Keywords: East Turkistan, Swedish Missionary Publications
Giriş
11. asırda Türk Dünyasının kültür merkezi olan Doğu Türkistan bu gün o ihtişamın çok gerisinde
bir varlık yokluk mücadelesi vermektedir.
Türk dilinin ilk sözlüğünü ve gramerini yazan Kaşgarlı’nın doğum yeri 19. Asır sonları ve 20.
Yüzyıl başlarında yoğun bir misyonerlik faaliyetine maruz kalmıştır. Bu faaliyetlerin bu günkü Uygur
Türkçesinin eski yazı dilinden uzaklaşması ve değişmesinde etkisi büyük olmuştur. Adına çalıştıkları
ülkelerin lehine siyasi ve ekonomik faaliyetlerde bulunan misyonerler kültür hayatına da etki etmiştir. Bu
günkü Uygur Türkçesinin Çağatay Türkçesinden uzaklaşma ve yeni oluşma sürecini bu misyonerlerin
eserlerinden takip etmek mümkündür.
Bölgedeki baskı ve şiddet ile kültür alanında yapılan tahribat dikkate alındığında misyonerler
tarafından yapılan bazı çalışmaları takdir etmek de mümkündür. Bunu züğürt tesellisi olarak görsek de
1950 öncesi pek çok eser ve neşriyatın sadece misyoner koleksiyonlarında bulunması bu takdiri izah eder
mahiyettedir.
İsveçli misyonerler 1892 yılında Kaşgar’a gelerek uzun süre bölgede kalmışlardır. Bu misyonerler
hayatın her safhasında görevlerini yürütmüşlerdir. Öyle ki bunlar arasında bir dil uzmanına rastladığımız
gibi bir tıp doktorunu (Gedikli 1998: 408) da görmek mümkündür.
İsveçli misyonerler dil ve kültür alanındakiler misyonerlik faaliyetlerini daha etkin yürütebilmek
amacıyla Kaşgar’da ilk matbaayı kurmuşlardır (Esed 2013: 76). Bu matbaa 1938 yılına kadar faaliyet
göstermiş ve bu yıllar arasında binlerce kitap basılmıştır. Basılan bu kitapların arasında dini kitapların
yanı sıra çok sayıda ders kitabı ve dil ve kültür alanında kitaplar ve sözlükler de yer almaktadır.
Bölgeye ilk olarak gelen İsveçli misyonerler arasında Gustaf Raquette, Gustaf Ahlbert, Sigfrid
Moen ve Gunnar Jarring gibi isimler yer almaktadır. Bu isimler aktif bir biçimde Uygur Türkçesiyle dil
ve kültür çalışmalarını yürütmüşlerdir (Esed 2013: 75). Adı geçen misyoner bilim adamları sadece bu
Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ÇTLE Bölümü, ademyeloglu@hotmail.com
26
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
faaliyetleri yürütmekle kalmamış dile olan ilgileri sonucu şu an İsveç’teki kütüphanelerde bulunan el
yazmalarını ve o dönemde basılan gazete, dergi ve kitap olarak pek çok koleksiyonu toplamışlardır.
Bunun yanı sıra yaptıkları çalışmalar ile Kaşgar’da neşriyat hayatının gelişmesine de katkı sağlamışlardır.
Nitekim doğu Türkistan’da Uygurca basılan ilk eserler bu misyonerler tarafından kurulmuş olan
“Swedish Mission Press” gibi misyoner matbaalarında basılmıştır. Sonra, Abdulkadir Damolla tarafından
bu matbaaya el konmuş ve ilk Uygur milli matbaası oluşturulmuştur (Qarluq 2009: 290-328; Esed 2013:
76). Bunu, Uygurlar tarafından kurulan Hurşit, Nur Şivit matbaaları takip eder (Baran 2007: 194).
