruz kaldı. Aureliya Krikoriu, bir hukukçu olarak 2013 yılının
5 Haziranında Ermenistan parlementosunun organize ettiği Avrupa Birliğine üye ülkelerininde
insan hakları hukukuyla ilgili konferansta şöyle demiştir: “Ermenistan Azerbaycanlılara karşı
soykırım uygulayarak, Azerbaycan arazisinin %20’sini işgal etmiştir. Hocalı soykırımını Ermeniler
yapmıştır. Bu katliyamlar uluslararası çevrelerce de kabul edilen hadiselerdir” [Григориу,2013].
O, kendi konuşmasında Ermenistan’ın 25 yıldan fazla bir süredir devam eden saldırgan tavırları
neticesinde Azerbaycan’ın 360 kilometrelik sınırhattının bozulduğunu Azerbaycan’ın İran ile olan
sınır hattından 198 kilemotrelik kısmın işgal edildiğini, bahse konu arazilerde 102 bin kişinin hayat
sürdüğünü, 7 bin resmi diarenin, 693 okulun, 695 sağlık kuruluşunun, 160 köprünün, 23 bin
kilometre uzunluğunda su boru hatının, 150 bin hektar tarım arazisinin, 464 tarihi abidenin ve
müzelerin, 800 kilometre uzunluğa sahip karayolunun, 890 yerleşim biriminin mevcut olduğunu,
bunların ekserisinin tahrip edildiği söylerken, bunların Azerbaycan’a 60 milyar dolarlık bir zaiyata
sbep olduğunu ifade etmiştir [Григориу,2013].
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
153
Doğal olarak her zaman şımartılmaya alışmış olan Ermenistan kendi parlementosunda böyle
bir konuşma beklemiyordu. Neticede dünyanın her yerindeki Ermeni lobicileri onu bu yaptığı
konuşmasından dolayı «Paralı Azerbaycan Casusu» olarak takdim etek suretiyle yıpratmaya
çalıştılar. Halbuki, yapılan konuşma tamamen dünyadaki evrensel hukuka uygun ve gerçeklerin dile
getirilmesinden ibarettir.
Dağlık Karabağ sorununun ortaya çıkmasındaki en büyük sebeplerden biri de; «Büyük
Hayastan (Ermenistan)» hayali ile yaşayan ermeni daşnak cemiyetlerinin hastalıklı fikirleridir.
Fakat bu hayalperestlikle ilgili iddialar son yüzelli yıldır «Ermeni meselesi» adı ile uluslararası
kamoyunu meşgul etmektedir. Öyleki uydurdukları yalanlara kendileri de inanır hale gelmiş ve bu
mesele üzerine kim gerçeği söylerse hemen bir saldırı ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum bir
çoklarının doğruları söylemesine de mani olmaktadır. Halbuki bu meselenin çözümünde esas olan
Azerbaycan- Ermenistan arasında var olan bu sorunun tarihi, sosyal, siyasal, hukuk, medeniyet ve
ahlak ilkeleri çerçevesinde araştrılıp tüm gerçekliği ile ortaya konmasından geçer. Bu gerçeğin
önündeki en büyük engel ise ırkçı Ermeni tarihçilerinin Karabağ arazisinin asıl sahiplerinin
Ermeniler olduğunu, Azerbaycanlıların ise sonradan yerleştiklerini iddia etmesindendir. Bütün
bunlar ele alındığında Karabağ arazisi üzerindeki tartışmanın asıl sebeplerinden biri de, Karabağ’ın
tarihi ve kültürel yönü ile bin yıllardır Azerbaycan topraklarının bir parçası olduğunun uluslararası
komoyuna anlatılmadığı ya da bu sorunu çözebilecek güçte olanların anlamak istememesi ile
ilgilidir. Çünkü bu toprakların kadim Azerbaycan toprakları olduğu konusunda hem tarihi hem de
hukuki uzak ve yakın geçmişten kalma, neşredilmiş bir çok belge ve başka kanıtlar mevcuttur
[Qarabağ xanlığı,2010 ve Qarabağnameler,2006]. Bu neşriyatlar arasında; Akad R.E. Mehdiyev’in
ideya rәhbәrliyi ilә 2012 yılında bastırdığı «Azerbaycanlıların Soykırımı: tarihin Kanlı Salnamesi»
adlı iki ciltlik kitabıdır. Kitabın birinci cildinde, «Ermenilerin Azerbaycan topraklarına göç
