Iii beynəlxalq türk dünyasi araşdirmalari simpoziumu III. Uluslararasi türk dünyasi araştirmalari sempozyumu ІІІ халықаралық ТҮркі әлемі зерттеулері симпозиумы


HALK NESRİ TÜRLERİNDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM



Pdf көрінісі
бет14/102
Дата03.03.2017
өлшемі42,43 Mb.
#6018
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   102

HALK NESRİ TÜRLERİNDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM: 

MENKIBEDEN FIKRAYA KURBAN MESELESİ 

Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI

 

Özet:  Türk  halk  edebiyatı  nesri  türleri  içerisinde  başta  masal  olmak  üzere,  halk  hikâyesi,  destan  (epope), 



efsane,  menkıbe  (dini  efsane)  ve  fıkra  sayılabilir.  Hepsinin  ortak  yönleri  olduğu  bir  gerçektir.  Ancak 

birbirinden ayıran temel özellikleri bulunmaktadır. Zamanla bir destan masallaşmakta ya da bir masal, efsane 

şeklinde anlatılabilmektedir. Fıkra türü halk edebiyatı nesir türlerinde içerisinde biraz daha farklıdır. Çünkü 

onun özelliği diğer nesir türlerine şekil yönünden benzemiş olsa bile, konu yönünden farklılık görülmektedir. 

Efsane türü içerisinde değerlendirilen ve dini efsane şeklinde de anlatılan menkıbelerde de bu türden ayrılan 

temel özellikler bulunmaktadır.  

Çalışmamızda  ele  alacağımız  konu,  15.  yüzyıl  din  âlimlerinden  ve  Horasan  erenlerinden  biri  olan  Hacı 

Bayram-ı Velî’nin bir menkıbesinin günümüzde yani 21. yüzyılda fıkra olarak anlatılmasıdır. Her iki metin, 

bildirimizde  tür,  biçim,  içerik  ve  konu  yönünden  karşılaştırılacak,  benzerlikleri  ve  farklılıkları 

değerlendirilecektir. 



Anahtar Kelimeler: Efsane, menkıbe, fıkra, değişim, dönüşüm. 

Change And Transformation At Folk Prose: Sacrifice Point From Tale To Joke  

Abstract: Turkish Folk Literature Prose Types are primarily fairy tale, folk tale, epic (epope), legend, saga 

(religious myth) and joke. It is a reality that all of them have common aspects. However, each of them has 

main features that differ from each other.  In time, an epic can be told as a fairy tale or a fairy tale can be told 

as an epic. Joke type is a bit different from Folk Literature Prose Types. Because, even its feature resembled 

to other prose types regarding to form, it is different regarding to subject. Sagas that are assessed in epic type 

but told as religious epics have such main features.  

The point that  we  will consider in our  study is telling a  saga of  Hadji Bayram Wali  who is one of the 15

th

 



Century Religious Scholars, one of Khorasan Saints as a joke in today, the 21

st

 century. Both proses will be 



compared regarding to type, form, content and subject and their similarities and differences will be assessed 

in our bulletin. 



Keywords: Epic, saga, joke, change, transformation. 

GİRİŞ 

Köklü bir geçmişe sahip olan Türk milletinin hem sözlü hem de yazılı edebiyatı oldukça zengindir. 

Sözlü edebiyatın özellikle ilk söyleyeni bilinemeyen yani anonim edebiyat adı verilen bölümünde ise halk 

nazmından halk nesrine, kalıp ifadelere kadar geniş bir alan söz konusudur. Çalışmamızda ele alacağımız 

halk nesirleri olan efsane-menkıbe ve fıkra türleri oldukça zengin metinlerin olduğu bir alandır.  

Türk dünyasının tamamında o kadar çok benzer efsane metni yer almaktadır ki; sınırlarını yerini 

belirtmemiz  imkânsız  gibi  görünmektedir.  Kızlar  Kayası  veya  Gelin  Kayaları,  Köroğlu’nun  Kırat’ının 

Ayak  İzleri,  Yusufçuk  kuşu  ya  da  kaplumbağa  efsanelerinin  yanında,  Ahmet  Yesevî  menkıbelerini 

Anadolu sahasında  Yunus Emre,  ya  da  bir  başka  Horosan  ereninin  adına  bağlı olarak  görebilmekteyiz. 