Bu matbaalarda basılan kitapların dili incelendiği vakit Çağatayca’dan bir farlılık olduğu göze
çarpmaktadır. Aynı zamanda çeşitli bölgelerden derlenen kelimelerden hareketle yapılan çalışmalar hem
dönem hakkında bilgi vermekte hem de farklılıkları ortaya koymaktadır. Bunu, Çinlilerin milliyetler
politikasına temel olan mahalli şivenin yazı diline dönüştürülmesinde ilk adım olarak kabul etmek
mümkündür.
Yeni Uygur Türkçesini, mahalli şivelerin Çağatayca’dan ayrılarak yazı dili olmaya başlamasına
paralel olarak yapılan alfabe değişikliği ile 1955’ten başlatmak doğru olur. Türk dünyasında yapılan
alfabe değişikliklerinin idari kadrolar tarafından yapıldığını ve siyasetle yakından ilgisi olduğunu göz ardı
etmemek gerekir Ancak bunun ilk uygulamasının bu misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde tatbik
edildiğini söylemek mümkündür. Bugün Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan alfabeye baktığımız zaman
90-100 yıl öncesinde kullanılan alfabeden - sesleri karşılayan işaretler bakımından – çok farklılık arz
ettiğini görürüz.
Doğu Türkistan’daki Uygurlar XX. yüzyılın başlarına kadar Arap alfabesi ile yazılan Çağatay yazı
dilini kullanmışlardır. 1920’li yılların başında yazıda bir reform yapılması gerektiği düşünülmüş ve bu
konuda çalışmalara başlanarak çeşitli fikirler öne sürülmüştür. Çağatay temelli Uygur alfabesinin “Uygur-
Arap” alfabesi haline gelmesi gibi. Bu durum Doğu Türkistan’a Taşkent’ten gelen aydınların talepleri
sonucunda gerçekleşmiştir (User 2006: 126). Daha sonra 1930’da SSCB Uygurlarının Latin alfabesini
kabul etmeleri Doğu Türkistan’daki Uygurları da etkilemiş bazı bölgelerde Latin yazısı kullanılmıştır.
1936 yılında ise alfabede ilk değişiklikten sonra 1951 yılında Arapça’ya mahsus seslerin karşılığı olan
işaretler kaldırılarak yeni değişiklikler yapılmıştır (Koraş 2015: 8). Alfabe değişikliklerinde ortaya atılan
bu fikirler Doğu Türkistan’daki ve Taşkent’ten gelen aydınlar tarafından yapılsa da bölgenin Çinli valisi
Sheng Shi-cai’nin SSCB’deki gelişmelerin etkisi altında bir siyaset izlediği ve bölge aydınlarını baskı
altında tuttuğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir (User 2006: 126). Bu durumda yukarıda bahsettiğimiz
alfabe değişikliklerinin idari kadrolar tarafında yapıldığı ve siyasetle yakından ilgili olduğuna bir örnektir.
Nitekim Doğu Türkistan’daki alfabe ve imla değişiklikleri ile yazı diline esas olan ağızların belirlenmesi
gibi hususlar Çin Hükümetinin Doğu Türkistan’da uygulanan “Milliyetler Politikası”nın bir parçasıdır
(Koraş 2015: 8). Bu politika gereği kültür alanında yapılan ilk çalışmalar da süreklilik arz eden bir alfabe
değişikliği olmuştur.
Yeni Uygur Türkçesi hakkında yapılan çalışmalara baktığımız zaman büyük oranda 1955 sonrası
basılan kaynakların kullanıldığı görülmektedir. Bu da bizde Yeni Uygur Türkçesi’nin daha önce yokmuş
da 1955’ten sonra birden bire ortaya çıktığı hissi uyandırmaktadır. Oysaki Özbek Türkçesi ile birlikte
Çağatayca’nın devamı olarak nitelendirdiğimiz Yeni Uygur Türkçesi için bu tarihten öncesine de
bakılması gerektiğinin daha faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bunun içindir ki İsveçli misyonerlerin
matbaasında basılmış eserler gerek dil özellikleri gerek söz varlığı açısından bize ışık tutmaktadır. Çünkü
bu matbaa 1912-1938 yılları arasında çalışmıştır ve bu gün o döneme ait eserleri Doğu Türkistan’da
bulmak mümkün değildir. Aynı zamanda bölgenin siyasi durumunu bilmek ve bu siyasi duruma bağlı
değişiklikleri görmek Yeni Uygur Türkçesi çalışmalarına katkı sağlayacaktır.
