HALK NESRİ TÜRLERİNDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM:
MENKIBEDEN FIKRAYA KURBAN MESELESİ
Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI
Özet: Türk halk edebiyatı nesri türleri içerisinde başta masal olmak üzere, halk hikâyesi, destan (epope),
efsane, menkıbe (dini efsane) ve fıkra sayılabilir. Hepsinin ortak yönleri olduğu bir gerçektir. Ancak
birbirinden ayıran temel özellikleri bulunmaktadır. Zamanla bir destan masallaşmakta ya da bir masal, efsane
şeklinde anlatılabilmektedir. Fıkra türü halk edebiyatı nesir türlerinde içerisinde biraz daha farklıdır. Çünkü
onun özelliği diğer nesir türlerine şekil yönünden benzemiş olsa bile, konu yönünden farklılık görülmektedir.
Efsane türü içerisinde değerlendirilen ve dini efsane şeklinde de anlatılan menkıbelerde de bu türden ayrılan
temel özellikler bulunmaktadır.
Çalışmamızda ele alacağımız konu, 15. yüzyıl din âlimlerinden ve Horasan erenlerinden biri olan Hacı
Bayram-ı Velî’nin bir menkıbesinin günümüzde yani 21. yüzyılda fıkra olarak anlatılmasıdır. Her iki metin,
bildirimizde tür, biçim, içerik ve konu yönünden karşılaştırılacak, benzerlikleri ve farklılıkları
değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Efsane, menkıbe, fıkra, değişim, dönüşüm.
Change And Transformation At Folk Prose: Sacrifice Point From Tale To Joke
Abstract: Turkish Folk Literature Prose Types are primarily fairy tale, folk tale, epic (epope), legend, saga
(religious myth) and joke. It is a reality that all of them have common aspects. However, each of them has
main features that differ from each other. In time, an epic can be told as a fairy tale or a fairy tale can be told
as an epic. Joke type is a bit different from Folk Literature Prose Types. Because, even its feature resembled
to other prose types regarding to form, it is different regarding to subject. Sagas that are assessed in epic type
but told as religious epics have such main features.
The point that we will consider in our study is telling a saga of Hadji Bayram Wali who is one of the 15
th
Century Religious Scholars, one of Khorasan Saints as a joke in today, the 21
st
century. Both proses will be
compared regarding to type, form, content and subject and their similarities and differences will be assessed
in our bulletin.
Keywords: Epic, saga, joke, change, transformation.
GİRİŞ
Köklü bir geçmişe sahip olan Türk milletinin hem sözlü hem de yazılı edebiyatı oldukça zengindir.
Sözlü edebiyatın özellikle ilk söyleyeni bilinemeyen yani anonim edebiyat adı verilen bölümünde ise halk
nazmından halk nesrine, kalıp ifadelere kadar geniş bir alan söz konusudur. Çalışmamızda ele alacağımız
halk nesirleri olan efsane-menkıbe ve fıkra türleri oldukça zengin metinlerin olduğu bir alandır.
Türk dünyasının tamamında o kadar çok benzer efsane metni yer almaktadır ki; sınırlarını yerini
belirtmemiz imkânsız gibi görünmektedir. Kızlar Kayası veya Gelin Kayaları, Köroğlu’nun Kırat’ının
Ayak İzleri, Yusufçuk kuşu ya da kaplumbağa efsanelerinin yanında, Ahmet Yesevî menkıbelerini
Anadolu sahasında Yunus Emre, ya da bir başka Horosan ereninin adına bağlı olarak görebilmekteyiz.
Keza fıkra türü için de aynı özellikler geçerlidir. Bugün Nasreddin Hoca adına anlatılan pek çok fıkra,
Türk dünyasında bilinmekte ve anlatılmaktadır. Nasreddin Hoca Akşehirlidir, ancak Azerbaycan,
Türkmenistan, Kırgızistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinde yani hemen her yerde Çin Seddinden Viyana
önlerine kadar bütün bir coğrafyada ortak bir fıkra tipidir.
Çalışmamızda efsane, menkıbe, fıkra türünün tanımı, özellikleri, benzer ve farklılıkları verilerek,
metinler üzerinde karşılaştırma yapılacaktır.
