BÜTÜN TÜRKLÜK İÇİN MİLLÎ EDEBİYAT
Ömer Seyfettin’e göre büyük Türklüğü parçalayan iki kuvvet vardı. Biri “Rus pençesi”, diğeri
“millî gaflet”. Çarlığın yıkılması Rus pençesinin o gün için kırılmasıdır. Fakat asıl tehlike, Türk
aydınlarındaki milli gaflettir. Çünkü kendini aydın sananlar “Millet” kavramının ne olduğunu bilmediği
için Türklüğü Türk, Tatar, Mişer, Tiyeter, Başkırt, Kazak gibi parçalara ayırırlar.
“Türklere lehçe faklarını lisan farkı zannettiren, Rus siyasetidir. Ruslar büyük bir milletin harsça
[kültürce] birleşmesini istemiyorlardı.” [Oysa] “İstanbullular, Anadolulular ne kadar Türk’se
Buharalılar, Kafkasyalılar ne kadar Türk’se şimal Türkleri de o kadar Türk’tür!” (….) Türklerin
muhtelif ülkeleri, muhtelif devletleri olabilir. Fakat lisanları, dilleri ve milliyetleri birdir.
‘Turan’ bir devlet değil harsî, millî bir vatandır. Türklerin oturduğu, ekseriyet teşkil ettiği yerler
hep Turan’dır. Siyasî hudutlar büyük Turan’ı parçalayamaz. (...)
Şimdi bütün Türkler bunu bilmelidir:
1. Dünyada “dini, dili bir” büyük bir Türk milleti vardır.
2. Ayrı ayrı “Türk devletleri” olabilir. Kırım, Kafkasya, Buhara, Türkistan ve ilh.. Fakat ayrı ayrı
Türk milletleri olamaz!
3. Ayrı ayrı “Türk lehçeleri” olabilir. (...) Fakat ayrı ayrı Türkçe olmaz. Umumî Türkçe birdir. O
da en büyük Türklük merkezinin, hakanının, halifenin oturduğu, Türk darülfünununun bulunduğu
yerin lisanıdır! Yani İstanbul Türkçesidir!
Büyük İsmail Bey Tercüman’ını bu umumî lisanla yazıyordu.” (Ömer Seyfettin (1918: 3-5).
487
Prof. Dr. Nazım Hikmet POLAT/Ömer Seyfettin ve Türk Dünyası
Yazarın Türkiye Türklüğüne örnek gösterdiği bir başka kalem sahibi ise Kazan Türklerinden
Abdullah Tukayef’tir. Ortak dil, yazı dilinin konuşma diline dayanması ve diğer kültürel
hususlardaki kanaatlerini tekrarlaması için Tukayef çok yerinde bir örnektir:
“Şimal Türklerinden halka yabancı kalmayan şair Abdullah Tukayef... Gençken, büyük ve
mükemmel bir eser vücuda getirmeden geçen sene öldü. Lâkin şimal kardeşlerimiz onu unutmadı.
Bu sene de öldüğü gün millî bir bayram gibi ayinler yaptılar.
Bu genç ve talihsiz şairin ismi en silinmez bir tarih olan milletinin kalbine yazılmıştı. Onun şiirleri
mekteplerde gençlerin elinde, ailelerde taze kızların narin dizlerinde hâlâ okunuyor, diri duruyor..”
(Ömer Seyfettin 1914b:11).
“Umumî ve Hususî Türkçe -1 Abdullah Tukayef ve Lisanı” başlıklı yazısında da ortak yazı dili için
mahallî lehçe ve İstanbul Türkçesi ile yazmak arasındaki farkı vurgulamaktadır:
“Rusya'daki Türk kardeşlerimiz bizim gibi hâkim yani mes'ut olmadıklarından, aralarında çok şair
yetişmemiştir. (...) Abdullah Tukayef onların hemen biricik millî şairleridir. Bu şair Ahmediye,
Muhammediye, Envârü'l-Âşıkîn gibi eski eserleri çok okuduğundan hep o bozuk ve fakat sade olan
lisanı kullanmıştır. Eğer İstanbul Türkçesiyle şiirler, romanlar, destanlar yazsaydı şüphesiz o da o
kadar sevdiği milletinin edebî lisanıyla terennüm edecekti. Bizim ediplerimiz, şairlerimiz
konuştuğumuz güzel İstanbul Türkçesini ihmal ederek Arapça, Acemce terkipler yapmayı bir
marifet zannettiklerinden nasıl Türkiye'deki Türkler eserlerini okumamışlarsa bütün Turan halkı da
okumamıştır.