Alfabe değişiklikleri ve bu konuda misyoner Türkologların yazdıkları makaleler bir taraftan
misyonerlerin çalışmasını yansıtırken diğer taraftan bu gün sun’i olarak yok edilen veya türetilen sesler
hakkında bize bilgi verir (Shaw 1878; Jarring 1933).
Kaşgar’da misyonerler tarafından 1923 yılında basılan Zebur bu konuda güzel bir örnektir. Eser bir
misyonerlik çalışması olmasına rağmen dönemin dili ve söz varlığı açısından bize bilgi vermesi yönüyle
önemlidir. 1950 öncesi Uygur Türkçesi ile yazılmış ender eserlerden birisi de Zebur’dur.
Eser Arap harfleriyle yazıldığından Latin alfabesine aktarılırken birtakım sıkıntılar karşımıza
çıkmaktadır. Bu eserlerin incelenmesinde karşımıza çıkan ilk sorun çeviri yazı işidir. Metni geç dönem
Çağatay metni olarak mı düşünüp çeviri yazısını yapmak gerekir yoksa bir Yeni Uygur metni gibi mi
düşünüp çeviri yazısını yapmak gerekir? Bugün Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan alfabe Arap alfabesi
27
Adem YELOĞLU/Doğu Türkistan’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Uygur Türkçesi Hakkında
olsa da 1949’dan sonra çeşitli değişikliğe uğradığını Uygur Türkçesi için Arap alfabesinden
geliştirildiğini unutmamak gerekir. Bu nedenle Zebur’u geç dönem Çağatay metni olarak düşünmek ve
buna göre çeviri yazısını yapmak daha doğru olacaktır. Bunun yanı sıra metnin çeviri yazısı yapılırken o
dönemde yazılmış diğer eserleri de incelemek gerekir.
Bu dönemde yazılmış elimizde olan diğer eserler de büyük oranda yine misyonerlerin yaptığı
çalışmalardır. Buna Uygur Türkçesi ile ilgili çalışmaları da dahil etmek yerinde olur.
Uygur dili alanında en geniş çalışma yapmış kişilerin başında Robert Shaw ve Gunnar Jarring
gelmektedir. Fakat Shaw’ın çalışmalarının daha eski olduğu unutulmamalıdır.
Jarring 1920-1930 arasında Kaşgar ve civarında derlediklerini Studien Zu Einer Osttürkischen
Lautlehre adında1933 yılında tez olarak sunmuştur. Jarring’in bölgede yaptığı çalışmalar bununla sınırlı
değildir. Doğu Türkçesi üzerine pek çok çalışması vardır. Jarring 1933 yılında hazırladığı bu eserinde
derlediklerini hem Arap alfabesi ile hem de Latin alfabesi ile vermiştir. Jarring’in derlediklerini Latin
alfabesi ile de vermesi Arap alfabesi ile yazılmış Uygurca eserlerdeki ünlülerin doğru olarak tespiti için
önemlidir. Nitekim bugün Uygur Türkçesi için kullanılan alfabede “ı” sesini karşılayan bir işaret yoktur.
Fakat Jarring eserinde bu ses için ayrı bir işaret kullanmakla kalmamış, yeni alfabede “ı” sesinin
olmamasını eleştirmiştir (User 2006: 135).