Efsane türü üzerine yapılan çalışmalar Batı’da 19. yüzyıl sonlarında başlayıp 20. yüzyıl başlarında
hız kazanmıştır. Bu konuda, başta Grimm kardeşlerin çalışmaları olmak üzere, Max Lüthi, Kurt Ranke
gibi pek çok araştırmacıyı sayabiliriz. Grimm kardeşler efsaneyi tanımlarken; “Gerçek veya hayali
muayyen şahıs, hâdise veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir.” (Sakaoğlu 2013: 21) Lüthi; “gerçekte
vukua gelmiş hadiseleri hikâye eder.” (Sakaoğlu 2013: 22) ifadelerine yer vermektedir. Ülkemizde
efsanelerle ilgili ilk bilimsel çalışmayı yapan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu efsanede bazı özelliklerin
Hitit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, atiyenazli@hitit.edu.tr/atiyenazli@gmail.com
76
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
bulunması gerektiği belirtmektedir. Bu özellikler efsaneyi aynı zamanda tanımlamaktadır: “Şahıs, yer ve
hâdiseler hakkında anlatılır, anlatılanların inandırıcılık vasfı vardır, umumiyetle şahıs ve hâdiselerde
tabiatüstü olma vasfı görülür, efsanelerin belirli bir şekli yoktur, kısa ve konuşma diline yeren veren bir
anlatmadır.” (Sakaoğlu 2013: 23) Efsanenin tanımını Prof. Dr. Ali Berat Alptekin şöyle vermektedir:
“Dini, inandırıcı, kısa, nesir şeklindeki halk anlatmalarıdır.” (Alptekin 2012: 15). Roul Rossiere
efsaneler üzerine yaptığı çalışmada efsanelerin kaynaklarını araştırmış ve üç ana başlık üzerinde
durmuştur: 1. Menşelerle ilgili kural, 2. Birinin yerine diğerinin geçmesi kuralı, 3. Adapte olabilme kuralı
(Sakaoğlu 2013: 24; Alptekin 2012: 18). Alptekin ise efsanelerin kaynağını açıklarken yine üç başlık
altında değerlendirmektedir. Ancak bunlar Rossiere’ninkilerden farklıdır. “1. Efsanelerin kaynağı dinidir,
2 Efsanelerin kaynağı mitolojiktir, 3. Efsanelerin kaynağı gerçek hayatın artıklarıdır.” (Alptekin 2012: 18-
19).
Efsaneyle ilgili yapılan çalışmalar sonucunda tür sınıflandırılmış ve dört ana başlık altında
değerlendirilmiştir: a) Dünya’nın yaratılışı ve sonu; b) Tarihi efsaneler ve medeniyetler tarihi ile ilgili; c)
Tabiatüstü varlıklar ve kuvvetler; d) Dini efsaneler.
Pertev Naili Boratav, efsanenin sınıflandırılması konusunda, bazı alt başlıkların değiştirilmesi
görüşünü savunmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken dördüncü başlıktır ki “Dini efsaneler” adını
taşımaktadır. Dini efsane nedir?
Sakaoğlu, Ahmet Yaşar Ocak’ın belirttiği
“Menkabe, yahut menâkıb, tasavvuf tarihinde, süfilerin, izhar ettikleri harikulade olaylar demek
olan kerametleri nakleden küçük hikâyeler manasından tahminen IX. Yüzyıldan itibaren
kullanılmaya başlanmıştır. Menkabelerin esasını kerametler teşkil etmektedir.”ifadesini, “ keramet
adını verdiğimiz harikulade olaylara yer veren küçük hikâyelere menkıbe”
denilir, şeklinde tanımlamaktadır (Sakaoğlu 2013: 47).
Abdurrahman Güzel, menkıbeyi “Din büyüklerinin hayatları etrafında teşekkül eden olağan üstü
hâller, yani kerametleri anlatan küçük hikâyelerdir.” şeklinde tarif etmiştir (Güzel, 2014: 78).
Menkabe: Anlattığı olayın doğru ve gerçek olduğuna inanan bir anlatıcının, meraklı grupların
mekân ve zaman gözetmeksizin oluşturdukları sohbet ortamlarında, olağanüstü/kutsal güçlere sahip
olduğuna inandığı şahsiyetin, (şahsiyetle ilgili olarak zamanla halkın ortak belleğinde oluşmuş) ortaya
koyduğu bir veya birden fazla olağanüstülükleri (kerameti) anlatan sözlü kültür ürünüdür (Gülerer 2013:
235).
Menkıbeler, efsanelerin alt dalı olduğundan özellikleri aynıdır. Efsanenin özelliklerini şöyle
sıralayabiliriz: Şahıs, yer ve olaylar hakkında anlatılır. Anlatılanların inandırıcılık özelliği vardır.