Abdullah Tukayef de onların lisanını beğenmemiş ve yazık ki İstanbullu olmadığından güzel Türkçe
ile de şiirlerini yazamamıştır. Bununla beraber hemen hiç terkip kullanmamış ve konuşulan şimal
Türkçesiyle yazmıştır. Hâlbuki şimal Türkçesi Türklerin edebî lisanı da değildir. Ancak Türkçenin
mahallî bir şivesidir. Şimal halkı eserlerini seve seve okur. Fakat bütün Türkler okuyamaz. Bütün
Türklerin seve seve okuyacağı, edebî lisan olan İstanbul Türkçesidir. Terkipsiz ve tabiî İstanbul
Türkçesini yazmak yalnız Türkiye'deki Türk şairlerin vazifesi değildir. Millî vatanın yani bütün
Turan’ın şairleri İstanbul Türkçesini öğrenmeğe gayret etmeli[dir]. (...)
Milliyet demek lisan ve millî maarif demektir. Müşterek edebî bir lisanı olmayan bir millet
rabıtasız sürüler sayılır. (...) Bu bağı örmek bütün Turan edebiyatlarının en mukaddes bir
vazifesidir. Abdullah Tukayef ihtimal bu hakikati anladığı için İstanbul Türkçesine mümkün olduğu
kadar yaklaşıyordu.” (Ömer Seyfettin 1914d: 19).
TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
Dünya Türklüğünü bir bütün olarak gören Ömer Seyfettin, münasebet düştükçe bu fikrini tekrar
tekrar dile getirir. “Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı” başlıklı yazısında da aynı vurgu vardır:
“Erivanlı Ermeni İstanbullu Ermeni’yi, Atinalı Rum Trabzonlu Rum’u nasıl kardeş tanıyorsa biz de
Anadoluluyu, Azerbaycanlıyı, Kâşgarlı, Buharalı, Semerkantlı, Kırımlı Türk’ü kardeş tanıyacağız.
Edebiyatlarını, şiirlerini, şairlerini öğreneceğiz. Sanatların, zevklerini bileceğiz. Onları kendimiz
gibi seveceğiz.” (Ömer Seyfettin 1919: 2).
Türkiye’nin haricindeki Türk şiirinde de hece vezni yanında “Acem aruzu”nun yaşadığını,
Fuzûlî’nin güçlü tesirinden dolayı yeni, asrî türlerin Türkiye dışındaki Türk memleketlerine hakkıyla
giremediğini belirten yazarın gönlünde, İsmail Gaspıralı’nın apayrı bir yeri vardır. Ona göre Türk
milletinin varlığını duyması onun ülküsüydü. Fakat “dilde, fikirde, işte birlik” şiarını ortaya koyan bu
büyük milliyetçiyi Türkiye’deki aydınlar da Türkiye’nin haricinde kalan kardeşlerimiz de
anlayamamışlardı.” (Ömer Seyfettin 1919: 2). Ömer Seyfettin nazarında, Azerbaycan’ın durumu, diğer
memleketlerden epeyce farklıdır. Bu fikrini, üç edibin ismiyle örneklendirir:
“Kafkasya’nın Azerbaycan’ın şairleri son günlerde bizim gibi milli vezinlere döndüler. “A[hmet]
Cevat” bugün oraların ‘Yusuf Ziya’sıdır. (...) Azerî kardeşlerimiz kırk elli sene evvel gayet geniş
bir sahne edebiyatı vücuda getirmişlerdir ve içlerinde Mirza Ahundof gibi Garp telâkkisini
tamamıyla kavramış münevverler yetişti. Meselâ, işte bu zatın piyesleri birçok Avrupa lisanlarına
tercüme olunduğu gibi ‘edebiyat mükâfatı’ da kazanmıştır. (...) Azerbaycan’ın mizahî şairi olan bu
Sâbir bile her an milliyetle meşguldür. Milletinin ayıplarını yüzüne vurur. Hiçbir şeyden, hiçbir
kuvvetten çekinmez. Methiye filan ne olduğunu bilmez. Ekmeğinden olur, aç kalır; cahillerin,
mutaassıpların hücumuna uğrar. Fakat mesleğini değiştirmez.” (Ömer Seyfettin 1919: 2).