Yine bu alanda çalışma yapmış önemli bir diğer isim ise Robert Shaw’dır. Shaw A Sketch Of The
Turki Language As Spoken In Kashgar And Yarkand adında 1878 yılında Kaşgar ve Yarkent bölgesinden
derlediği kelimelere dayanarak bir sözlük hazırlamıştır. Shaw’ın bu eseri incelendiğinde onun da “ı”
sesine yer vermediği görülür. Oysaki hem Shaw hem Jarring otuz yıl arayla aynı bölgede çalışma yapmış
iki önemli isimdir. Fakat “ı” sesi açısından çalışmaları birbiri ile tezatlık göstermektedir. Uygur Türkçesi
için yeni bir yazı dili oluşturulurken misyonerlerin bu tespitlerinin esas alındığı da söylenebilir.
Bugün Uygur Türklerinin konuşurken “ı” sesini telaffuz etmeleri bu günkü yazı dilinin nasıl
oluşturulduğu hakkında bize ipucu verir. Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri 1965-1984 yılları arasında
Arap alfabesi ile birlikte Latin alfabesini de kullanmaya mecbur edilmiştir (User 2006: 133-134). Bu
alfabede de “ı” sesini karşılayan bir işaret bulunmamasını Gunnar Jarring eleştirmesi (User: 2006, s. 135)
alfabenin hangi amaçlarla oluşturulduğunu bize hissettirir. Bir başka problem ise bundan yaklaşık 80-100
yıl öncesi bölgede yazılmış bu eserlerin bugün Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri tarafından
anlaşılamamasıdır. Bu durum da ayrıca üstünde durulması gereken önemli bir konudur.
Sonuç
Yeni Uygur Türkçesinin tarihi için önemli olduğu düşündüğümüz bu eserler, misyonerler
tarafından yazıldığı dikkate alınarak okunup incelenmelidir. Bahsettiğimiz problemler de tartışılmalıdır.
Eserlerin Arap alfabesiyle yazılmış olması ve Latin alfabesi ile de karşılıklarının verilmesi ses değerleri
açısından önemlidir. Eserler incelendiği vakit başka incelenmesi gereken yeni konular da ortaya
çıkacaktır. Bu eserlerin dili Çağataycadan ne kadar farklıdır? Çağatayca’dan farklılık varsa bunlar
nelerdir? Yeni Uygur Türkçesinin yazı dili olması bilindiği gibi 1950’li yıllar mıdır yoksa daha öncesine
mi dayanır? Bu eserlerin dil özellikleri daha sonra bölgede çıkan yayınlarda kendini göstermiş midir?
Bütün bunların cevabı bölgede kurulan matbaalarda basılan Uygur Türkçesi eserlerinde gizlidir. Çünkü
Yeni Uygur Türkçesi üzerine yapılan çalışmalar genellikle 1950 sonrasına dayanmaktadır. Bu tarihten
öncesine ait eser bulmak çok zor belki de imkânsızdır. Bu matbaa 1912-1938 yılları arasında çalıştığından
burada basılan eserler Yeni Uygur Türkçesinin tarihi açısından önemlidir. Bu eserlerin gerek dil
özelliklerinin gerek söz varlığının belirlenmesi bir döneme ve Çin’in milliyetler politikası ile oluşturmaya
çalıştığı yeni Uygurcaya ışık tutacaktır.
KAYNAKÇA
Adil, Hikmet Bey(Çev. Yusuf Gedikli) (1998), Asya’da Beş Türk, İstanbul: Ötüken Neşriyat. İstanbul.
Baran, Lokman (2007), “Çağdaş Uygur Edebiyatının Oluşması ve Gelişmesi”, Bilig, Yaz 2007, S. 42, s. 191-211.
Jarring, Gunnar (1933), Studien Zu Einer Osttürkischen Lautlehre, Lund.
Koraş, Hikmet (2015), Vatan Şairi Bir Uygur Mehemmetimin Obulkasimov, Konya: Kömen Yayınları.
Mezāmir Kitābı Yani Zebur-u Dāvud (1923), Eastern (Kashgar) Türki, Kashgar: Swedish Mission Press.
QARLUQ, Abdureşit Jelil (2009), Türk Kültürü, S. 2009/2, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları,
s. 290-328.
Shaw, Robert (1878), A Sketch of the Turki Language As Spoken In Kashgar And Yarkand, Calcutta.