Keza fıkra türü için de aynı özellikler geçerlidir. Bugün Nasreddin Hoca adına anlatılan pek çok fıkra, 

Türk  dünyasında  bilinmekte  ve  anlatılmaktadır.  Nasreddin  Hoca  Akşehirlidir,  ancak  Azerbaycan, 

Türkmenistan, Kırgızistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinde yani hemen her yerde Çin Seddinden Viyana 

önlerine kadar bütün bir coğrafyada ortak bir fıkra tipidir. 

Çalışmamızda  efsane,  menkıbe,  fıkra türünün tanımı,  özellikleri, benzer  ve  farklılıkları  verilerek, 

metinler üzerinde karşılaştırma yapılacaktır. 

Efsane türü üzerine yapılan çalışmalar Batı’da 19. yüzyıl sonlarında başlayıp 20. yüzyıl başlarında 

hız kazanmıştır. Bu konuda, başta Grimm  kardeşlerin çalışmaları olmak üzere, Max Lüthi, Kurt Ranke 

gibi  pek  çok  araştırmacıyı  sayabiliriz.  Grimm  kardeşler  efsaneyi  tanımlarken;  “Gerçek  veya  hayali 



muayyen şahıs, hâdise veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir.” (Sakaoğlu 2013: 21) Lüthi; “gerçekte 

vukua  gelmiş  hadiseleri  hikâye  eder.”  (Sakaoğlu  2013:  22)  ifadelerine  yer  vermektedir.  Ülkemizde 

efsanelerle  ilgili  ilk  bilimsel  çalışmayı  yapan  Prof.  Dr.  Saim  Sakaoğlu  efsanede  bazı  özelliklerin 

                                                      

 Hitit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, atiyenazli@hitit.edu.tr/atiyenazli@gmail.com  



76 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

bulunması gerektiği belirtmektedir. Bu özellikler efsaneyi aynı zamanda tanımlamaktadır: “Şahıs, yer ve 

hâdiseler  hakkında  anlatılır,  anlatılanların  inandırıcılık  vasfı  vardır,  umumiyetle  şahıs  ve  hâdiselerde 

tabiatüstü olma vasfı görülür, efsanelerin belirli bir şekli yoktur, kısa ve konuşma diline yeren veren bir 

anlatmadır.”  (Sakaoğlu  2013:  23)  Efsanenin  tanımını  Prof.  Dr.  Ali  Berat  Alptekin  şöyle  vermektedir: 

“Dini,  inandırıcı,  kısa,  nesir  şeklindeki  halk  anlatmalarıdır.”  (Alptekin  2012:  15).  Roul  Rossiere 

efsaneler  üzerine  yaptığı  çalışmada  efsanelerin  kaynaklarını  araştırmış  ve  üç  ana  başlık  üzerinde 

durmuştur: 1. Menşelerle ilgili kural, 2. Birinin yerine diğerinin geçmesi kuralı, 3. Adapte olabilme kuralı 

(Sakaoğlu  2013:  24;  Alptekin  2012:  18).  Alptekin  ise  efsanelerin  kaynağını  açıklarken  yine  üç  başlık 

altında değerlendirmektedir. Ancak bunlar Rossiere’ninkilerden farklıdır. “1. Efsanelerin kaynağı dinidir, 

2 Efsanelerin kaynağı mitolojiktir, 3. Efsanelerin kaynağı gerçek hayatın artıklarıdır.” (Alptekin 2012: 18-

19). 

Efsaneyle  ilgili  yapılan  çalışmalar  sonucunda  tür  sınıflandırılmış  ve  dört  ana  başlık  altında 



değerlendirilmiştir: a) Dünya’nın yaratılışı ve sonu; b) Tarihi efsaneler ve medeniyetler tarihi ile ilgili; c) 

Tabiatüstü varlıklar ve kuvvetler; d) Dini efsaneler.  

Pertev  Naili  Boratav,  efsanenin  sınıflandırılması  konusunda,  bazı  alt  başlıkların  değiştirilmesi 

görüşünü  savunmaktadır.  Ancak  dikkat  edilmesi  gereken  dördüncü  başlıktır  ki  “Dini  efsaneler”  adını 

taşımaktadır. Dini efsane nedir? 

