“TÜRK” KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ
Ş. Auelbekova -
S. Demirel Üniversitesi, Türkoloji bölümü öğretim görevlisi PhD. Doktor.
Аңдатпа: Мақалада «Түрік» сөзінің шығу тарихы жан жақты зертеліп, талданып беріліп отыр. Ескі
жылнамаларда «Түрік» сөзінің қандай түбірден шыққаны жайлы айтылған пікірлерге тоқталдық. Түріктер жайлы
ғұлама ғалымдардың ой пікірлері сарапталып мақаламызда мысалдармен берілді. Түріктердің ата жұрты, шыққан
жері мен салт дәстүрлері де қолға алынды. Жыл мезгілдеріне қарай өмір сүрген жерлері, киген киімдері мен тұрмыс -
тіршіліктері жайлы қызықты мағлұматтар берілді. Ескі жылнамаларда «Түрік» сөзінің қандай түбірден шыққаны
жайлы айтылған пікірлерге тоқталдық. Түріктер жайлы ғұлама ғалымдардың ой пікірлері сарапталып мақаламызда
мысалдармен берілді. Түріктердің ата жұрты, шыққан жері мен салт дәстүрлері де қолға алынды. Жыл мезгілдеріне
қарай өмір сүрген жерлері, киген киімдері мен тұрмыс -тіршіліктері жайлы қызықты мағлұматтар берілді.
Тірек сөздер: «Түрік» сөзінің этимологиясы, түркологтардың ой пікірлері, түріктердің салт дәстүрі.
Аннотация: В данном материале написано о истории происхождение и значение слово «Тюрк». При подготовке
материалов нами проведен анализ мнений и заключений знаменитых ученых тюркологов в отношении слова
«тюрк». В данной статье мы попытались охватить все сведения в отношении тюрков, времия и места проживания,
традиции и обычаи тюрков, а также их прежнее название.
Ключевое слова: происхождение и значение слово «Тюрк», языковой (лингвистический)анализ, времия и места
проживания, традиции и обычаи тюрков,
Abstract: This article describes the history of the emergence of the word "Turk". While preparing the materials the views
and conclusions of famous scientists –turkologists were analyzed. In this article an attempt was made to cover all the
information related to the Turks, time and place of their location, traditions and customs, as well as their previous titles.
Key words: the history of the emergence of the word "Turk", linguisticanalisis, the Turks, time and place of their location,
traditions
Türkler eski bir millet oldukları için adları merak edilmiş ve araştırmalar yapılmıştır. Heredots: Doğu
kavimleri, “Targitalar”, “Tyrkae (Yurkae)”, “Toghormalar (Tevrat’ta adları geçiyor), “Turukha (Hint
kaynaklarında geçiyor), “Thraklar veya Turukhular. Ayrıca Çin kaynaklarında Tik (veya Di)’ler Hatta Roialılar
v.b. bizzat Türk adını taşıyan kavimler olmalıdır.
İran kaynaklarında Nuh’un torunu (Yafes’in oğlu) Türk’de veya İran’daki Feridun’un oğlu Turac veya Tur
olarak rastlanmaktadır. Bu kelime Göktürk kaynaklarında tek hecelidir. Kitabelerde ad Türk şeklindedir. Adın
Çin’ce transkripsiyonu iki hecelidir. (T’u-küe). Son araştırmalarda Türk kelimesinin 6. ve 8. asırlarda hem tek
hem de çift heceli olarak telaffuz edildiği, 4-5. asırlardan önce yalnız çift söylendiği daha eskiden ise Törük
şeklinde olabileceği belirtilmiştir.
Türk adına a) Çin kaynaklarında: T’u-küe (Miğfer), İslam kaynaklarında: Türk (terk edilmiş), Türk: Olgunluk
çağı, Takye: Deniz kıyısında oturan adam, cezb etmek manalarında kullanmaktadır.
A. Wambery: Türk kelimesinin “türemekten” geldiğini söylüyor. Ziya Gökalp: “türeli” diye açıklamıştır. W.
Barthold’un düşüncesi buna yakındır. A.V. le Coq: “Türk” sözü millet adı olan Türk ile aynı der. Thomsen de bu
görüşü kabul eder.