Süleyman, Esed (2013), Study On “Kashgar Prınts”: “Eastern Turkı” Prınted Materıals Publıshed By The Swedısh
Mıssıon Press In Kashgar (1892-1938), Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 1/1, s. 75-108.
Şirin User, Hatice (2006), Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri, Ankara: Akçağ Yayınları.
28
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
http://www.islamalimi.com/zebur-hakkinda-bilgi/
12 Mart 2016 tarihinde elde edildi
BİLİNMEYEN BİR MEVLİT METNİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
Yrd. Doç. Dr. Ahmet BÜYÜKAKKAŞ
Özet: Mevlid kelimesi, doğma, doğurma, doğum zamanı, doğum yeri, vb. anlamlarda kullanılmaktadır. İslam
dünyasında Hz. Muhammed’in doğumunu anlatan mesnevi nazım şekliyle mevlid türünde pek çok eser
yazılmıştır. Bu eserlerde doğum dışında Hz. Muhammed’in hayatı, peygamberliği, mucizeleri, ahlâkı,
savaşları ve vefatı da işlenmiştir. Anadolu Türklüğünde Hz. Muhammed’in doğum gününde onu anmak ve
övmek dışında, ölüm veya düğün, askere gönderme, sünnet, yağmur duası gibi farklı törenlerde de mevlid
okunması gelenek hâline gelmiştir. Çalışmamızda Milli Kütüphanede bulunan el yazması bir mevlid metni
incelenecektir. Bu eserin baş, orta ve son kısımları eksiktir. Eserin yazarı ve yazılış tarihi hakkında da bir
bilgi yoktur. Bu bildiride metin nazım şekli, vezni ve dili bakımından değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Mesnevi, Mevlid, Türk Edebiyatı, Eski Anadolu Türkçesi
Evaluation of An Unknown Mevlid Text
Abstract: The word of Mevlid, is used in the meanings of born, birth, birth time, place of birth etc. In
Islamic World, many works, which are in types of mevlid, are written about describing Prophet Hz.
Muhammed’s birth in the verse form of mesnevi.
In these works except birth are also about Hz. Muhammed’s life, his prophecy, his miracles, his morality, his
wars and his death. In Anatolian Turks, except commemorate and praise Hz. Muhammed in his birthday,
reading mevlid has become a tradition also in different ceremonies like ; death or wedding, send off to
military, circumcision feast, rain prayer. In our work, a manuscript mevlid text which is in National Library
will be examined. This work’s beginning; middle and last parts are missing. There is also no information
about writer and writing time. In this report, text will be considered in point of verse form, rhythm and lingui
form.
Keywords: Mesnevi, mevlid, Turkish Literature, Old Anatolian Turkish
Giriş
“Mevlid” kelimesi Arapça “v, l, d” kökünden gelip mimli mastar olarak “doğma, vilâdet, doğurma”
mef’il bâbında ism-i zaman veya ism-i mekân olarak “doğum zamanı” veya “doğum yeri” ve “birinin
doğum günü” anlamlarına gelir. (Köksal 2011: 20). Türk edebiyatında “Mevlid-Mevlit-Mevlûd-Mevlüd”
şeklinde kullanımlar bulunmaktadır
1
.
“Mevlit” kavram işareti, dilimizde önceleri, Arapça’da olduğu gibi “doğma, doğuş”,
“dünyaya gelinen zaman”, “dünyaya gelinen yer” kavramlarını karşılamak için kullanılmış; daha
sonraları ise özel bir kullanım kazanarak Hz. Peygamber’in “dünyaya gelişini”, “doğduğu
zamanı”, “doğduğu yeri”, hayatını, mucizelerini, gazalarını, ahlakını, vefatını vd. yönlerini konu
alan eserleri (özellikle de Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n-Necatı’nı) veya bu eserlerin
okunduğu törenleri ifade eden/karşılayan bir kavram işareti olmuştur (Alyılmaz 1999: 196).