Sakaoğlu, Ahmet Yaşar Ocak’ın belirttiği  



“Menkabe,  yahut  menâkıb,  tasavvuf  tarihinde,  süfilerin,  izhar  ettikleri  harikulade  olaylar  demek 

olan  kerametleri  nakleden  küçük  hikâyeler  manasından  tahminen  IX.  Yüzyıldan  itibaren 

kullanılmaya başlanmıştır. Menkabelerin esasını kerametler teşkil etmektedir.”ifadesini, “ keramet 

adını verdiğimiz harikulade olaylara yer veren küçük hikâyelere menkıbe”  

denilir, şeklinde tanımlamaktadır (Sakaoğlu 2013: 47). 

Abdurrahman Güzel, menkıbeyi “Din büyüklerinin hayatları etrafında teşekkül eden olağan üstü 

hâller, yani kerametleri anlatan küçük hikâyelerdir.” şeklinde tarif etmiştir (Güzel, 2014: 78). 

Menkabe:  Anlattığı  olayın  doğru  ve  gerçek  olduğuna  inanan  bir  anlatıcının,  meraklı  grupların 

mekân  ve  zaman  gözetmeksizin  oluşturdukları  sohbet  ortamlarında,  olağanüstü/kutsal  güçlere  sahip 

olduğuna  inandığı  şahsiyetin,  (şahsiyetle  ilgili  olarak  zamanla  halkın  ortak  belleğinde  oluşmuş)  ortaya 

koyduğu bir veya birden fazla olağanüstülükleri (kerameti) anlatan sözlü kültür ürünüdür (Gülerer 2013: 

235). 


Menkıbeler,  efsanelerin  alt  dalı  olduğundan  özellikleri  aynıdır.  Efsanenin  özelliklerini  şöyle 

sıralayabiliriz:  Şahıs,  yer  ve  olaylar  hakkında  anlatılır.  Anlatılanların  inandırıcılık  özelliği  vardır. 

Genellikle şahıs ve olaylarda olağanüstü olma özelliği görülür. Efsanelerin belirli bir şekli yoktur; kısa ve 

konuşma diline yer veren anlatmalardır. Efsane gerçek olmamasına rağmen gerçekmiş gibi kabul edilir. 

Efsanelerde zaman geçmiş ve günümüz arasında değişir. Efsanelerin mekânı yaşadığımız dünyadır. Bazı 

efsaneler kutsiyet üzerine kurulur. Efsanelerin tarihle çok yakın bir ilişkisi vardır. Efsaneler büyük ölçüde 

millîdirler, ancak milletlerarası özelliği olan gezgin efsaneler de vardır. 

Yukarıda verilen tanımlar ve açıklamalar göstermektedir ki, efsane ana başlığı altında menkıbeler 

(dini  efsaneler  şeklinde)  yer  almaktadır.  Ancak  dinî  duygular  ağır  bastığı  ya  da  efsane 

sınıflandırılmasında  yer  alan  diğer  alt  başlıklar  dinî,  rasyonalist  vb.  akımlar  dolayısıyla  inandırıcılık 

özelliği günümüzde az görülürken, menkıbelerin inandırıcılığı daha yüksektir.  

Çalışmamıza konu olan bir diğer tür fıkradır. İçinde mizah unsuru bulunduran, kısa, nesir türünde, 

konusu  gerçekten  hayattan  alınan,  yaşanmış  veya  yaşanma  ihtimali  olan  olayları  ince  bir  hicivle  dile 

getiren halk edebiyatı türüne fıkra denir. Fıkra türünün belli başlı bazı özellikleri şöyledir: Fıkralar nesir 

şeklindeki anlatmalardır, çoğunluğu gerçekçi bir karakter gösterir. Fıkralarda katı bir alay, ince bir mizah 

da  söz  konusu  olabilir.  Fıkraların  şahıs  kadrosunda  her  kesimden  insanlar  görülür.  Fıkralarda  olayın 

geçtiği zaman büyük ölçüde belli değildir. Fıkraların amacı güldürürken düşündürmektir. 

Efsane  ve  fıkra  türünün  bazı  özelliklerinin  aynı  olduğu,  temel  özelliklerinin  ise  farklı  olduğu 

görülmektedir. Efsane türünde inanma unsuru ön plana çıkarken, fıkra türünde mizah ön plandadır. 