Türk sözünün cins isim olarak güç, kuvvet; sıfat halinde ise güçlü, kuvvetli anlamı bir vesikada var.
Coğrafi ad olarak Turkhia (Türkiye) tabirini ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. 13. asırda
Memluk devleti zamanında Mısır ve Suriye’ye “Türkiye” deniliyordu. Anadolu ise 12. yüzyıldan itibaren
“Türkiye” olarak tanınmıştır.
Türk adı (Türik) terk edilmiş anlamına gelir. Türk kelimesi Divan-ı Lügati’t Türk’te: Olgunluk, güzellik
manasındadır. Çin kaynaklarında “miğfer” anlamında kullanılmıştır. Farslarda da “ güzellik” anlamındadır. İran
şiirinde Türk: “güzel” demektir. Uygurca metinlerde: “güçlü, kuvvetli” anlamındadır.
Türk kelimesi daha çok Uygur metinlerinde “erk Türk” şeklinde geçer. Türkiye’de “erklikTürklük” daha çok
kabul görüyor.
Türk kelimesini Mustafa Uğurlu ise tür-i-k (tür, cins, kök v.s. ) anlamında kabul ediyor. Tür kökünden
almaktadır. Tür kökünden aldığımız zaman kelimeyi iki şekilde kabuledebiliriz:
1.
Tür-ü-k, 2. Tük-i-k.
Абай атындағы ҚазҰПУ-нің Хабаршысы, «Филология» сериясы, №1(47), 2014 ж.
9
Kelimeyi tahlil ececek olursak, Türik (Tür-i-k: tür-isim kökü, -i: isimden fiil yapma eki, -k: fiilden isim yapma
eki).
Türük: (Tür-ü-k: tür-isim kökü, -ü: isimden fiil yapma eki, -k:fiilden isim yapma eki).
Mustafa Uğurlu, A. Wambery’den farklı olarak (A. Wambery: türemek diyor) tür-ü-k, veya tür-i-k şekillerinin
daha uygun olacağını belirtmektedir. Türük veya Türik şeklinden Türk şekline gelmesini ise: Türkçe bir kelime
ünlü ile biten bir ek aldığı zaman ortada bulunan vurgusuz orta hece ünlüsü düşer. Örnek: Türük-üm=Türküm;
Türük-ler=Türkler şekline gelir ve buralardaki ‘ü’ ünlüleri düşer.
Türk kelimesi yaratılmış anlamına geliyor. İnsan oğlu kendi varlığı ile diğer varlıklar arasına bir fark
koymuştur. İlk önce, canlılar ile cansızları ayırmıştır. Bir sonraki safhada canlıları da konuşanlar / insan olanlar
insan olmayanlar diye ayırıyor. İnsanlara en yakın olan şepanzeler var. Bunlar kasaları üst üste koyarak yukarıda
ipe asılı olan bir muzu alıyorlar. Ama insanlar gibi konuşamıyorlar. İnsanların bunlardan farkı: Konuşması, dili,
gülmesi hıçkırması gibi.
İnsanlar sadece kendi kabilesini görüyor, diğrlerini görmüyor. M.Ö. 3000 yıllarında, biraz daha gidersek (1000
ile 2000 yıl kadar) 5000 yıl öncesine kadar giden insan izlerine rastlıyoruz. İnsan nesli yaklaşık olarak bir milyon
öncesine dayanıyor. Tarihi çok eskidir. Bunun gibi Türk tarihi de çok eskiye dayanıyor.
7-8 çadırda 100-200 kişilik gruplar halinde Türk yaşıyor olsun. Farklı olan bu gruplarda ad şöyledir: ‘Bir
toplulukta insan anlamına gelen kelime o topluluğun adı olmuştur.’