İslam dininin ortaya çıkışı, bu dini kabul eden toplumların hayatlarında köklü değişikliklere yol
açmıştır. Allah ve Peygamber sevgisinin yarattığı dinî heyecanla edebiyatları da yeniden şekillenip
Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü abuyukakkas@gmail.com
1 1) “Mevlid-Mevlüd” yazımını Pekolcay şu şekilde değerlendirmiştir: İslâm Peygamberi Hz. Muhammed
(S.A.V.)’in doğumuna işaret ettiği manası ile rağbet kazanmış bulunan “Mevlid” kelimesi ilk olarak ism-i zaman ve
ism-i mekânı, bilhassa da Hz. Muhammed’in doğumu zamanını ve doğduğu yeri belirtmek için kullanılmış, sonra
değişik manalar kazanmıştı. Bundan sonra da kelime mezkûr metinlerde “Mevlüd” şeklinde ve “vav” ile yazılmış
olduğuna, “Mevlüd” de doğmuş çocuk manasına geldiğine göre, bu, Türkçenin telaffuzuna uydurmak gayretinin
sonucu olabileceği gibi, “Mevlüd”ün doğrudan doğruya Hz. Muhammed’e işâret için kullanılmış olabileceği de
bence kuvvetli bir ihtimaldi (Pekolcay 2015: VIII).
2) “Mevlid-Mevlûd” yazımını Köksal şu şekilde değerlendirmiştir: Şu hâlde Hz. Muhammed’in doğum yeri /veya/
zamanı anlamında “Mevlid” gibi “Mevlûd” kelimesinin de kullanılabileceğini, nitekim bunun pek çok örnekte
görüldüğünü ve her iki kullanımın da doğru olduğunu söylemek gerekir (Köksal 2011: 21)
3) “Mevlût-Mevlûd” kullanımı konusunda Timurtaş: “Bazı kimselerin mevlid kelimesini “Mevlût veya “Mevlûd”
şeklinde telaffuz etmeleri doğru değildir; çünkü” mevlûd” yeni doğan demektir (Çayan 2015: 348).
30
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
gelişen Müslüman toplumlarda zamanla farklı edebî tür ve şekiller ortaya çıkmıştır. Allah’ı anlatma ve
övmeyi konu edinen tevhid, münacat, Esmâ-i Hüsnâ şerh ve muammaları, tefsirler, Kur’an tercümeleri
gibi türler yanında Hz. Peygamber’e duyulan derin ve samimi sevgi etrafında naat, mevlit, siyer,
miraciye, şefâatnâme, hilye, şemâyil, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis tercümeleri, esmâ-i Nebî, mu’cizât-ı
Nebî, ahlâku’n-Nebî, gazavât-ı Nebî, hicretü’n-Nebî, vefâtü’n-Nebî gibi pek çok dini tür teşekkül
etmiştir. Hz. Muhammed’e duyulan sevgi etrafında oluşan türler içerisinde mevlitlerin ayrıcalıklı bir yeri
vardır. İslam âleminin genelinde Hz. Peygamber’in doğumu şerefini methedip şefaate ulaşmak arzusuyla
mevlit türünde pek çok eser kaleme alınmıştır (Eroğlu 2010: 126).
Mevlid türü eserlerin istisnasız hepsinde ortak olan tek mevzu Hz. Muhammed’in doğumudur.
Nübüvvet nurunun yaradılışı, Hz. Âdem’den başlamak üzere diğer peygamberleri dolaşarak Hz.
Abdullah’a gelişi, Hz. Âmine’nin hamileliği, hamileliği esnasında vuku bulan olağanüstü hadiseler ve
mucizeler, nihayet doğum ve doğumla birlikte Hz. Muhammed çevresinde ve yeryüzünde gerçekleşen
mucizeler, Türkçe mevlidlerin temel konularını oluşturur. Ancak pek çok mevlidde doğum hadisesi
dışında konular da dile getirilmiştir. Bütün mevlidler aynı olmamakla birlikte, miraç başta olmak üzere
Hz. Muhammed’in bazı mucizeleri, örnek ahlâkı, hayatının bazı safhaları ve nihayet ölümü de
mevlidlerde işlenen konular arasındadır (Köksal 2011: 26).