Ömer Seyfettin’in ölümünden bir ay kadar yayımlanan yazılarından birinin başlığı, “Azerbaycan'ın
İstiklali Münasebetiyle”dir. Makalesine “Azerbaycan'daki kardeşlerimizin istiklâli Avrupa'da tasdik
edildi. Bu, bizim için çok büyük bir saadettir.” diye duygusal cümlelerle başlayan yazar, daha sonra
488
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
Azerbaycan’daki edebiyatın iyi bir yola girdiğini söyleyerek yukarıdaki iki ismi (Ahundov, A. Cevat)
tekrarlar:
“Azerî kardeşlerimiz kırk elli sene evvel gayet geniş bir sahne edebiyatı vücuda getirmişlerdir ve
içlerinde Mirza Ahundof gibi Garp telâkkisini tamamıyla kavramış münevverler yetişti. Meselâ, işte bu
zatın piyesleri birçok Avrupa lisanlarına tercüme olunduğu gibi “edebiyat mükâfatı” da kazanmıştır. (...)
Azerbaycan milliyetperverleri “millet”in manasını da tam Avrupalılar gibi anlamışlardır. Yani “dili
bir, dini bir” olan heyete millet derler. İçlerinde İstanbul'un eski Divan lisanını taklit edenler de vardır.
Fakat gençler konuşulan lisanı kendilerine numune ittihaz etmişlerdir. “A[hmet] Cevat” ismindeki şairin
Koşmalar unvanlı şiir kitabı sanki İstanbul'da yazılmış zannolunur. Vezinleri millîdir.” (Ömer Seyfettin
1920:3)
Ömer Seyfettin, yazısının sonlarında, istiklaline kavuşan Azerbaycan’da bir yıl içinde başarılan
önemli kültür işlerinden bahseder:
“Azerbaycanlılar küçük bir istiklâl senesi içinde bizim asırlardan beri yapamadığımız şeyleri
yapmışlardır. Memleketin her tarafını mekteple doldurdular. Türkçe lisanını resmî lisan ittihaz ettiler.
Tiyatro mektebi açtılar. Sonra... ilk Azerbaycan tarihini yazacak muharrire de büyük bir mükâfat tahsis
ettiler.” (Ömer Seyfettin 1920: 3-4)
Son satırlarında, millî edebiyatı diğer Türk bölgelerine, Azerbaycan’ın yayacağı vurgulanan bu
yazı, yine duygusal bir cümle ile biter: “... Azerbaycan’ın istiklâli, hemen bütün Turan’ın istiklâli
demektir.” (Ömer Seyfettin 1920: 4)
TÜRKLÜK VE TİCARET HAYATI
Ömer Seyfettin’in Türk birliği konusundaki dikkat noktalarından biri de ticaret hayatıdır. Yazar,
Herkes İçin İçtimaiyat-Ticaret Nasip (1914) adlı kitapçığında, I. Dünya Savaşı’na girmiş Türkiye’nin
iktisadî durumuyla ilgili iç karartıcı bir tablo çizer. II. Meşrutiyet’le beraber pek çok kimsenin dikkat
çektiği bu durum gösterilen sebepleri de şöyle sıralar:
“1. Türklerin iktisat ve hesap işlerinden anlamamaları.
2. Arz ettikleri mala talep vaki olmadığı.
3. Şirket teşkil edememeleri.