Çalışmamızda  önce  efsane-menkıbe  metnine,  ardından  bazı  bilgiler  verilerek  sonra  fıkra  metni 

sunulacak,  iki  metin  arasında  benzerlikler  ve  farklılıklar  üzerinde  durulacaktır.  Bir  efsane-menkıbenin 

zaman içerisinde nasıl fıkraya dönüştüğü ve bunun altında yatan sebepler açıklanmaya çalışılacaktır.  



Bir Buçuk Mürit 

77 

Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI/Halk Nesri Türlerinde Değişim ve Dönüşüm: Menkıbeden Fıkraya…  

“Sultan II. Murad, Hacı Bayram-ı Velî’ye olan sevgisi sebebiyle, müridlerini vergiden affetmişti. 

Ancak,  padişahın  bu  sevgisinden  halk  içinde  farklı  bir  olay  meydana  geldi.  “Devlete  vergi  vermekten 

kaçınan  açıkgözler,  Allah  rızâsı  için  değil  de,  sırf  şahsî  çıkar  uğruna  Hacı  Bayram  Velî  Hazretleri’ne 

intisap etmeye başladılar. Bunun sonunda, devletin Ankara ve civarından topladığı vergilerde düşüş oldu. 

Gelir  azalınca,  Ankara’yı  yönetmekte  bir  takım  malî  problemler  baş  gösterdi.  Hacı  Bayram  Velî 

Hazretleri  bu  durumdan  sürekli  üzüntü  duyuyordu.  Zîra  o,  kafasında  devlete  saygı  bilinci  ve  bu 

doğrultuda  etrafındakileri  devlete  itâat  etmeye,  ekonomik  faaliyetlere  yönlendiren  ileri  görüşlü  bir 

insandı.  Çok  geçmeden,  Edirne’den  gelen  bir  mektupta,  Sultan  II.  Murad  ondan,  hakîkî  dervişlerle 

sahtelerini ayırt edip, gerçek müridlerin adlarının merkeze bildirilmesini istirham ediyordu. Hacı Bayram 

“başüstüne  emran  ve  tâaten”  diyerek  zâten  sıkıntısını  çektiği  bir  konuyu  çözümleme  imkânına  resmen 

kavuştuğu için Allah’a şükretti.  

Bu büyük olgun insan, sahte ve gerçek müridleri birbirinden ayırabilmek için ince, hakîmâne bir 

imtihan hazırladı. Ancak bu imtihan ağır ve oldukça zor bir imtihandı.  

Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin bütün müridleri bir pazartesi günü Kanlıgöl mevkinde toplandı. 

Her yer insan kaynıyordu. Namazgâhın tam ortasında, büyük bir yörük çadırı kurulmuştu. Kuşluk vakti, 

Ankara’nın mânevî kumandanı Hacı Bayram Velî Hazretleri, atının üzerinde ağır ağır bu büyük çadırın 

yanına geldi, müridlerini; 

“es-Selâmu  Aleykum  ve  Rahmetullah”  diyerek  selâmladı.  Müridler  selâmı  aldılar.  Sessizce 

beklemeye  başladılar.  Acaba  Hacı  Bayram  kendilerini  nasıl  bir  imtihandan  geçirecekti?  Kısa  bir 

bekleyişten sonra, bu insân-ı kâmil, müthiş açıklamayı yaptı: 

“Bugün hanginiz beni daha çok seviyor, onu anlamak istiyorum.  

Beni sevenler, bu çadırın içine girecek, onları kurban edeceğim.”  

Hacı Bayram hemen atından indi, çadıra girdi. İçeride kellesini verecek hakîkî müridleri beklemeye 

başladı.  

Önce içeri bir adam girdi. Ardından çadırdan dışarı oluk gibi kanlar aktığı görüldü. Ardından bir 

kadın girdi. Yine kanlar aktı.  

Bunu gören kalabalık dehşete kapıldı. “Şeyhimiz çıldırdı” diyerek çabucak orayı terkettiler. 

Hacı Bayram, içeri girenleri kesmiş değildi. Zîra, İslâm dîninde haksız yere kan dökmek haramdı. 

Geceleyin  çadırın  içerisine  bir  kaç  baş  koyun  bırakılmıştı.  Hacı  Bayram,  işte  o  koyunları  kesmiş 

bulunuyordu. Bu büyük aziz, Edirne sarayındaki II. Murad’a bir mektup yazarak, gerçek mânâda mürid 

sayısının  “bir  buçuk”  olduğunu  bildirdi.”(http://turkkad.org/UD_OBJS/PDF/PROJE/2012/HBV-

davet%20kitab%C4%B1-web.pdf)  

Yukarıda  verilen  efsane-menkıbe,  Hacı  Bayram  Velî’nin  adına  bağlı  olarak  anlatılmaktadır. 