Hz. Peygamber’in doğum günü olan Rebiülevvelin 12. günü Müslümanların, Mekke’de
Rasulullah’ın doğduğu evi, Medine’de de mübarek kabrini ziyaret ettikleri bilinmektedir. Hz.
Peygamberi’in doğum gününde yapılan bu merasimler, zaman ve mekân farkından doğan bazı
değişikliklerle, asırlar boyu devam etmiştir. Her şeye rağmen daima bazı ortak özellikler taşıyan bu
merasimler “Leyletü’l-Mevlid” veya Mevlidü’n-Nebi” diye anılmıştır (Çetin 1987: 74).
Mevlidü’n-Nebi merasimlerinin resmî mahiyet kazandığı devir Fatimîler dönemidir (Çetin 1987:
74)
2
. Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve
halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil
Atabegi Begteginli Muzafferüddin Kökböri (1190-1233) mevlidi büyük törenlerle yeniden kutlamaya
başlamıştır (Özel 2004: 475). Muzafferiddin Kökböri’nin mevlid törenlerine kazandırdığı yeniliklerden
biri de ilk mevlid kitabının onun zamanında ve ona ithaf edilerek yazılmış olmasıdır (Çetin 1987: 76).
Memlükler döneminde Mısır’da ve sonrasında Kuzey Afrika’da (Fas ve Tunus) mevlid törenlerinin
Osmanlı hâkimiyetinin bittiği Fransız işgali döneminde de kutlandığı görülmektedir (Özel 2004: 477).
Pekolcay Mevlid törenlerinin bir halk bayramı olarak Kuzey Afrika sahili boyunca, Septe, Tlemsen, Fas
ve İspanya’ya kadar yayıldığını ve sonra Doğu’da Hindistan’a kadar uzanırken, Mevlid metinlerinin
okutulması âdetinin de yaygınlaştığını belirtmektedir (Pekolcay 2015: 10).
Osmanlıda Mevlid törenlerinin -bazı vakıf kayıtlarıyla Osman Gazi’ye kadar götürülse de -genel
görüş Kanûnî Sultan Süleyman döneminden itibaren saray protokolünde yer almaya başladığı ve III.
Murat zamanında tamamen resmîleştiği şeklindedir (Şeker 2004: 479). Mevlid’in resmi törenle kutlanışı
1910’dan itibaren kanunla kabul edilmiş ve bu törenlere Cumhuriyet’in ilânına kadar devam edilmiştir
(Pekolcay 2015: 15).
Günümüzde mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar İslam
ülkelerinde -bazılarında resmî, bazılarında gayrı resmî olarak- yaygın biçimde kutlanmaktadır (Özel
2004: 477).
Mevlit okuma, geçmişte olduğu gibi günümüzde de yaşatılan bir gelenek durumundadır. Yalnızca
Hz. Muhammed’in doğum gününde onu anmak ve övmek adına değil hususi olarak vefat, sünnet, düğün,
hatim, askere uğurlama, yağmur duası gibi çeşitli cemiyetlerde çeşitli vesilelerle okunmaktadır.
Kültürümüzde uzun bir geçmişe dayanan mevlit okuma ve okutma geleneği, zaman içerisinde pek çok
folklorik özelliği de beraberinde getirip farklı bir çeşni kazanmıştır (Eroğlu 2010: 128).