4. Teşebbüsçülerden çoğunun iflâsı.” (Ömer Seyfettin 1914c: 5)
Yazara göre bu sebeplerin hepsi, hâkimiyetten dolayı Türkiye Türklerinin askerlik ve memuriyetle
maaşçı yani devlet hazinesinden geçinmeye alışmış olmasındandır. Hâlbuki “Rusya’daki kan
kardeşlerimiz siyasî hâkimiyetten mahrum olduklarından hesapçı ve tüccardırlar. Hatta Ruslara bile
tefevvuk ederler [üstünlük sağlarlar].” (Ömer Seyfettin 1914c: 6).
Ömer Seyfettin, Türkiye Türklerinin reklama önem vermelerini, şirketleşerek tek başlarına
yapamayacakları şeyleri başarabileceklerini, bu işlerde daha tecrübeli olan Kırım, Kazan Türklerinden
eleman getirtmelerini tavsiye eder.
Türk teşebbüsçülerinin çoğunun iflas ettiğine dair şayialarında Rumlar tarafından uydurulmuş
yalanlarla haksız rekabet olduğunu söyler.
EDEBİYAT VE TİCARET HAYATI
Yazarın bu arada yaptığı ilginç bir tespitten söz etmek gerekir. Ona göre roman hayattır; hayatı
gösterir ama aynı zamanda roman hayatı yapar teşvik eder. Bizim romancılarımızın ticareti özendirici bir
tavrı yoktur. Onların ticaret hayatını sevdirici tezlerle roman yazmalı, başarılı ve mutlu şahısları
tüccarlardan seçmelidir.
“Türk gençliğinin bu meylini değiştirmek için yavaş yavaş, üşenmeden çalışmak lâzımdır; telkin ve
tekrar ile... (...) memurluğun esirlik, fakirlik, gayesizlik olduğuna itikat ettirmek icap eder. Şimdiye
kadar yazılan romanlarımızda (Halit Ziya'nın İzmir muhiti ve ailesinin tesiriyle yazdığı Ferdi ve
Şürekâsı unvanlı eseri müstesna) asla bir tüccar enmuzeci [tipleri] tasvir edilmemiş ve karilere
sevdirilmemiştir. “Roman, hayattır!” kararı doğru ise muktedir romancımız Mehmet Rauf hiçbir
şey yapmamış demek! O kadar özenerek tasvir ettiği kahramanlarının iktisadî ve malî mevkilerini
öyle bir atlayış ile atlar ki kendinizi sikke mevcut olmayan bir memlekette sanırsınız. Hakiki hayata,
İstanbul'daki Türk muhitine dair hakikaten güzel, ciddi ve kıymetli romanlar yazan Hüseyin Rahmi
Bey bile kahramanlarının malî ve iktisadî hüviyetlerini pek müphem ve nakıs geçivermiştir.
Biz, ihtiyacımız olduğu için parayı severiz. Lâkin paradan bahsetmekten de ihtiraz ederiz. Bu hâl
romancıların kalemine de tesir etmiş.
489
Prof. Dr. Nazım Hikmet POLAT/Ömer Seyfettin ve Türk Dünyası
Romanlarımızda mesut ve bahtiyar enmuzeçler hep büyük memurlar, paşalar, irat sahipleri ve
mirasyedilerdir. Hiçbir tüccar yoktur...
Sonra gene derler ki: “Hayat romanı değil, roman hayatı yapar.” Ve bu pek doğrudur. Epeyce şık
romanlar neşreden “Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesi” senelerce Türk gençliğinin hayaline hâkim
oldu. Hatta hâlâ hâkimdir. Bu hâkimiyet o kadar bariz ve bedihîdir ki yeni yetişen şairler o
romanlardaki kahraman isimlerini takındılar. Asıl isimlerini saklayarak muaşaka yapan gençler
mektuplarına da bu kahramanların imzalarını attılar.