Genellikle şahıs ve olaylarda olağanüstü olma özelliği görülür. Efsanelerin belirli bir şekli yoktur; kısa ve
konuşma diline yer veren anlatmalardır. Efsane gerçek olmamasına rağmen gerçekmiş gibi kabul edilir.
Efsanelerde zaman geçmiş ve günümüz arasında değişir. Efsanelerin mekânı yaşadığımız dünyadır. Bazı
efsaneler kutsiyet üzerine kurulur. Efsanelerin tarihle çok yakın bir ilişkisi vardır. Efsaneler büyük ölçüde
millîdirler, ancak milletlerarası özelliği olan gezgin efsaneler de vardır.
Yukarıda verilen tanımlar ve açıklamalar göstermektedir ki, efsane ana başlığı altında menkıbeler
(dini efsaneler şeklinde) yer almaktadır. Ancak dinî duygular ağır bastığı ya da efsane
sınıflandırılmasında yer alan diğer alt başlıklar dinî, rasyonalist vb. akımlar dolayısıyla inandırıcılık
özelliği günümüzde az görülürken, menkıbelerin inandırıcılığı daha yüksektir.
Çalışmamıza konu olan bir diğer tür fıkradır. İçinde mizah unsuru bulunduran, kısa, nesir türünde,
konusu gerçekten hayattan alınan, yaşanmış veya yaşanma ihtimali olan olayları ince bir hicivle dile
getiren halk edebiyatı türüne fıkra denir. Fıkra türünün belli başlı bazı özellikleri şöyledir: Fıkralar nesir
şeklindeki anlatmalardır, çoğunluğu gerçekçi bir karakter gösterir. Fıkralarda katı bir alay, ince bir mizah
da söz konusu olabilir. Fıkraların şahıs kadrosunda her kesimden insanlar görülür. Fıkralarda olayın
geçtiği zaman büyük ölçüde belli değildir. Fıkraların amacı güldürürken düşündürmektir.
Efsane ve fıkra türünün bazı özelliklerinin aynı olduğu, temel özelliklerinin ise farklı olduğu
görülmektedir. Efsane türünde inanma unsuru ön plana çıkarken, fıkra türünde mizah ön plandadır.
Çalışmamızda önce efsane-menkıbe metnine, ardından bazı bilgiler verilerek sonra fıkra metni
sunulacak, iki metin arasında benzerlikler ve farklılıklar üzerinde durulacaktır. Bir efsane-menkıbenin
zaman içerisinde nasıl fıkraya dönüştüğü ve bunun altında yatan sebepler açıklanmaya çalışılacaktır.
Bir Buçuk Mürit
77
Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI/Halk Nesri Türlerinde Değişim ve Dönüşüm: Menkıbeden Fıkraya…
“Sultan II. Murad, Hacı Bayram-ı Velî’ye olan sevgisi sebebiyle, müridlerini vergiden affetmişti.
Ancak, padişahın bu sevgisinden halk içinde farklı bir olay meydana geldi. “Devlete vergi vermekten
kaçınan açıkgözler, Allah rızâsı için değil de, sırf şahsî çıkar uğruna Hacı Bayram Velî Hazretleri’ne
intisap etmeye başladılar. Bunun sonunda, devletin Ankara ve civarından topladığı vergilerde düşüş oldu.
Gelir azalınca, Ankara’yı yönetmekte bir takım malî problemler baş gösterdi. Hacı Bayram Velî
Hazretleri bu durumdan sürekli üzüntü duyuyordu. Zîra o, kafasında devlete saygı bilinci ve bu
doğrultuda etrafındakileri devlete itâat etmeye, ekonomik faaliyetlere yönlendiren ileri görüşlü bir
insandı. Çok geçmeden, Edirne’den gelen bir mektupta, Sultan II. Murad ondan, hakîkî dervişlerle
sahtelerini ayırt edip, gerçek müridlerin adlarının merkeze bildirilmesini istirham ediyordu. Hacı Bayram
“başüstüne emran ve tâaten” diyerek zâten sıkıntısını çektiği bir konuyu çözümleme imkânına resmen
kavuştuğu için Allah’a şükretti.
Bu büyük olgun insan, sahte ve gerçek müridleri birbirinden ayırabilmek için ince, hakîmâne bir
imtihan hazırladı. Ancak bu imtihan ağır ve oldukça zor bir imtihandı.
Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin bütün müridleri bir pazartesi günü Kanlıgöl mevkinde toplandı.