ettirilmesi ve buralara yerleştirilmesi ve Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğunda Türklere karşı
uyguladıkları soykırım (1905-1920)». Yine 1948-1953 yılları arasında Azerbaycanlıların
Ermenistandan (binlerce yıldır yaşadıkları kendi topraklarından) sürgün edilmelerini konu edinen;
«Sonuncu Deportasiyanın Kanlı Olayları», «Sumkayıt - Ermәni Tahribatının Yeni Ünvanı»,
«Karabağ Müharibesinin Kara Salnamәsi», «20 Yanvar Faciasi» vesaire gibi bölümlerde bu
problemin sebepleri ve sonuçları üzerinde durur. Aynı eserin ikinci cildinde ise bu süreçte meydana
gelen kanlı hadiselerle bağlantılı olarak düzenli bir şekilde kronolojik takvim de takip edilerek, BM,
Avrupa Birliği Parlementerler Konseyi (ABPK), AGİT ve İsalm İşbirliği Teşkilatı tarafından
alınmış kararlar ile yapılan çağrılar ve Milli lider Haydar Aliyev’in uluslararası camiada yapmış
olduğu konuşmalar ve bu konuda beyanatları ile talimatları yer almaktadır [Azerbaycanlıların
Soykırımı,2012]. R. E Mehdiyev, «Gorus-2010:Absurd teatrı Mövsömü» adlı kitabında Ermeni
liderlerinin tarihi ve hadiseleri nasıl çarpıttıklarını ve tüm tezlerinin sahte ve gerçek dışı olduğunu
delilleri ile birlikte ilmi ve tarihi araştıramalrı neticesinde ortaya koymuştur. Bu yöneticileri içinde
başı çekenlerden biri de bugünkü Ermenistan’ın lideri Serj Sarksyan da vardır. Sarkisyan, 2010 yılı
Ekim ayının 10’unda Gorus’ta Ermeni diaspoarsını temsil eden gazetecilerle yaptığı söyleşide;
Ermenilerin dil ve tarih olarak bu topraklarda sekkiz bin yıllık bir geçmişe sahip oldukları yalanını
ortaya atmıştır [Mehdiyev,2010:5-6]. Buna karşın Azerbaycanlıların ise 1930’lardan beri var
olmaya başladığını ifade ederek, Azerbaycan Türklerinin geçmiş tarhini görmezden gelmiş ancak
Sovyet devrinde formalaşan şekli ile varoldukları yalanını orataya atarak Azerbaycan Türkleri
tarihini yüzyıldan az bir zamana indirmiştir. [Mehdiyev,2010:30-31]. R.E. Mehdiyev, eserinde;
zәngin tarihi kaynakları da işaret ederek Azerbaycan Türklerinin bin yıllardır bu coğrafyadaki
varlıklarını ıspat etmiştir. Aynı eserinde, Ermeni şovenistlerinin bu tür asılsız iddiları sebebi ile bu
sorunun çözüme kavuşmadan giderek daha da karışık hale getirdiğini yazmaktadır
[Mehdiyev,2010:44].
Elbette ki halkimiz, hem maddeten hem manen ağır bir yıkımla karşı karşıya kalınmasına
sebep olan bu sorunun ilmi ve tarihi hakikatler ışığında, uluslar arası camianın da desteği ile
çözülmesinden yanadır. Fakat burada maalesef belirtmeliyiz ki, özellikle uluslararası camiada bazı
tarafgir davranışlar dolayısı ile ciddi sorunlarla karşılaşmaktayız. Cumhurbaşkanızım İlham
Хабаршы-Вестник-Bulletin №2 (62), 2016
154
Aliyev’in 2013 yılında yeniden Başkan seçilmesi dolayısı ile gerçekleşen and içme merasiminde
Ermenilerin uzlaşmaz tavrı ve sahte deliller üretmesi ile ilgili şöyle der: «Bu sorunun temel sebebi
Ermenistan’ın iki yüzli, riyakar siyaseti ve haklılılık payı olamyan tamamen sahte delillerle
üretilmiş olan iddalırındandır. Teesüfler olsun ki, Birleşmiş Milletlerin bu mesele ile ilgilenen
şubelerinin lakayd ve tarafgarane tavırlarıdır. Bu nedenlerldir ki, 20 yıldan fazla bir süredir,
uluslararası hukuk da çiğnenmekte ve buna göz yumulmaktadır. BMT Güvenlik şurasında bu konu
ile ilgili kabul edilmiş dört maddesi icra edilmemektedir. Işgalci konumundaki Ermenista’a her
hangi bir baskı uygulanmamaktadır... Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünden hiç bir taviz