Demek üslûp sahibi edipler gençliğin zihniyetine hükmedebiliyorlar. Şimdi onlar “Sanat sanat
içindir!” taassubunu bıraksalar da “tez”lerini çaktırmadan memuriyet hayatının azaplarından,
değişiksizliklerinden, mahdutluğundan bahsetseler, meselâ bakkallığa kıymet verseler... yirmi beş
otuz sene zarfında ihtimal mesut bir tahavvül başlar.
Muharrirlerin mensup oldukları millete karşı büyük vazifeleri vardır. Milliyetperver bir Türk
edibinin en büyük vazifelerinden biri de Türklere, hususiyle İstanbullulara bakkallığı sevdirmek,
bakkallığa bir kıymet vermektir.” (Ömer Seyfettin 1914c: 8-9).
Ömer Seyfettin’in Türk dünyasının geleceğine dair tasavvurlarının büyük bir kısmı, Yarınki Turan
Devleti (1914) adlı kitapçığındadır. Bu eser I. Dünya Savaşı’na giren Türkiye şartlarında yazılmıştır.
Yazarın iddiası, savaş sonrasında Rusya’nın dağılacağı yönündedir. Aslında Çarlık Rusya’sının
yıkılmasıyla bu öngörü doğrulanmış ve Rus hâkimiyetindeki Türk Memleketleri geçici olarak bir
rahatlama yaşamışlardır. Fakat Osmanlı Devletinin de çökmesi, yine Rus hâkimiyetindeki Türkleri
desteksiz bırakmıştır.
Kafkaslardan Çin içlerine kadar bütün dünya Türklerinin yapması gereken şey, Gaspıralı’nın
arzuladığı gibi dilde, işte, fikirde birlik sağlamaktır.
Türkistan’ın Buhara, Semerkant, Taşkent Kâşgari, Yarkent, Hotan, Aksu, Turfan gibi
merkezlerinde konuşulan dil, İstanbul’da konuşulandan büyük bir farklılık göstermez. “Taşkent’te çıkan
Sadâ-yı Türkistan ve Sadâ-yı Fergana gazetelerini İstanbul’da okuyup da anlamayan var mıdır?” (Ömer
Seyfettin 1914ç: 14). Kazan ve Ufa’ya kadar Volga boyunca yayılmış kuzey Türklerinin dili İstanbul
Türkçesinden biraz ayrıdır. Fakat Musabigiyev gibi “Millet ruhunu idrak etmiş âlimler” eserlerini İstanbul
Türkçesiyle yazmaktadırlar.
Ömer Seyfettin, bütün Türk dünyasında sanatçıların halk ruhuna ve konuşma diline önem verdiği
ölçüde yaşayabileceği bütün, Türkler tarafından okunup sevileceği kanaatindedir. Bu hususta sık sık
örnek gösterdiği aydın, Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail Bey’dir. Ne var ki “Dilde, işte, fikirde birlik”
ilkesiyle bütün Türk milletini birleştirmek isteyen Gaspıralı da anlaşılamamıştı. Bundan dolayı İsmail
Gaspıralı’nın yolundan gidilerek yapılması gerekenleri şöyle sıralar:
“1. Gazeteleri, kitapları İstanbul Türkçesiyle çıkarmak. Kırım Tercüman gazetesinin lisanını her
tarafa neşretmek!
(...)
3. Turan'ın her tarafından, her vasıta ile İstanbul'a gelmek. İstanbul milliyetperverleriyle temasta
bulunmak.