Bir başka örnekte ise Eskimoları görüyoruz. Eskimo: Çiğ eti yiyen demektir. Avrupalılar bunların buzları kırıp
tuttukları balıkları çiğ çiğ yediklerini görüyorlar. Bundan dolay bunlara Eskimo diyorlar. O dönemde Türkler de
dünyanın küçük bir kıyısında kalmıştır. Aynı dönemde birçok kavim yaşasa da bu kavimler medeniyetçe
birbirinden çok farklıdır. Biz şöyle bir hipotez ortaya koyabiliriz: Hayli bir zamanda 20 kişilik bir topluluk
kendine “insan” demiş. Bunu o topluluk halk adı olarak benimsemiş. Eğer nüfusları da çoğalmışsa bu ad ortaya
konulmuş olur. İnsan ‘yaratılmış’ anlamına gelen bu kelime; önce hayvanlardan kendisini ayırıyor. Sonra diğer
kabilelerden ayırt edici bir vasıf olduğunu görüyoruz. Bu aşamada etnonim olma yolunda. Etnonim olabilmesi
için ikinci bir toplumun olması gerekir. Birinci grup ikinci bir insan grubuyla karşılaştığı zaman halk adı oluyor.
Sonra Erklik bodun. (Güçlü, kuvvetli millet). Eğer bu grup insan karşılarına çıkan başka bir kabileyi yenerse
kuvvetli, güçlü bir millet olarak ortaya çıkar. Millet olarak ortaya çıktıktan sonra bugünkü anlamda bir isim
veriliyor.
İbrahim Kafesoğlu’na göre Türk kelimesini ilk kullanan Göktürkler’dir. Türk kelimesi cins bir isimdir, daha
sonra devletin adı olmuştur.
Hayali dört kabile adı koyalım. Bu kabilelerin adları taka, puka, luka ve Türk olsun. Bunlardan üçü Türk adı
altında birleşiyor ve o adla anılıyor. Peki bu nasıl oluyor? Şu şekilde düşünebiliriz: Bunlar temel bir kaynaktan
yayılan kabiledir. Çünkü Abbasiler döneminde devletin çok üst kademelerinde görev yapan Türkler var. Bunlar
kurdukları devletin adını Et Devletü’t Türkiye koyuyorlar. Ayrıca bunlar kendilerinin Kıpçak Türkü olduğunu
söylüyorlar. Bunlardan başka Codex Cumanicus’un Türki tilde yazıldığını söylüyor. Bütün bunlardan şu sonucu
çıkarabiliyoruz: Bunlar temel bir kaynaktan yayılmış olan bir kabilenin insanları tarafından kaleme alınmış
eserlerdir.
Göktürkler dönemine baktığımız zaman onların siyasi tarihi çok eskiye gitmiyor. 200 yıl kadar bir siyasi
ömürleri vardır. Bu dönemde kurultay senede bir toplanıyor. Bu kurultayda birisi başkan seçiliyor. Diğerleri yıllık
vergilerini (kürk, tereyağı gibi) ödüyorlar. Başka bir şey tanımıyorlar. Onlar tanısalar bile halka bunu kabul
ettiremezler. Eğer yukarıdaki dört kabile Türk adı altında bir araya geliyorsa demek ki bir kökten geliyor olması
gerekir. Bunlar laka, puka, taka adlarını bırakarak Türk adını alıyrlar. Tekrar başa dönecek olursak görüldüğü gibi
herbirisi kendisine ‘insan’ anlamına gelen bir ad veriyor. Birileri diğerlerinden farklılığını göstermek için
kendilerine bu adları veriyor. Göktürkler kendi dönemlerinde Oğuzlar’a karşı savaşmışlar. Türk adının
Göktürklerden geldiği fikri de bu şekilde çürümüş oluyor. Demek ki Türk (insan anlamına gelir) kelimesini aynı
soydan gelen kabileler kullanmıştır. Müşterek noktalarını gördükleri zaman birleşmişler.