Ankara’nın  Emir  Timur  yenilgisinden  sonra,  birlik  ve  beraberliği  sağlamak  için  çalışan  daha  sonra, 

Osmanlının  uç  kalesinin  mihmandarı  olan  Hacı  Bayram,  bir  Velî’dir.  Kerametleri  sayısızdır,  ancak 

çalışmamızda  konu  olan  “Bir  Buçuk  Mürit”  adlı  menkıbesidir.  Hacı  Bayram-ı  Velî’nin  hayatı  kısaca 

özetlenecek  olursa,  753/1352  tarihinde  Ankara'nın,  o  sıralarda  Solfasıl adıyla bilinen  köyünde  dünyaya 

gelmiş, babasının adı Koyunluca Ahmed, kendi adı da Numan'dır. Ankara’nın Osmanlı Devleti’nin 15. 

yüzyıl  başlarında  kalesi  konumunda  olduğu  ve  Hacı  Bayram-ı  Velî’nin  bu  görevi  üstlendiği  çeşitli 

kaynaklarda belirtilmektedir. Aynı zamanda dönemin değerli pek çok âliminden ders alan Hacı Bayram-ı 

Velî, ardından başta Akşemseddin olmak üzere pek çok halefini bırakmıştır. II. Murat’ın, Hacı Bayram-ı 

Velî’ye karşı derin bir saygı ve sevgisi bulunmaktadır, bundan dolayı da onun müridlerinin vergiden muaf 

tutulması hükmünü vermiş, bu konuda yukarıda yazılı olan efsane anlatılagelir olmuştur. Hacı Bayram-ı 

Velî,  Bayrâmiyye  tarikatının  şeyhi  olarak  bilinir  (Akkuş  1986:  161-162;  Baykara  1986:  15-18;  Günay 

2003: 39) 

Yukarıda anlatılan menkıbede geçen olaylar; 

1. Belirli bir gruba çıkar için üye olma 

2. Haksız kazanç sağlama (vergi kaçırma) 

3. Dini, çıkarları için kullanma, 

şeklinde görülmektedir. 

Ancak  akıl  ve  keramet  ehli  Hacı  Bayram-ı  Velî  bu  durumlara  izin  vermemiş  ve  gerçeği  ortaya 

çıkarmıştır.  Onun  göstermiş  olduğu  keramet,  insanoğlunun  her  şeyden  önce  aklını  kullanması  gereğini 



78 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

göstermektedir. Her ne sebeple olursa olsun, insanlar dâhil olduğu gruplarda kişisel çıkarlarını ön planda 

tutmamalı  kuralından  hareketle,  özellikle  de  din  gibi  temel  bir  olguyu  maddi  çıkarların  üstünde 

tutmaktadır. Bunun için insanların en çok değer verdiği canlarını ortaya koymaları gerekmektedir. 

Hacı Bayram-ı Velî’nin bu menkıbesi, günümüzde fıkra şeklinde anlatılmaktadır. Özellikle sosyal 

medya üzerinden yine benzer şekilde din olgusunu işlemekte ancak, mekân ve zaman olarak günümüzü 

ve yine can korkusu yüzünden insanların maneviyatının ne oranda değiştiğini vurgulamaktadır.  

Menkıbenin fıkralaşmış  şekli,  sosyal  medyada  çeşitli  sitelerde  -bazı  din  adamları  da  dâhil  olmak 

üzere- aşağıdaki gibi anlatılmaktadır. Aynı fıkra Erzurum, Bayburt vb. illerimizde yaşayan insanlarımız 

adına bağlanarak da anlatılmaktadır. 

“Bir  Buçuk  Mürit”  adında  Ahmet  Yesevî’ye  ait  bir  menkıbe  de  bulunmaktadır.  Ancak  o 

menkıbenin Hacı Bayram-ı Velî adına bağlanan menkıbe ile ad benzerliği dışında herhangi bir benzerliği 

yoktur. Ayrıntılı bilgi için M. Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (2003, 9. bsk) adlı 

eserinin 109. sayfasına bakılabilir.  