4. Zenginler çocuklarını tahsil için İstanbul'a göndermeli.
5. İstanbul'un millî gazeteleriyle, millî neşriyatıyla gayr-ı millî ve muzır gazetelerini, milliyete
muzır kitaplarını ayırt etmek.” (Ömer Seyfettin 1918: 4)
SONUÇ YERİNE: FİKİR VE DUYGU BİRLİĞİ:
Ömer Seyfettin, Türk birliği hakkındaki fikirlerini (yukarıda anlatıldığı üzere) yazılarında,
duygularını ise şiirlerinde dile getirmiştir. Kimi şiirlerinde (Yüksek Aydınlıklar, Koşma -7, Nişanlı,
Beyaz Ayı, gibi) üstü kapalı, kimi şiirlerinde (Yeni Gün, Niyazi’ye, Güneş, Koşma -1, Koşma -2, Koşma
-5, Koşma -6, Mehmet Emin, Fecir, Altın Destan, Nereye?, Türk Dünyası, Kırk Kız, Köroğlu Kimdi?) ise
açık olarak “Turan”, “Türklük” veya “Türk birliği” ülküsünü mısralara döker. Bunların hepsinde mazinin
ihtişamı, hâlin kahrediciliği vardır. Ama hepsi ümitle donanmıştır. Güneş’ten bazı mısraları okuyalım:
Eski hanlar, hakanlıklar batarak,
Bozkurt esir düşmüş Beyaz Ayı’ya,
Tanışmıyor Uygur, Tatar, Sart, Kazak.
….
Bu karanlık böyle sürmez... Bir sabah
Güneş doğar, aydınlanır ortalık,
490
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
Uyanınca Turan çekmez artık ah... (Ömer Seyfettin (1914a):
Bütün bunların ötesinde, Ömer Seyfettin’in bir grup arkadaşıyla birlikte 1919’da Türk Dünyası
Gazetesi adlı bir süreli yayın çıkardığını da belirtmek gerekir
1
.
Ömer Seyfettin’in Türk dünyası hakkındaki görüş ve tekliflerinin büyük bir kısmı bugün de bütün
Türk aydınları için geçerlidir.
KAYNAKÇA
N[üzhet] S[abit] (1914): Türkler Avrupa’dan Sürüldü mü?, Takip ve Tenkit, S. 2, 2 Nisan 1914 s. 28-30.
Ömer Seyfettin (1911a): Bomba, Genç Kalemler, C. II, S. 9, 4 Eylül 1327 [17 Eylül 1911], s.147, 151, 154-159.
Ömer Seyfettin (1911b): Primo Türk Çocuğu, Genç Kalemler, C. III, S.13, 5 Kânun-ı evvel 1327 [18 Aralık 1911],
s. 3-11, 14-27.
Ömer Seyfettin (1911c): Yeni Lisan, Dicle, 4 Ağustos 1327 [17 Ağustos 1911], s. 1-3.
Ömer Seyfettin (1911ç): Vatan! Yalnız Vatan… [Genç Tahrir Heyeti adına Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile],
Yeni Hayat Kitapları: 2 –Rumeli Mat., Selanik, 1327/1911, 34 s.
Ömer Seyfettin (1914a): Güneş, Türk Sözü, S. 4, 1 Mayıs 1330 [14 Mayıs 1914], s. 29 (Tarhan müstearıyla).
Ömer Seyfettin (1914): Halk Nedir?, Türk Sözü, S. 2, 17 Nisan 1330 [30 Nisan 1914], s. 9-11.
Ömer Seyfettin (1914c): Herkes için İçtimaiyat Birinci Kitap: Ticaret Nasip Türk Yurdu Kitaphanesi Yay., Resimli
Kitap Mat., İstanbul, tarihsiz, 30 s.
Ömer Seyfettin (1914ç): Kasti Anlamazlıklar, Tanin, S. 1906, 1 Nisan 1330/14 Nisan 1914, s. 3
Ömer Seyfettin (1914d): Umumî ve Hususî Türkçe -1 Abdullah Tukayef ve Lisanı, Türk Sözü, S. 3, 24 Nisan 1330
[7 Mayıs 1914], s. 18-19.
Ömer Seyfettin (1914ç): Yarınki Turan Devleti, Türk Yurdu Kitaphanesi Yay., Kader Matbaası, İstanbul 1330 [1914),
20 s.
Ömer Seyfettin (1918): Büyük Türklüğü Parçalayanlar Kimlerdir?, Kırım Mecmuası , S. 1, 2 Mayıs 1334/2 Mayıs
1918, s. 3-5.
Ömer Seyfettin (1918): Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı, Zaman, sayı: 313, 17 Şubat 1335/1919, s. 2.