Her yer insan kaynıyordu. Namazgâhın tam ortasında, büyük bir yörük çadırı kurulmuştu. Kuşluk vakti,
Ankara’nın mânevî kumandanı Hacı Bayram Velî Hazretleri, atının üzerinde ağır ağır bu büyük çadırın
yanına geldi, müridlerini;
“es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullah” diyerek selâmladı. Müridler selâmı aldılar. Sessizce
beklemeye başladılar. Acaba Hacı Bayram kendilerini nasıl bir imtihandan geçirecekti? Kısa bir
bekleyişten sonra, bu insân-ı kâmil, müthiş açıklamayı yaptı:
“Bugün hanginiz beni daha çok seviyor, onu anlamak istiyorum.
Beni sevenler, bu çadırın içine girecek, onları kurban edeceğim.”
Hacı Bayram hemen atından indi, çadıra girdi. İçeride kellesini verecek hakîkî müridleri beklemeye
başladı.
Önce içeri bir adam girdi. Ardından çadırdan dışarı oluk gibi kanlar aktığı görüldü. Ardından bir
kadın girdi. Yine kanlar aktı.
Bunu gören kalabalık dehşete kapıldı. “Şeyhimiz çıldırdı” diyerek çabucak orayı terkettiler.
Hacı Bayram, içeri girenleri kesmiş değildi. Zîra, İslâm dîninde haksız yere kan dökmek haramdı.
Geceleyin çadırın içerisine bir kaç baş koyun bırakılmıştı. Hacı Bayram, işte o koyunları kesmiş
bulunuyordu. Bu büyük aziz, Edirne sarayındaki II. Murad’a bir mektup yazarak, gerçek mânâda mürid
sayısının “bir buçuk” olduğunu bildirdi.”(http://turkkad.org/UD_OBJS/PDF/PROJE/2012/HBV-
davet%20kitab%C4%B1-web.pdf)
Yukarıda verilen efsane-menkıbe, Hacı Bayram Velî’nin adına bağlı olarak anlatılmaktadır.
Ankara’nın Emir Timur yenilgisinden sonra, birlik ve beraberliği sağlamak için çalışan daha sonra,
Osmanlının uç kalesinin mihmandarı olan Hacı Bayram, bir Velî’dir. Kerametleri sayısızdır, ancak
çalışmamızda konu olan “Bir Buçuk Mürit” adlı menkıbesidir. Hacı Bayram-ı Velî’nin hayatı kısaca
özetlenecek olursa, 753/1352 tarihinde Ankara'nın, o sıralarda Solfasıl adıyla bilinen köyünde dünyaya
gelmiş, babasının adı Koyunluca Ahmed, kendi adı da Numan'dır. Ankara’nın Osmanlı Devleti’nin 15.
yüzyıl başlarında kalesi konumunda olduğu ve Hacı Bayram-ı Velî’nin bu görevi üstlendiği çeşitli
kaynaklarda belirtilmektedir. Aynı zamanda dönemin değerli pek çok âliminden ders alan Hacı Bayram-ı
Velî, ardından başta Akşemseddin olmak üzere pek çok halefini bırakmıştır. II. Murat’ın, Hacı Bayram-ı
Velî’ye karşı derin bir saygı ve sevgisi bulunmaktadır, bundan dolayı da onun müridlerinin vergiden muaf
tutulması hükmünü vermiş, bu konuda yukarıda yazılı olan efsane anlatılagelir olmuştur. Hacı Bayram-ı
Velî, Bayrâmiyye tarikatının şeyhi olarak bilinir (Akkuş 1986: 161-162; Baykara 1986: 15-18; Günay
2003: 39)
Yukarıda anlatılan menkıbede geçen olaylar;
1. Belirli bir gruba çıkar için üye olma
2. Haksız kazanç sağlama (vergi kaçırma)
3. Dini, çıkarları için kullanma,
şeklinde görülmektedir.
Ancak akıl ve keramet ehli Hacı Bayram-ı Velî bu durumlara izin vermemiş ve gerçeği ortaya
çıkarmıştır. Onun göstermiş olduğu keramet, insanoğlunun her şeyden önce aklını kullanması gereğini
78
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
göstermektedir. Her ne sebeple olursa olsun, insanlar dâhil olduğu gruplarda kişisel çıkarlarını ön planda
tutmamalı kuralından hareketle, özellikle de din gibi temel bir olguyu maddi çıkarların üstünde
tutmaktadır. Bunun için insanların en çok değer verdiği canlarını ortaya koymaları gerekmektedir.