Kurban 

“Cemaat, camide namazını kılmış, tesbihat yapıyormuş. Birden içeri elinde çifte su verilmiş Bursa 

işi bir ekmek bıçağı bulunan bir adam girmiş ve gür sesiyle: 

“Aranızda Müslüman var mı?” diye bağırmış. 

Cemaat, eli bıçaklı adamdan acayip korkmuş tabii. Ama içlerinden yaşlıca biri cesaretini toplamış, 

herşeyi göze almış artık ve elini kaldırmış: 

“Ben... Ben müslümanım.” 

Adam  bunu  dışarı  götürmüş.  Meğer  kurban  kestirecekmiş.  Kurbanını  yaşlı  adama  kestirmiş  ama 

adam yaşlı tabii, yorulmuş. Ben yoruldum evladım, derisini de başkası yüzsün demiş. Kurban sahibi adam 

camiden içeri tekrar girmiş, bu sefer Bursa işi bıçağı kana bulanmış gören cemaat iyice korkmuş tabii. 

Adam: 

“Aranızda başka Müslüman yok mu?” diye bağırmış. 



O anda herkes imama bakmış, imamın ödü kopuyor tabii. 

“Ne bakıyorsunuz bana ya!” demiş ve eklemiş: 

“İki  rekat  namaz  kıldırdık  diye  Müslüman  mı  olduk...”  (http://www.turkcealtyazi.org 

/viewtopic.php?t=11987) 



Yahudi Kurban Kesmek İster 

“Bir gün Yahudi’nin biri adak kurbanı kesmeye karar verir. Ama kime kestireceğini bulamaz. 

"Kim keser?.. Kim keser?.." diye düşünürken aklına Müslümanlar gelir. 

"Hah şimdi buldum. Müslümanlardan yardım isterim." 

Bir camiye gider. Durumu anlatır...  

“Birisi ben keserim.” der.  

Evin yolunu tutarlar. Kurban biraz güçlük çıkarır ve bizim Müslüman yorulur. 

"Camiden birini daha çağır da o da kurbanı yüzsün" der. 

Adam camiye kanlı bıçakla girer. 

"Başka Müslüman var mı?..." 

Herkes birbirine bakınır. En sonunda adamlardan biri imamı gösterir.  

"İşte o Müslümandır." 

İmamın verdiği cevapsa komik: 

"İki  rekat  namaz  kıldık  diye  hemen  Müslüman  mı  olduk!"  (http://www.islamiyasam.com/ 

forum/topic5449.html) 

Yukarıda verilen fıkra da “Bir Buçuk Mürit” menkıbesi ile benzerlik göze çarpmaktadır. Konunun 

işleniş sırası da benzer şekildedir.  

Menkıbe ile fıkranın benzerlikleri ve farklılıkları aşağıdaki gibidir: 

Benzerlikler: 


79 

Yrd. Doç. Dr. Atiye NAZLI/Halk Nesri Türlerinde Değişim ve Dönüşüm: Menkıbeden Fıkraya…  

1. Müslümanlar, müritler bir alanda toplanmaktadır. 

2. Her iki anlatmada da kurban kesme meselesi söz konusudur. 

3. Her ikisinde de kan görülmektedir. 

4. Can korkusu dinî duyguların önüne geçmektedir. 

5. Her ikisinde de din adamı bulunmaktadır. 

Farklılıklar: 

1. Menkıbede, imtihan bilinçli bir şekilde gerçek inananları (müritleri) bulmak içindir. Fıkrada ise 

gayrimüslim gözüyle (bilerek veya bilmeyerek !) Müslümanların dinî duyguları sorgulanmaktadır. 

2. Menkıbede kurban, Hacı Bayram Velî tarafından çadırın içine çağrılmaktadır. Fıkrada dışarıdan 

gelen şahıs cami içinden bir Müslümanı dışarıya götürmektedir. Ancak ikisinde de bilinmezlik vardır. 

3.  Menkıbede  çadırın  içinden  kan  sızmaktadır.  Fıkrada  kurban  kesmek  isteyen  gayrimüslimin 

önlüğü kan içindedir ve elinde bıçak vardır. 

4. Menkıbede din, manevi çıkarlar için kullanılmaktadır. Fıkrada din, sahip çıkılmayan önemsiz bir 

olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.  