Türklerin anavatanı hakkında şunları söyleyebiliriz: İslam Ansiklopedisinde Türklerin anayurdu ile ilgili
olarak değişik yazarların görüşleri vardır. Çin kaynaklarında ise, Türklerin anayurdu olarak Altay dağları
düşünülüyor. Bazıları Yenisey Nehri’nin başlangıç yerleri, Altay dağlarının yakınarı olarak düşünüyorlar. Bir
kısım insanlar, Altay dağları ile bugünkü Tanrı dağlarının arasındaki bölge (Tiyan Şan bölgesi) Baykal gölünün
güneyi olarak düşünmüş. Bazıları ise Altay’ların doğusu olarak düşünmüşler.
Bize göre Türklerin anayurdu muhtemelen Altay dağlarının merkezinde ya da yakınlarında bir yerdedir. Türk
denilen insan topluluğunun yaşayış olarak da diğer kavimlerden ayrıldığını görüyoruz. Türklerin hoşlandığı belli
bir bölge, coğrafya vardır. İnsanlar yaşayış şartlarını kolay kolay değiştiremiyorlar. Örnek olarak: Türkler sulak ve
batak olan yerlerde, yüksek olan dağlarda yaşamayı sevmemişler ve denize varamamışlardır. Tropikal olan
Вестник КазНПУ им. Абая, серия «Филология», №1(47), 2014 г.
10
bölgeyi istememişlerdir. Orman ürünleri ve balıkçılıkla geçinememişler. Toplayıcılıkla yaşayan kavimlerden çok
farklıdırlar. O dönemde Ortadoğu’da Çin’in denize bakan sınırında da tarım yapılıyordu. Samoyed kavimi
Tunguzlar kuzeyde balıkçılık yapıyordu. Türkler daha çok bozkırları severler. Bozkırlarda hafif ağaçlık ve otlaklar
vardır. Otların boyu yağışa bağlı olarak ya küçük ya da koyunun boyunda olur. Baykal gölü civarında kayın ağacı,
kavaklar ve söğüt ağaçları vardır.
Türkler giyim olarak da pantolon ve şalvar giyiyorlar. Bunlar kendileri yapıyorlardı. Türkler daha çok koyun
ve sürüler halinde at besliyorlar. Atları hem biniyorlar hem de onları yiyiyorlar. Türkler hayvanları çok iyi
tanıyorlar.
Türkler Karpat’lara kadar gidiyorlar. Buralarda Türklerin yaşayışlarına uygun olan iklim şartları vardır.
Türkler 10. yüzyıla kadar İran’a gelmemişlerdir. Çünkü o dönemde İran güçlü bir devlettir. Samani’lerin gücünü
kaybetmesinden sonra Türkler İran üzerine gitmişlerdir.
Altay civarında yaşayan Türkler ve diğer insan grupları en güzel otlakları ele geçirmek için kendi içlerinde
devamlı hareket halindedir. Divan-ı Lügati’t Türk’te devamlı mevsim karşılaştırmaları olur. Çünkü Türkler
mevsime göre yaşamışlar. Kışın “Kışlag” dediği yerde yaşamış. Belli bir boy veya aile belli bir yerde kışlıyor.
Kışlaglarda agıl denilen yerler yapılıyor. Kışlag olarak ılıman ve otlakı olan yerler seçiliyor.
Yazın ise Türkler tabiyatı güzel, sulı yerlerde yaşar. Bu yerlere “yaylag” adını verir. Türkler dağın yamaçlarını
kendi aralarında paylaşarak bölüyorlar. Kışa kadar hayatlarını burada geçiriyorlar.
Biz bu makalemizde “Türk” kelimesinin etimolojisini araştırmaya çalıştık. “Türk” kelimesinin anlamını ele
aldık. Türklerin anavatanı olan coğrafilere bir göz attık. Bu milletin yaşayış tarzı ve diğer özelliklerini vermeye
çalıştık.