Hacı Bayram-ı Velî’nin bu menkıbesi, günümüzde fıkra şeklinde anlatılmaktadır. Özellikle sosyal
medya üzerinden yine benzer şekilde din olgusunu işlemekte ancak, mekân ve zaman olarak günümüzü
ve yine can korkusu yüzünden insanların maneviyatının ne oranda değiştiğini vurgulamaktadır.
Menkıbenin fıkralaşmış şekli, sosyal medyada çeşitli sitelerde -bazı din adamları da dâhil olmak
üzere- aşağıdaki gibi anlatılmaktadır. Aynı fıkra Erzurum, Bayburt vb. illerimizde yaşayan insanlarımız
adına bağlanarak da anlatılmaktadır.
“Bir Buçuk Mürit” adında Ahmet Yesevî’ye ait bir menkıbe de bulunmaktadır. Ancak o
menkıbenin Hacı Bayram-ı Velî adına bağlanan menkıbe ile ad benzerliği dışında herhangi bir benzerliği
yoktur. Ayrıntılı bilgi için M. Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (2003, 9. bsk) adlı
eserinin 109. sayfasına bakılabilir.
Kurban
“Cemaat, camide namazını kılmış, tesbihat yapıyormuş. Birden içeri elinde çifte su verilmiş Bursa
işi bir ekmek bıçağı bulunan bir adam girmiş ve gür sesiyle:
“Aranızda Müslüman var mı?” diye bağırmış.
Cemaat, eli bıçaklı adamdan acayip korkmuş tabii. Ama içlerinden yaşlıca biri cesaretini toplamış,
herşeyi göze almış artık ve elini kaldırmış:
“Ben... Ben müslümanım.”
Adam bunu dışarı götürmüş. Meğer kurban kestirecekmiş. Kurbanını yaşlı adama kestirmiş ama
adam yaşlı tabii, yorulmuş. Ben yoruldum evladım, derisini de başkası yüzsün demiş. Kurban sahibi adam
camiden içeri tekrar girmiş, bu sefer Bursa işi bıçağı kana bulanmış gören cemaat iyice korkmuş tabii.
Adam:
“Aranızda başka Müslüman yok mu?” diye bağırmış.
O anda herkes imama bakmış, imamın ödü kopuyor tabii.
“Ne bakıyorsunuz bana ya!” demiş ve eklemiş:
“İki rekat namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk...” (http://www.turkcealtyazi.org
/viewtopic.php?t=11987)
Yahudi Kurban Kesmek İster
“Bir gün Yahudi’nin biri adak kurbanı kesmeye karar verir. Ama kime kestireceğini bulamaz.
"Kim keser?.. Kim keser?.." diye düşünürken aklına Müslümanlar gelir.
"Hah şimdi buldum. Müslümanlardan yardım isterim."
Bir camiye gider. Durumu anlatır...
“Birisi ben keserim.” der.
Evin yolunu tutarlar. Kurban biraz güçlük çıkarır ve bizim Müslüman yorulur.
"Camiden birini daha çağır da o da kurbanı yüzsün" der.
Adam camiye kanlı bıçakla girer.
"Başka Müslüman var mı?..."
Herkes birbirine bakınır. En sonunda adamlardan biri imamı gösterir.
"İşte o Müslümandır."
İmamın verdiği cevapsa komik:
"İki rekat namaz kıldık diye hemen Müslüman mı olduk!" (http://www.islamiyasam.com/
forum/topic5449.html)
Yukarıda verilen fıkra da “Bir Buçuk Mürit” menkıbesi ile benzerlik göze çarpmaktadır. Konunun
işleniş sırası da benzer şekildedir.
Menkıbe ile fıkranın benzerlikleri ve farklılıkları aşağıdaki gibidir:
Benzerlikler:
79
Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI/Halk Nesri Türlerinde Değişim ve Dönüşüm: Menkıbeden Fıkraya…
1. Müslümanlar, müritler bir alanda toplanmaktadır.
2. Her iki anlatmada da kurban kesme meselesi söz konusudur.
3. Her ikisinde de kan görülmektedir.
4. Can korkusu dinî duyguların önüne geçmektedir.
5. Her ikisinde de din adamı bulunmaktadır.
Farklılıklar:
1. Menkıbede, imtihan bilinçli bir şekilde gerçek inananları (müritleri) bulmak içindir. Fıkrada ise
gayrimüslim gözüyle (bilerek veya bilmeyerek !) Müslümanların dinî duyguları sorgulanmaktadır.