2 Osman Çetin’in “Tarihte İlk Resmî Mevlid Merasimleri” makalesinde Fatımîlerde Mevlidü’n-Nebi dışında
Mevlid-i Ali, Mevlid-i Hasan, Mevlid-i Hüseyin ve Mevlid-i Fatma adı ile mevlid töreni tertip edildiği
belirtilmektedir (Çetin 1987: 74). Necdet Şengün, Hz. Fâtıma Mevlidi ve Vesiletü’n-Necâ İle Mukayesesi”
makalesinde Hz. Fatma mevlidi hakkında (Şengün: 2008: 419-438), “Türk İslam Edebiyatında Manzum Hz. Ali
Mevlidleri ve Câferî’nin Mevlûd-i Haydaru’l-Kerrâr’ı” makalesinde de Hz. Ali Mevlidleri hakkında bilgi
vermektedir (Şengün 2012: 303-324). Ayrıca son asır mevlid müelliflerinden Bursalı Mehmed Şemseddîn el-Mısrî,
Peygamber Efendimiz ve Hz. Ali’nin doğumları için yazdığı mevlidlerin yanı sıra Âl-i Abâ mevlidlerini Hz. Fâtıma,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin mevlitleriyle tamama erdirmiştir (Köksal 2011: 33).
31
Yrd. Doç. Dr. Ahmet BÜYÜKAKKAŞ/Bilinmeyen Bir Mevlit Metni Üzerine Değerlendirme
Pekolcay, İstanbul kütüphanelerinde ve kaynaklarda gösterilen Türkçe mevlidlerin ve Mevlid ile
ilgili risâlelerin sayısının 200’den fazla olduğunu söylemektedir (Pekolcay 2015: 40). Türkçe mevlid
metinlerinin çoğu aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla ve mesnevi tarzında yazılmıştır
3
. Ortalama
600-1400 beyitten oluşan mevlidlerde genellikle Hz. Peygamber’in doğumu üzerinde durulmakta,
ardından mi’racı ele alınmakta, çeşitli mucizeleri anlatılmakta, daha sonra vefatından bahsedilmektedir.
Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden
iktibaslarla telmihlerle desteklenmiş, birtakım iddiaların aksine çoğunda bid’at denebilecek fikirlere yer
verilmemiştir (Aksoy: 2004, 482).
Türk edebiyatında kaleme alınmış ilk mevlid Ahmedî’nin İskendernâmesinin bir nüshasında yer
alan “Mevlid”dir (Köksal: 2011, 31). Ancak Türkiye’de mevlid denilince ilk akla gelen eser Süleyman
Çelebi’nin meşhur manzumesidir (Pekolcay 2015: 29). Süleyman Çelebi'nin 812/1409'da yazdığı
"Vesîletü'n-necât" adlı mevlid manzumesinin edebiyatımızda derin ve sürekli bir etki yarattığını
biliyoruz. Özellikle dine ve tasavvufa çok bağlı olup, bu alanda eser yazan şairler, Süleyman Çelebi'nin
mevlidinin etkisinden uzak kalamamışlardır (Mazıoğlu 1974: 31 ). Türkçe mevlidler arasında birçok
yabancı dile çevrilmiş olanı "Vesîletü'n-necât"tır
4
.
Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na't ile (bazılarında ashâb-ı kirâma, çehâr-yâr-ı güzîne
methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muhammedî’den bahsedilerek Hz.
Peygamber'in doğumuna geçilmekte, onun mi'racı ve diğer mucizelerinin anlatılmasının ardından vefatı
konusuna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve
dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen her faslın bitiminde içinde Hz. Peygamber’e salâtın
da bulunduğu tekrar beyitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü’n-necât’ta. “Haşre dek ger denilirse bu
kelâm / Niçe haşrola bu olmaya tamâm / Ger dilersiz bulasız oddan necât / Aşk ile derd ile eydin es-
salât” şeklindedir (Aksoy 2004: 483).
Mesnevî nazım şekli olan Mevlid türü metinlerinin şekille ilgili olarak en belirgin özelliklerinden
biri bölüm sonlarında yer alan tekrar beyitleridir. Süleyman Çelebi’nin Mevlidinde hemen her bölümün
sonunda bulunan tekrar beyitleri Süleyman Çelebi’den sonraki birçok mevlid metninde benzer şekillerde
kullanılmıştır
5
.
Достарыңызбен бөлісу: |