1 Hüseyin Namık ORKUN, “Eski Türk Yazıtları”, Ankara 1994. s.365
2 L.LIGETI “Bilinmeyen İç Asya”, çev. S. KARATAY, Ankara 1986. s.243
3 A. Von GABAİN, “Eski Türkçenin Graeri”, çev. M. Akalın, Ankara 1995. s.298
4 Ahmet Bican ERCİLASÜN, “Türk Dünyası Üzerine İncelemeler”, Ankara 1993.s. 161.
5 W. RADLOFF, “Sibirya’dan”, İstanbul 1994.s.205.
6 M. UĞURLU. “Türkçe Ders Notları” Kırıkkale 1997.s.20.
УДК 711.161.1’1
ОСНОВНЫЕ НАПРАВЛЕНИЯ И ПРИНЦИПЫ СОВРЕМЕННОЙ АНТРОПОЦЕНТРИЧЕСКОЙ
ПАРАДИГМЫ
Л.В. Фот -
докторант КазНПУ им. Абая
Аннотация: В настоящей статье осуществляется попытка обзора и систематизации отечественных и зарубежных
стратегических научных направлений, характерных для современной научной парадигмы. Представленные в статье
научные направления соответствуют концепции антропоцентризма, согласно которой «центром мироздания»
является человек. В рамках выделенных направлений описываются такие междисциплинарные науки, как
лингвокультурология, когнитивная лингвистика, коммуникативная лингвистика и др. Указанные дисциплины,
появившись в прошлом веке, активно развиваются в настоящее время, что обусловлено стремлением современной
науки к интеграции достижений различных областей научного знания. Также статья содержит описание основных
научных принципов (экспансионизма, антропоцентризма, экспланаторности, функционализма, когнитивнизма,
семантикоцентризма и текстоцентризма), определяющих облик науки XXI века.
Ключевые слова: антропоцентрическая парадигма, научные направления, научные принципы
Аңдатпа:Бұл мақалада заманауи ғылыми парадигмаға тән отандық және шетелдік стратегиялық ғылыми
бағыттарды жүйелеу және оларға шолу жасау әрекеті орын алады. Мақалада берілген ғылыми бағыттар
антропоцентризм концепциясына сәйкес келеді, соған орай адам «әлем орталығы» болып табылады. Белгіленген
бағыт көлемінде лингвокультурология, когнитивтік лингвистика, коммуникативтік лингвистика, т.б. пәнаралық
ғылымдар суреттелген. Белгіленген пәндер өткен ғасырда пайда болып, бүгінгі күнде де белсенді дамып жатыр, бұл
заманауи ғылымның ғылыми біліктіліктің әр түрлі саласындағы жетістіктер интеграциясына талпынуымен
байланысты.
Сондай – ақ мақалада XXI ғасыр ғылымының көрінісін анықтайтын негізгі ғылыми ұстанымдардың
(экспансионизм, антропоцентризм, экспланаторность, функционализм, когнитивнизм, семантикоцентризм және
текстоцентризм) сипаттамасы қамтылған.
Тірек сөздер: антропоцентрикалық парадигма, ғылыми бағыттар, ғылыми ұстанымдар
Abstract: This article is an attempt to review and systematize local and foreign scientific schools and directions, which
are typical to the modern anthropocentric scientific paradigm. Research areas that are presented in the article reflect the
concept of anthropocentrism, according to which "the center of the universe" is a man. These include such interdisciplinary
Абай атындағы ҚазҰПУ-нің Хабаршысы, «Филология» сериясы, №1(47), 2014 ж.
11
subjects as cultural linguistics, cognitive linguistics, communicative linguistics etc., which, appearing in the last century, are
actively developing at the moment. Its rapid development owes the fact that the modern science tends to integrate the
achievements of various areas of scientific knowledge. This article also provides a description of the basic scientific principles
(expansionism, anthropocentrism, explanatory, functionalism, cognitivism, semantiko-centrism and, textocentrism), which
form the shape of Science in XXI century.
Key words: anthropocentric paradigm, research areas, scientific principles.
Язык всегда имел статус важнейшей характеристики этноса, а проблемы соотношения языка и
культуры, языка и человека всегда оставались актуальными, в том числе в трудах В. фон Гумбольдта,
А.А.Потебни, Э.Бенвениста, Г.Штейнталя и других ученых. Но, несмотря на давнюю историю развития
научных исследований, имеющих антропоцентрическую составляющую, лишь во второй половине XX
века наука осознала необходимость комплексного изучения языка и человека. О тенденции изучения
языка «в себе и для себя», характерной для науки вплоть до конца первой половины XX века,
Ю.К.Волошин пишет: «многие десятилетия лингвисты изучали «человека молчавшего» (язык был как бы
сам по себе, а человек – сам по себе). Осознание необходимости изучать язык и человека комплексно, т.е.