2. Menkıbede kurban, Hacı Bayram Velî tarafından çadırın içine çağrılmaktadır. Fıkrada dışarıdan
gelen şahıs cami içinden bir Müslümanı dışarıya götürmektedir. Ancak ikisinde de bilinmezlik vardır.
3. Menkıbede çadırın içinden kan sızmaktadır. Fıkrada kurban kesmek isteyen gayrimüslimin
önlüğü kan içindedir ve elinde bıçak vardır.
4. Menkıbede din, manevi çıkarlar için kullanılmaktadır. Fıkrada din, sahip çıkılmayan önemsiz bir
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
5. Menkıbede din adamı olan Hacı Bayram-ı Velî, akıllı, zeki ermiş bir kişidir. Zaman 15.
yüzyıldır. Fıkrada din adamı cami imamıdır. İmam korkak, dinî bilgisi olmayan ve dini maddî olarak
gören bir kişidir.
SONUÇ
Menkıbe din büyüklerinin hayatlarında göstermiş oldukları kerametleri, hem yaşadıkları dönemde
hem de sonraki dönemlerde insanlara nasihat vermek amacıyla anlatılan ve anlattığı olayların gerçek
olduğuna inanılan bir türdür. Okuyan ve dinleyenlerde manevi bir haz uyandırmaktadır. Burada işlenen
menkıbenin verdiği ders din adamının özelliklerinin yanında, din olgusunun maddi çıkarlar doğrultusunda
kullanılmamasıdır. Bir diğer önemli mesaj ise insanın inandığı değerler için canını vermesi gerektiği ile
ilgilidir.
Fıkra metninde de aynı mesajlar verilmekte ve değerler sorgulanmaktadır. Bu bağlamda din
olgusunun günümüzde maddî çıkarlar doğrultusunda kullanıldığını mizahi bir üslupla işlemektedir. Bu
belki de günümüzde dinî duyguların eskisi kadar önemli görülmemesi şeklinde de yorumlanabilir.
KAYNAKÇA
Akar, M. (2012), Temsiller ve Hikâyeler, İstanbul, Şahdamar Yayınları.
Akkuş, M. (1986), Hacı Bayram-ı Velî’nin Hayatı, Tasavvuf Anlayışı ve Hakkında Yayınlanmamış Medhiyeler”,
Vakıf Haftası Dergisi, 4, 161-166.
http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/handle/11352/696; e.t.
16.03.2016
Alptekin, A. B. (2012), Efsane ve Motifleri Üzerine, Ankara, Akçağ Yayınları.
Altuntaş, İ. H.
http://kitap.mollacami.com/dini-hikayeler/haci-bayram-i-veli.html
.
e.t. 16.03.2016
Baykara, T. (1986), “Hacı Bayram-ı Velî ve Dönemine Umumi Bir Bakış, Vakıf Haftası Dergisi, 4, 15-18.
Gülerer Salih (2013), “Türk Kültüründe Menâkıbnâmeler ve Menâkıbnâme Yazıcılığı” Tarih Okulu Dergisi (TOD)
Journal of History School Aralık, 6 (XVI), 233-262.
Günay, Ü. (2003), Xv. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Sosyo-Kültürel Yapı, Din ve Değişme”, Erciyes Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1 (14), s. 21-48.
Güzel, A. (2014), Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara, Akçağ Yayınları.
http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/handle/11352/655, e.t. 16.03.2016
http://turkkad.org/UD_OBJS/PDF/PROJE/2012/HBV-davet%20kitab%C4%B1-web.pdf, e.t. 16.03.2016
http://www.islamiyasam.com/forum/topic5449.html, e.t. 16.03.2016
http://www.turkcealtyazi.org/viewtopic.php?t=11987, e.t. 16.03.2016
Köprülü, M.F. (2003, 9. bsk), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, Akçağ Yayınları.
Sakaoğlu, S (2009; 2013), Efsane Araştırmaları, Konya, Kömen Yayınları.
80
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
ТҮРКІ ТІЛДЕС ХАЛЫҚТАРЫНЫҢ СӨЙЛЕУ ЕРЕКШЕЛІГІ
Доц. Айгүл Қ. АЙТБЕНБЕТОВА
Түйіндәмә: Мақалада жалпы түркі тілдес халықтарында сөйлеу мен тіл әдетте бірінің орнына бірі
қолданыла береді, ұлт тілінің арнаулы мақсаттар тілі, ғылым тілі ретінде кемелденуінің көрінісі
болып саналатындығы қарастырылады.
Достарыңызбен бөлісу: |