Ömer Seyfettin (1920): Haftalık Türk Dünyası, sayı: 1/94, 29 Kânûn-ı sâni [Ocak] 1336/1920, s. 3-4.
Yöntem, A. C. (1947): Ömer Seyfettin Hayatı ve Eserleri, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 167 s.
Ziya Gökalp (1911), Turan, Genç Kalemler, C.I, S. 6 (16), 7 Mart 1911, s. 167 (Tevfik Sedat imzasıyla).
1
Türk Dünyası, 21 Ağustos 1919-25 Şubat 1920 arasında 97 sayı çıkabilmiştir. Fakat yanlış numaralama (63. ve 90.
sayılar çift) dolayısıyla kataloglara 95 sayı olarak kaydedilmiştir. İlk 95 sayı günlük olarak çıkarılmak istenmiş fakat
sansür yüzünden bu süreye uyulamadığı zamanlar olmuştur. Son iki sayı (94. ve 95, gerçekte 96 ve 97. sayılar) ise
haftalık olarak düşünülmüş ve bu sebeple gazetenin adı da “Haftalık Türk Dünyası” yapılmıştır. Ayrıca gazetenin
bazı sayıları ile birlikte verilmiş toplam 7 adet edebî ilavesi vardır.
OĞUZNAME’YE GÖRE
AZERBAYCAN’IN OĞUZ KAĞAN TARAFINDAN FETHİ
Prof. Dr. Necati DEMİR
Özet: Oğuz-name, şimdiye kadar yeteri kadar incelenmemiş ve metni tam olarak ortaya konmamış bir
eserdir. Türk Dünyası açısından hiçbir eser ile karşılaştırılamayacak kadar önemlidir. Eser; Türk tarihi, Türk
kültürü, Türk dili, Türk dünyası açısından eşi benzeri yoktur. Hiçbir eser; Türk dünyasını bu kadar kapsamaz
ve kucaklamaz. Oğuz-name, rivayetlere dayalı olsa bile, Azerbaycan hakkında çok önemli bilgiler vermesi
bakımından son derece önemlidir. Oğuz-name’ye göre Oğuz Kağan; sağlığında uzak doğu, Türkistan’ın
tamamı, yakın doğu, Anadolu, İran, Irak, Arap Dünyası, Mısır ve Afrika’nın kuzeyi, Rum (muhtemelen
Anadolu ve İstanbul), Frenk (muhtemelen Avrupa) Roma tarafının tamamını Türk ülkesine il yapar. Onun
yurdu güneşin doğduğu yerden güneşin battığı yere kadardır. Onların tamamından vergi alır. Oğuz-name’de
Oğuz Kağan’ı fethettiği yerlerdeki milletlerden hemen hemen hiç söz edilmez. Örnek olarak Azerbaycan’ı ve
Anadolu’yu fetheden Oğuz Kağan’ın burada kime karşı savaştığından bahsedilmez.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Oğuz Kağan, Oğuz-name, Türk tarihi, Türk kültürü, Türk dili, Türk
dünyası.
Conquest of Azerbaijan by Oğuz Kağan According To Oguzname
Abstract: Oguz-name has not been sufficiently studied so far, and the text is a work which is not fully
revealed. The work is too important not to be compared with the terms of the Turkish world. Work is unique
in terms of Turkish history, Turkish culture, Turkish language, Turkish World. No work does not cover and
embrace Turkish world. Oguz-name, even if based on rumor, is extremely important on account of giving
important information about Azerbaijan. According to Oguz-name Oguz Kagan makes Far East, all of
Turkestan, the Near East, Anatolia, Iran, Iraq, the Arab world, Egypt and the North African, Greek (probably
Anatolia and Istanbul), Franks (perhaps Europe) of the Roman side as Turkish province of the country in his
health. His residence is the place where the sun sets from sunrises. He takes taxes from all of them. There is
no mention of the place where Oguz Kagan conquered the nations. For example, Oguz Kagan who conquered
Azerbaijan and Anatolia fought against to whom in there is not mentioned.
Достарыңызбен бөлісу: |