«говорящего человека», побудило исследователей уделить серьёзное внимание всем аспектам этой
сложной проблемы» [1, 20].
Антропоцентрическая парадигма возвратила человеку статус «меры всех вещей» и вернула его в
«центр мироздания». Антропоцентрический подход способствовал переключению интересов
исследователей с объекта познания на субъект, т.е. в рамках данной научной парадигмы анализируется
человек в языке и язык в человеке. Человек – точка отсчета в анализе тех ли иных явлений и процессов,
он вовлечен в этот анализ и определяет его перспективы и результаты.
В рамках антропоцентрической парадигмы выделяют следующие направления: психолингвисти-
ческое, прагматическое, деривационное, коммуникативное, речеведческое.
Но, находим и другие классификации. Например, С.Г.Васильева выделяет 4 направления в
антропоцентрической парадигме лингвистики ХХ в.:
Первое направление «исследует язык как «зеркало» человека, базовым для него является понятие
языковой картины мира, а основной задачей – изучение того, как человек отражает себя в языке» [2]. В
последние десятилетия развития науки не вызывает дискуссий то факт, что языкознание «пронизано
культурно-историческим содержанием, ибо своим предметом имеет язык, который является условием,
основой и продуктом культуры» [3, 8], язык не просто тесно связан с культурой, он «прорастает в нее,
развивается в ней и выражает ее» [3, 9]. В.К.Волошин отмечает, что «культура зачастую сама по себе
нема, и в этих случаях ей без языка не обойтись» [1, 5], в свою очередь, В.А.Маслова пишет: «все
тонкости культуры народа отражаются в его языке, который специфичен и уникален, т.к. по-разному
фиксирует в себе мир и человека в нем» [3, 3]. Подобный подход к языку в современной лингвистике
реализуется в рамках молодой науки – лингвокультурологии. Эта наука возникла на стыке лингвистики и
культурологи, в результате взгляда языкознания конца XX века на язык как «продукт культуры, как ее
важная составная часть и условие существования, как фактор формирования культурных кодов» [3, 6]. В
результате становления лингвокультурологии как самостоятельной науки, был осуществлен разворот
«лингвистической проблематики в сторону человека и его места в культуре, ибо в центре внимания
культуры и культурной традиции стоит языковая личность во всем ее многообразии: Я-физическое, Я-
социальное, Я-интеллектуальное, Я-эмоциональное, Я-речемыслительное» [3, 7]. Основными
понятийными категориями лингвокультурологии являются «языковая личность» и «концепт», данные
понятия создают ментальный прототипический образ «обобщенного носителя языка».
Второе направление – коммуникативная лингвистика, характерной особенностью которой является
«интерес к человеку в первую очередь в его отнесенности к процессу коммуникации» [2].
Как отмечалось ранее, на любом этапе развития языкознания текст являлся одним из основных
объектов исследования, в том числе и в рамках коммуникативного направления. Вплоть до XX века акт
коммуникации в основном исследовался в рамках логического подхода, в основе которого лежало
предположение о едином для всех образе логического мышления, а на первый план выдвигалось
описание общих закономерностей развития языка. Кроме логического подхода в указанный период
сформировался и психологический подход к речевому общению (но с менее древней историей). Основой
этому подходу послужили идеи В. фон Гумбольдта, в результате чего язык стал изучаться с учетом
участников коммуникации – говорящего и слушающего, с учетом психической деятельности носителя
языка. В рамках психологического подхода к процессу коммуникации такие ученые как А.А.Потебня,
Х.Штейнталь, И.А.Бодуэн де Куртенэ и другие неоднократно высказывали в своих трудах идеи о
Вестник КазНПУ им. Абая, серия «Филология», №1(47), 2014 г.