5.  Menkıbede  din  adamı  olan  Hacı  Bayram-ı  Velî,  akıllı,  zeki  ermiş  bir  kişidir.  Zaman  15. 

yüzyıldır.  Fıkrada  din  adamı  cami  imamıdır.  İmam  korkak,  dinî  bilgisi  olmayan  ve  dini  maddî  olarak 

gören bir kişidir. 

SONUÇ 

Menkıbe din büyüklerinin hayatlarında göstermiş oldukları kerametleri, hem yaşadıkları dönemde 

hem  de  sonraki  dönemlerde  insanlara  nasihat  vermek  amacıyla  anlatılan  ve  anlattığı  olayların  gerçek 

olduğuna inanılan bir türdür. Okuyan ve dinleyenlerde manevi bir haz uyandırmaktadır. Burada işlenen 

menkıbenin verdiği ders din adamının özelliklerinin yanında, din olgusunun maddi çıkarlar doğrultusunda 

kullanılmamasıdır. Bir diğer önemli mesaj ise insanın inandığı değerler için canını vermesi gerektiği ile 

ilgilidir.  

Fıkra  metninde  de  aynı  mesajlar  verilmekte  ve  değerler  sorgulanmaktadır.  Bu  bağlamda  din 

olgusunun  günümüzde  maddî  çıkarlar  doğrultusunda  kullanıldığını  mizahi  bir  üslupla  işlemektedir.  Bu 

belki de günümüzde dinî duyguların eskisi kadar önemli görülmemesi şeklinde de yorumlanabilir. 



KAYNAKÇA 

Akar, M. (2012), Temsiller ve Hikâyeler, İstanbul, Şahdamar Yayınları. 

Akkuş, M.  (1986), Hacı Bayram-ı Velî’nin Hayatı, Tasavvuf  Anlayışı ve Hakkında  Yayınlanmamış Medhiyeler”, 

Vakıf  Haftası  Dergisi,  4,  161-166.

 

http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/handle/11352/696;  e.t. 



16.03.2016

 

Alptekin, A. B. (2012), Efsane ve Motifleri Üzerine, Ankara, Akçağ Yayınları. 



Altuntaş, İ. H. 

http://kitap.mollacami.com/dini-hikayeler/haci-bayram-i-veli.html

.

 e.t. 16.03.2016



 

Baykara, T. (1986), “Hacı Bayram-ı Velî ve Dönemine Umumi Bir Bakış, Vakıf Haftası Dergisi, 4, 15-18.  

Gülerer Salih (2013), “Türk Kültüründe Menâkıbnâmeler ve Menâkıbnâme Yazıcılığı” Tarih Okulu Dergisi (TOD) 

Journal of History School Aralık, 6 (XVI), 233-262.  

Günay, Ü. (2003), Xv. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Sosyo-Kültürel Yapı, Din ve Değişme”,  Erciyes Üniversitesi 



İlâhiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1 (14), s. 21-48. 

Güzel, A. (2014), Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara, Akçağ Yayınları. 

http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/handle/11352/655, e.t. 16.03.2016

 

http://turkkad.org/UD_OBJS/PDF/PROJE/2012/HBV-davet%20kitab%C4%B1-web.pdf, e.t. 16.03.2016



 

http://www.islamiyasam.com/forum/topic5449.html, e.t. 16.03.2016 

http://www.turkcealtyazi.org/viewtopic.php?t=11987, e.t. 16.03.2016 

Köprülü, M.F. (2003, 9. bsk), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, Akçağ Yayınları. 

Sakaoğlu, S (2009; 2013), Efsane Araştırmaları, Konya, Kömen Yayınları. 

 

 



80 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

 


ТҮРКІ ТІЛДЕС ХАЛЫҚТАРЫНЫҢ СӨЙЛЕУ ЕРЕКШЕЛІГІ 

Доц. Айгүл Қ. АЙТБЕНБЕТОВА

 

Түйіндәмә:  Мақалада  жалпы  түркі  тілдес  халықтарында  сөйлеу  мен  тіл  әдетте  бірінің  орнына  бірі 



қолданыла  береді,  ұлт  тілінің  арнаулы  мақсаттар  тілі,  ғылым  тілі  ретінде  кемелденуінің  көрінісі 

болып саналатындығы қарастырылады.  




Достарыңызбен бөлісу:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   102




©emirsaba.org 2024
әкімшілігінің қараңыз

    Басты бет