verilmeyecektir. Sorun da ancak bu çerçevede çözülebilecektir. Biz bundan sonra da siyasi ve
diplomatik girişimlerimizi devam ettireceğiz. Bu noktada Ermenistan’ın uluslararası camiya
tarafından sıkıştırlması için elimizden gelen tüm iktisadi, ictimai, sosyal ve siyasal teşebbüsleri
harekete geçireceğiz. Aynı zamanda bu mesele ile ilgili diplomasimiz bu güne kadar karşılıklı
anlayış içinde sorunun çözümü için idi. Fakat Ermenilerin şımarıklığını ve dünyanın sessizliği
karşısında biz de bundan sonra savunma değil hucum siyaseti ile bu meseleyi ele alacacağız. Çünkü
elimizde tarihi, hukuki sağlam deliller vardır» [Әliyev,2013b]. Şüphesiz, bu mesele ile ilgili sadece
kendi iç dinamiklerimiz için değil geniş uluslararası camia için de inandırıcı ve kuvvetli delillerle
haklılığımızı ıspat yolunda çalışmak mecburiyeti vardır. Bu noktada devletimizin resmi organları ile
birlikte akademik çevrelerin medya ve çeşitli kurum ve kuruluşlar vasıtasi ile yapılacak çalışmalar
önemlidir. Bu bahse konu kurum ve kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Bu kapsamda,
« Hocalıya adalet» kampanyası dünyanın bir çok ülkesinde Ermenilerin Azerbaycanlılara uygladığı
katliyamları anlatmak için yürütülen faaliyetlerden birisidir.
Ermenistan sadece Dağlık Karabağ üzerindeki kötü niyetleri ile yetinmeyip Dağlık Karabağın
dışında kalan yedi yerleşim birimini de işgal altında tutmaktadır. Bu meselelerinde dünya kamoyu
göndemine gelmesi ve olması gerektiği gibi sorunun halli noktasında çalışmalar devam etmektedir.
Bu gibi çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için Azerbaycan Türk diaspoarsının daha geniş
çerçevede ve başka dost ülke ve kurulaşlar da işbirliğine giderek faaliyetlerini yürütmesi önemlidir
Kısaca, bu meselenin özünde arzulanan meselenin sadece dünya gündemine getirilmesi değil
meselenin Azerbaycan’ın tarihi ve hukuki haklılıklarının gözönüne alınarak çözülmesidir. Bu
bağlamda 1988-1994 yılları arasında işgale uğrayan toprakların işgalden kurtarılmasıdır.
Azerbaycan tarafının hiç kimsenin toprağında gözü yoktur. Hatta bugün Ermenistan toprakları
içinde bulunan fakat geçmişte Azerbaycan’ın bir parçası olan Erivan ve Zengezur gibi yerlerde bile
söz sahibi olabilecekken yeni bir soruna mahal vermemek için ses çıkarmamaktadır. Fakat bu
durum, 20-25 yıl önce büyük katliyamlar neticesinde kendisinden koparılan Dağlık Karabağ ve
çevresindeki topraklarından vazgeçmiş anlamına gelmemelidir. Azerbaycan bu topraklarından hiç
bir zaman da vaz geçmeyecektir. Yalnızca arzu edilen, bu sorunun hukuki ve barışçıl girişimlerle
çözülmesidir. Fakat burada uzun bir zaman geçmesine rağmen büyük devletlerin bu soruna sessiz
kalmaları ve Azerbaycan’ın tezlerine kullak vermemelinin yegane iki sebebi olduğu ortaya
çıkmaktadır. Birincisi milli ikincisi ise manevi olarak Azerbaycan’ın İslami karaktere sahip bir ülke
olmasındandır. Hatta sadece batı dünyası değil bazı İslam ülkelerinin de bu sorunu görmezden
gelerek Ermenistanla ciddi işbirliğine gitmesi, Azerbaycan tarafında ciddi rahatsızlık yaratmaktadır.
Azerbaycan için ise bu mesele hem siyasi, hem tarihi, hem de ekonomik olarak en mühim
meseleleren biridir. Gelecek kuşakların özgürce ve başı dik yaşayabilmesi için bu meselenin
Azerbaycan’ın haklılığını ıspat ettiği şekilde çözümlenmesi şarttır. Aynı zaman da bütün bölgenin
de huzuru için gereklidir.
Достарыңызбен бөлісу: |