12
необходимости изучения языка в процессе речевой деятельности, с учетом ролей слушающего и
говорящего, а также процессов, происходящих в коммуникативном акте и т.д. Основным недостатком
данного подхода был атомистический его характер, в результате чего, был создан настолько сложный
объект исследования, который не мог быть адекватно описан имеющимися на данном этапе развития
лингвистики средствами. С целью решения сложившихся научных проблем была осуществлена попытка
вывода науки за рамки атомистического подхода и приведение ее к системному анализу. В результате
системного анализа языка в языкознании начала XX века сформировалась новая научная парадигма –
системно-структурная, в рамках которой были выявлены новые свойства и аспекты изучения
коммуникативного акта в частности, а также новые закономерности развития языка в целом. Но
стремление к системному описанию привело к тому, что наука вновь отвернулась от человека. Язык
исследовался путем теоретического описания составляющих его элементов, без учета человеческого
фактора. Решающую точку в вопросе неполноценности системно-структурного подхода поставил
«информационный взрыв», который явился результатом научно-технической революции второй
половины прошлого века. В результате развития средств массовой информации возникает ряд вопросов о
функционировании языка в процессе коммуникации, а также способах хранения, обработки и передачи
информации, которые была не в состоянии решить наука исключительно в рамках существующего
подхода к языку. Так, в дополнение к «общенаучному принципу системности» в анализе текста
добавляется «специальнонаучный принцип коммуникативности», который опирается на признание
коммуникативной природы текста. Таким образом, главенствующая роль при анализе процесса
коммуникации справедливо возвращается человеку, человек получает статус «активного субъекта
познания (по Д.П.Горскому). Новый взгляд на процесс коммуникации способствует тому, что во второй
половине XX века в рамках коммуникативного направления формируется новый подход, новый взгляд с
учетом «говорящей личности», а основным инструментом познания этой личности провозглашается
текст. Главной задачей новой парадигмы становится изучение взаимодействия текста с личностью
коммуниканта в конкретной ситуации общения. В работе указанного периода Е.В.Колшанский
подчеркивал, что «текст теснейшим образом связан с речемыслительной деятельностью человека и
поэтому его структура отражает логические взаимосвязи между соответствующими коммуникативными
действиями» [4, 124].
В науке последних десятилетий коммуникативная лингвистика обрела собственный специфический
облик; в настоящее время коммуникативная лингвистика не только анализирует языковые единицы в
условиях конкретного коммуникативного акта, но и признает высказывание (текст) основным объектом
лингвистической науки в целом. Современным языкознанием текст признается «высшей реалией языка»,
а наука о тексте превращается «в одно из магистральных направлений мировой науки о языке ХХI в.». В
результате обращения филологических наук (как языкознания, так и литературоведения) к человеку
«говорящему» появляется категория HomoLoquens, которая объединяет в себе и HomoSapiens (человек
разумный), и HomoLitteratus (человек культурный/национальный), и HomoCivis (человек гражданский/
социальный). HomoLoquens в рамках коммуникативного акта выполняет как функцию говорящего, так и
функцию слушающего, но, как отмечает Л.А.Новиков, разница заключается в том, что «в реальном
процессе общения автор и адресат решают разнонаправленные задачи: если автор решает
преимущественно коммуникативную задачу, связанную с отбором и распределением языковых средств в
тексте, то адресат решает преимущественно когнитивную задачу» [5]. На основе коммуникативного
подхода формируется, так называемый, функционально-коммуникативный подход, который
способствует изучению текста с учетом его творца (автора) и адресной направленности произведения.
Подобный подход к анализу текста учитывать не только лингвистические, но и экстралингвистические
особенности.
В ходе развития коммуникативного и функционально-коммуникативного подходов формируется
суждение о том, что «человек говорящий» обладает собственной системой знаний и представлений о
мире, которая формирует когнитивную базу – языковую картину мира. Так, на передовые позиции
антропоцентрической парадигмы современной лингвистической науки выходит когнитивное
Достарыңызбен бөлісу: |